22 Mayıs’a doğru 7 adım
10 Mayıs 2016 Yeni Şafak
Siyaset bilimi herkesin bir şekilde kelam edeceği bir alandır. Hele de siyasi iletişim…
Malum, başım ağrıyor diyene mutlaka bir tedavi yöntemimiz, moralim bozuk diyene değme psikiyatrların hayal edemeyeceği derin manalı psikolojik tavsiyelerimiz, “Canım sıkılıyor” diyenlere, “Sıkıcan iyidir çıkmaz” şeklinde buz gibi esprilerimiz vardır ya; ortada ciddi bir cerrahi uzmanlık gerektiren bir durum yoksa pekala hepimiz aslanlar gibi şifacı kesiliriz ya, futbol teknik direktörlüğü ve siyasi iletişim de hepimizin uzmanlık alanıdır.
Şu sırada benzer bir durum yaşanıyor.
Başbakan Toto oynayanlar mı dersiniz; yeni Başbakan'ın nasıl bir profilde olacağını belirleyenler mi, “geçiş dönemi” tanımı yapanlar mı dersiniz; baskın erken seçim yapıp 550 milletvekiliyle parlamentoya girmeyi hayal edenler mi; bir tek siyasi otoritesi tartışılmayan sayın Cumhurbaşkanı dışında spekülasyonun dibini bulanların sayısı az değil.
“Hoppala paşam Malkara Keşan” kabilinden MHP-AK Parti koalisyonunu bile 'kurgulayanlar' da bu kervanda yerini aldı.
Şimdi bize de iletişim uzmanı diyenler var ya? İçimizden gelmesine rağmen susup kalırsak kim bilir hakkımızda neler diyecekler? Oysa diyeceğimizi üç kanaldaki programlara katılarak çoktan dedik:
TVNet, NTV ve Habertürk…
Gelin özetleyelim isterseniz:
Bir: Ortada siyasi bir kriz yoktur. Çünkü ortada hasar yoktur. Ne ekonomik anlamda, ne siyasi ne de sosyal.
İki: İktidar partisinde liderlik sorunu yoktur. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ezber bozmuş liderlik vasıflarına sahip dört büyük liderden biri iktidardadır.
Üç: Şu dönemde ortaya atılan bütün muhtemel başbakan aday isimleri yıpranır. AK Parti'nin kültür ve değerlerinde göreve talip olunmaz, görev tevdi edilirse kabul edilir. Bu yüzden hangi aday adayı üzerine fazla konuşulursa o aday adayı şansını diğerlerine oranla nispeten yitirir.
Dört: Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu gibi durumlarda nasıl bir tutum izlediğini anlamak için geçmişi hatırlamakta yarar vardır. Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun adaylığı, bir hatırlayın kaç gün öncesinden belli olmuştu.
Beş: Akıllı aday adayları siyasi iletişimi şu günlerde tatile gönderip kendi işleriyle uğraşırlar. Yani “halka hizmet, hakka hizmettir” ilkesiyle kendilerini ikbale değil büyük projelerin gerçekleştirilmesine adarlar.
Altı: Bu durumdan muhalefete ekmek çıkmaz. Muhalefetin yapması gereken, sırtını, Twitter'lara, sayın Cumhurbaşkanına karşı düşmanlığa ve bu konuda Batılı saldırgan medyayla işbirliğine değil, ülkenin gelecek tasarımını kurgulayacak büyük liderlere dayamanın yolunu seçmektir.
Yedi: Siyasi iletişimin 22 Mayıs'tan sonra nasıl bir boyut alacağı hususunda spekülasyonlar yapmanın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü 22 Mayıs sonrasının özü ve içeriği belli olmuştur. Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse yeni dönemin adı 'Uyum' olacaktır. Ve su akacak yolunu bulacaktır. Buna Başkanlık Sistemi de dahildir. Daha doğru dürüst anlatılmadan dahi yüzde 50'lerin üzerinde onay alan Başkanlık Sistemi, iletişiminin doğru dürüst yapılması halinde büyük uyumun içinde yerini alabilir.
Korkma Orhan Pamuk korkma
Orhan Pamuk, geçenlerde Murat Belge'nin mahkemesini izlemiş ve demiş ki:
“40 yıldır yazarlık yapıyorum. Mahkeme kapılarına gelmekten, arkadaşlarımı savunmaktan, kendi davalarımdan bıktık. 'Yeni bir Türkiye' deniyor. İşte yeni Türkiye, eski Türkiye'nin devamı. Mahkeme kapılarında yazarlar.”
Bu sözlerinden bir kaç gün önce de Hollanda Televizyonu'nda Avrupa ülkelerine, “insan hakları ihlalleri konusunda Türkiye'ye karşı daha sert tavır almaları” çağrısında bulunmuş ve “Kendim için değil ama ülkem için, laik arkadaşlarım için korkuyorum” demiş.
