Muhalefet %35 eşiğini aşabilir mi?
01 EYLÜL 2006
Halkımızın bir özelliği vardır ki, bayılırım: Sen ne dersen de, o istediği gibi anlar, dilediği gibi ifade eder.. Askerde ‘tektip’ elbiseye ‘tektif’ der, sivilde pasaporta paşport, dispansere ‘dişpanser’, şarja ‘şarz’..
Bir de şarkılar vardır.. Akıl almaz.. .. Bir deney yapın, hem de en akıllı bildiklerinizle.. Şaşıp kalırsınız. Mesela sorun, hem de ayrıntılı sorun: “Zerrin Özer’in ablası Tülay’ın bir şarkısı vardı. Fidanlı, güllü, dallı.. Neydi adı?” Muzaffer bir edayla patlatacaklardır cevabı: “İkimiz bir fidanız!” İstediğiniz kadar düzeltin: “Yahu ‘fidanız’ değil!.. Fidanın güller açan dalıyız!”.. Aradan zaman geçsin aynı kişiye yine sorun. Yanıt aynı olacaktır:“İkimiz bir fidanız!”
Ali Rıza Binboğa örneği de bir harikadır hani:
- A. Rıza Binboğa solcu muydu?
- Evet.
- Peki, hani bir şarkısı vardı ‘özgürlük ve barış..”
- Evet, evet, ‘özgürlük ve barış tüm insanların, özlemi olacak yarınlarda..”
- Bak ne güzel hatırladın. Peki sol söylemli bir şarkı mıydı o?
- Tabii ki öyleydi kardeşim. Bu nasıl soru?
- Sol söylem ha? Peki cümleyi sondan oku bakalım: Yarınlarda ne olacakmış?
- Özgürlük ve barışa özlem duyulacakmış!
- Kim duyacakmış?
- Tüm insanlık...
- Yani yarınlarda tüm insanlık özgürlük ve barışı özleyecekmiş. Yani bunlar yarınlarda olmayacakmış.. Peki, özgürlük ve barışın olmadığı bir düzen nasıl bir düzendir?
- Faşist!..
- Bu nasıl ‘sol’ söylem kardeşim?..
Bir de Erol Evgin’in söylediği bir Kibar–Talu bestesi vardır.. “Ah, bu hayat çekilmez”... Siz ne derseniz deyin, arabesk bir anlam yüklerler bu şarkıya. Oysa cümle biraz devriktir, ama anlamı çok nettir ve arabeskle alakası yoktur. Önce koşullar sayılır: “Bende bu cehennem gibi yürek olmasa / Bende deli rüzgar gibi hasret olmasa / Bir de cana can katan o sevdan olmasa...” İşte ancak o zaman “Ah bu hayat çekilmez / Sen olmasan canım”..
Ülkemizdeki sol, sosyal demokrat, ortanın solu muhalefet, niçin sağdan da toplasan, soldan da toplasan %35’i geçemez?.. ‘Sağın oy deposu’ diye köylülüğe göz koysan da geçemez, programından Mao’yu çıkarıp Hz. Muhammed’i koysan, bir de üstüne iki rekât namaz kılsan da geçemez.. Ne zamana kadar? Seni kendisine yakın bulup sana güvenene kadar.. Bu ne zaman olur? Onun anlayacağı şekilde konuşmaya başlayınca ilk adımı atmış olursun. En zoru budur. Sonra gerisi gelir.. Yoksa o seni ‘bildiği gibi okumaya’ devam eder..
Salı pazarı da kalmayacak, pazarcılar da...
Çarşamba günkü gazetelerde Anadolu Yakası’nda Kuşdili Çayırı’nda Tarihi Salı Pazarı ile ilgili küçük bir haber vardı. Pazarın kurulduğu yer ihaleye çıkarılıyormuş; katlı otopark yapılacak, çevre yeşillendirilerek düzenlenecekmiş.. Pazarcılar da buna şiddetle karşı çıkıyorlarmış..
Bu pazarcıların birazcık okuma yazma bilenleri şöyle bir etraflarına baksalar, ya da bizim de içinde olduğumuz AMPD (Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği) veya BMD (Birleşik Markalar Derneği) veya TMD (Tescilli Markalar Derneği) gibi kuruluşların kapısını çalsalar, dünyadaki gelişmeleri öğrenecekler, tarihin çarkını geriye sarmanın imkânsız olduğunu anlayacaklar ve sızlanıp en geri üretim ilişkilerini savunacaklarına kendilerini geleceğe hazırlayacaklar.
Peki tarihin çarkı hangi yönde dönüyor? Bir: İnsan sağlığı giderek daha çok önem kazanıyor. Gıda maddelerinin pis ortamlarda satılması imkânsızlaşıyor. Semt pazarlarının hijyenik ortamı sağlamaları ise çok zor. İki: Kimsenin haksız kazanç ve rekabete tahammülü yok. Alışveriş merkezleri ve irili ufaklı marketler takır takır vergilerini, KDV’lerini öderken, semt pazarlarında kayıt dışı ekonominin cirit atmasına uzun vadede kimse izin veremez. Üç: Doğada olduğu gibi ekonomide de verimsizin yerini verimli olan alır..
Dünyadaki gelişmeye paralel bizdeki pazarcıların önünde de üç tane yol var. 1. Kooperatif veya benzeri bir biçimde örgütlenip, mevcut pazar yerlerini modern, verimli, temiz, kayıt içine alınmış birer ‘organize alışveriş alanı’ haline getirmek. 2. İkili üçlü gruplar halinde bir araya gelip, örneğin ‘franchise’ sistemiyle belli zincirlerden birine katılmak. 3. Onları geçici oy ambarı gibi gören siyasilerin oyununa gelip hiçbir şey yapmadan yok olmayı beklemek..
Bir kişi bile yeter!
İş Bankası bu kez kendisini ülke insanına çok daha yakın konumlandırmış. 82’inci yıl, 5’li 10’lu yıllar gibi yuvarlak bir sayı olmamasına rağmen belli ki, özellikle ihtiyaç duyulan mesaj verilsin diye kullanılmış. O mesajı kendileri şöyle özetliyor: “Bu ülkede, geleceğe inanan, kendine güvenen ve yarınlar için umutla çalışmaya devam eden insanlar olduğu sürece, onlar için, onlarla birlikte burada olacağız”.. Zamanlama da, itibara yönelik mesaj içeriği de çok başarılı.
Okurlarımızdan Mustafa Avcı Bey ise reklam filminde bir güzellik hatası bulduğuna inanıyor. Demiş ki: “İlk izlediğimde burada seslendirmeyi yapan Haluk Bilginer'in (kaldı ki iki yıldır İş Bankası reklamlarını seslendiriyor) Turkcell reklamı çağrışımı yarattığını algıladım.. Ta ki sonunda İş Bankası’nın kuleleri çıkana kadar.. Sizce bu karmaşıklık aynı zamanda akılda kalıcılık mı yaratır; yoksa görsel öğelerle baştan beri akan bir İş Bankası ruhu eksik mi kalmıştır..?”
Bayılırım aslında böyle sorulara. Tam 6 pasa orta.. Kaleci çıkmış gitmiş 18’in dışına.. Kale de boş..
Bu sorunun tek yanıtı var Mustafa Bey: Eğer bir tek kişinin kafasında dahi bir ‘müphemiyet’ (belirsizlik) yaratılıyorsa; orada iletişim adına bir ‘sıkıntı’ var demektir.. Reklam filminin son derece duygusal olması, mesajını mükemmel taşıması ve iletişimin bütün koşullarını yerine getirmesi, sizin haklı olduğunuz gerçeğini değiştirmez..
Bir de şarkılar vardır.. Akıl almaz.. .. Bir deney yapın, hem de en akıllı bildiklerinizle.. Şaşıp kalırsınız. Mesela sorun, hem de ayrıntılı sorun: “Zerrin Özer’in ablası Tülay’ın bir şarkısı vardı. Fidanlı, güllü, dallı.. Neydi adı?” Muzaffer bir edayla patlatacaklardır cevabı: “İkimiz bir fidanız!” İstediğiniz kadar düzeltin: “Yahu ‘fidanız’ değil!.. Fidanın güller açan dalıyız!”.. Aradan zaman geçsin aynı kişiye yine sorun. Yanıt aynı olacaktır:“İkimiz bir fidanız!”
Ali Rıza Binboğa örneği de bir harikadır hani:
- A. Rıza Binboğa solcu muydu?
- Evet.
- Peki, hani bir şarkısı vardı ‘özgürlük ve barış..”
- Evet, evet, ‘özgürlük ve barış tüm insanların, özlemi olacak yarınlarda..”
- Bak ne güzel hatırladın. Peki sol söylemli bir şarkı mıydı o?
- Tabii ki öyleydi kardeşim. Bu nasıl soru?
- Sol söylem ha? Peki cümleyi sondan oku bakalım: Yarınlarda ne olacakmış?
- Özgürlük ve barışa özlem duyulacakmış!
- Kim duyacakmış?
- Tüm insanlık...
- Yani yarınlarda tüm insanlık özgürlük ve barışı özleyecekmiş. Yani bunlar yarınlarda olmayacakmış.. Peki, özgürlük ve barışın olmadığı bir düzen nasıl bir düzendir?
- Faşist!..
- Bu nasıl ‘sol’ söylem kardeşim?..
Bir de Erol Evgin’in söylediği bir Kibar–Talu bestesi vardır.. “Ah, bu hayat çekilmez”... Siz ne derseniz deyin, arabesk bir anlam yüklerler bu şarkıya. Oysa cümle biraz devriktir, ama anlamı çok nettir ve arabeskle alakası yoktur. Önce koşullar sayılır: “Bende bu cehennem gibi yürek olmasa / Bende deli rüzgar gibi hasret olmasa / Bir de cana can katan o sevdan olmasa...” İşte ancak o zaman “Ah bu hayat çekilmez / Sen olmasan canım”..
Ülkemizdeki sol, sosyal demokrat, ortanın solu muhalefet, niçin sağdan da toplasan, soldan da toplasan %35’i geçemez?.. ‘Sağın oy deposu’ diye köylülüğe göz koysan da geçemez, programından Mao’yu çıkarıp Hz. Muhammed’i koysan, bir de üstüne iki rekât namaz kılsan da geçemez.. Ne zamana kadar? Seni kendisine yakın bulup sana güvenene kadar.. Bu ne zaman olur? Onun anlayacağı şekilde konuşmaya başlayınca ilk adımı atmış olursun. En zoru budur. Sonra gerisi gelir.. Yoksa o seni ‘bildiği gibi okumaya’ devam eder..
Salı pazarı da kalmayacak, pazarcılar da...
Çarşamba günkü gazetelerde Anadolu Yakası’nda Kuşdili Çayırı’nda Tarihi Salı Pazarı ile ilgili küçük bir haber vardı. Pazarın kurulduğu yer ihaleye çıkarılıyormuş; katlı otopark yapılacak, çevre yeşillendirilerek düzenlenecekmiş.. Pazarcılar da buna şiddetle karşı çıkıyorlarmış..
Bu pazarcıların birazcık okuma yazma bilenleri şöyle bir etraflarına baksalar, ya da bizim de içinde olduğumuz AMPD (Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği) veya BMD (Birleşik Markalar Derneği) veya TMD (Tescilli Markalar Derneği) gibi kuruluşların kapısını çalsalar, dünyadaki gelişmeleri öğrenecekler, tarihin çarkını geriye sarmanın imkânsız olduğunu anlayacaklar ve sızlanıp en geri üretim ilişkilerini savunacaklarına kendilerini geleceğe hazırlayacaklar.
Peki tarihin çarkı hangi yönde dönüyor? Bir: İnsan sağlığı giderek daha çok önem kazanıyor. Gıda maddelerinin pis ortamlarda satılması imkânsızlaşıyor. Semt pazarlarının hijyenik ortamı sağlamaları ise çok zor. İki: Kimsenin haksız kazanç ve rekabete tahammülü yok. Alışveriş merkezleri ve irili ufaklı marketler takır takır vergilerini, KDV’lerini öderken, semt pazarlarında kayıt dışı ekonominin cirit atmasına uzun vadede kimse izin veremez. Üç: Doğada olduğu gibi ekonomide de verimsizin yerini verimli olan alır..
Dünyadaki gelişmeye paralel bizdeki pazarcıların önünde de üç tane yol var. 1. Kooperatif veya benzeri bir biçimde örgütlenip, mevcut pazar yerlerini modern, verimli, temiz, kayıt içine alınmış birer ‘organize alışveriş alanı’ haline getirmek. 2. İkili üçlü gruplar halinde bir araya gelip, örneğin ‘franchise’ sistemiyle belli zincirlerden birine katılmak. 3. Onları geçici oy ambarı gibi gören siyasilerin oyununa gelip hiçbir şey yapmadan yok olmayı beklemek..
Bir kişi bile yeter!
İş Bankası bu kez kendisini ülke insanına çok daha yakın konumlandırmış. 82’inci yıl, 5’li 10’lu yıllar gibi yuvarlak bir sayı olmamasına rağmen belli ki, özellikle ihtiyaç duyulan mesaj verilsin diye kullanılmış. O mesajı kendileri şöyle özetliyor: “Bu ülkede, geleceğe inanan, kendine güvenen ve yarınlar için umutla çalışmaya devam eden insanlar olduğu sürece, onlar için, onlarla birlikte burada olacağız”.. Zamanlama da, itibara yönelik mesaj içeriği de çok başarılı.
Okurlarımızdan Mustafa Avcı Bey ise reklam filminde bir güzellik hatası bulduğuna inanıyor. Demiş ki: “İlk izlediğimde burada seslendirmeyi yapan Haluk Bilginer'in (kaldı ki iki yıldır İş Bankası reklamlarını seslendiriyor) Turkcell reklamı çağrışımı yarattığını algıladım.. Ta ki sonunda İş Bankası’nın kuleleri çıkana kadar.. Sizce bu karmaşıklık aynı zamanda akılda kalıcılık mı yaratır; yoksa görsel öğelerle baştan beri akan bir İş Bankası ruhu eksik mi kalmıştır..?”
Bayılırım aslında böyle sorulara. Tam 6 pasa orta.. Kaleci çıkmış gitmiş 18’in dışına.. Kale de boş..
Bu sorunun tek yanıtı var Mustafa Bey: Eğer bir tek kişinin kafasında dahi bir ‘müphemiyet’ (belirsizlik) yaratılıyorsa; orada iletişim adına bir ‘sıkıntı’ var demektir.. Reklam filminin son derece duygusal olması, mesajını mükemmel taşıması ve iletişimin bütün koşullarını yerine getirmesi, sizin haklı olduğunuz gerçeğini değiştirmez..