Aferin Orhan Pamuk'a. Şimdi kendisine tavsiyemiz bir zahmet diğer Batılı ülkelerin hükümet ve devlet başkanlarına hakaretten yargılananların da davalarına katılması, bu ülkeler için de ne kadar üzüldüğünü açıklaması. İşte o zaman Türkiye'nin en çok satılan, ancak satıldığı kadar okunmadığı iddia edilen yazarımıza saygımız bir kat daha artar. Yoksa parlamenter demokrasinin çıkardığı yasaları uygulayan mahkemeleri ve kararlarını iş kendi refiklerine dokununca bu kez Batılı refiklerinin koluna girip “yazarlar mahkemelerde sürünüyor” diye feryat ederek, bunu bir pazarlama iletişimi aracı olarak kullandığı yolundaki algının yerleşmesine engel olamayız.
Ben, ne hikmetse, biri bir şeyden korktu mu ve bunu açıkça belli etti mi hemen Mehmet Akif Ersoy'un sözlerini yazdığı İstiklal Marşı'nın ilk kelimesi aklıma gelir:
“Korkma!”
Malum, başım ağrıyor diyene mutlaka bir tedavi yöntemimiz, moralim bozuk diyene değme psikiyatrların hayal edemeyeceği derin manalı psikolojik tavsiyelerimiz, “Canım sıkılıyor” diyenlere, “Sıkıcan iyidir çıkmaz” şeklinde buz gibi esprilerimiz vardır ya; ortada ciddi bir cerrahi uzmanlık gerektiren bir durum yoksa pekala hepimiz aslanlar gibi şifacı kesiliriz ya, futbol teknik direktörlüğü ve siyasi iletişim de hepimizin uzmanlık alanıdır.
Şu sırada benzer bir durum yaşanıyor.
Başbakan Toto oynayanlar mı dersiniz; yeni Başbakan'ın nasıl bir profilde olacağını belirleyenler mi, “geçiş dönemi” tanımı yapanlar mı dersiniz; baskın erken seçim yapıp 550 milletvekiliyle parlamentoya girmeyi hayal edenler mi; bir tek siyasi otoritesi tartışılmayan sayın Cumhurbaşkanı dışında spekülasyonun dibini bulanların sayısı az değil.
“Hoppala paşam Malkara Keşan” kabilinden MHP-AK Parti koalisyonunu bile 'kurgulayanlar' da bu kervanda yerini aldı.
Şimdi bize de iletişim uzmanı diyenler var ya? İçimizden gelmesine rağmen susup kalırsak kim bilir hakkımızda neler diyecekler? Oysa diyeceğimizi üç kanaldaki programlara katılarak çoktan dedik:
TVNet, NTV ve Habertürk…
Gelin özetleyelim isterseniz:
Bir: Ortada siyasi bir kriz yoktur. Çünkü ortada hasar yoktur. Ne ekonomik anlamda, ne siyasi ne de sosyal.
İki: İktidar partisinde liderlik sorunu yoktur. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ezber bozmuş liderlik vasıflarına sahip dört büyük liderden biri iktidardadır.
Üç: Şu dönemde ortaya atılan bütün muhtemel başbakan aday isimleri yıpranır. AK Parti'nin kültür ve değerlerinde göreve talip olunmaz, görev tevdi edilirse kabul edilir. Bu yüzden hangi aday adayı üzerine fazla konuşulursa o aday adayı şansını diğerlerine oranla nispeten yitirir.
Dört: Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu gibi durumlarda nasıl bir tutum izlediğini anlamak için geçmişi hatırlamakta yarar vardır. Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun adaylığı, bir hatırlayın kaç gün öncesinden belli olmuştu.
Beş: Akıllı aday adayları siyasi iletişimi şu günlerde tatile gönderip kendi işleriyle uğraşırlar. Yani “halka hizmet, hakka hizmettir” ilkesiyle kendilerini ikbale değil büyük projelerin gerçekleştirilmesine adarlar.
Altı: Bu durumdan muhalefete ekmek çıkmaz. Muhalefetin yapması gereken, sırtını, Twitter'lara, sayın Cumhurbaşkanına karşı düşmanlığa ve bu konuda Batılı saldırgan medyayla işbirliğine değil, ülkenin gelecek tasarımını kurgulayacak büyük liderlere dayamanın yolunu seçmektir.
Yedi: Siyasi iletişimin 22 Mayıs'tan sonra nasıl bir boyut alacağı hususunda spekülasyonlar yapmanın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü 22 Mayıs sonrasının özü ve içeriği belli olmuştur. Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse yeni dönemin adı 'Uyum' olacaktır. Ve su akacak yolunu bulacaktır. Buna Başkanlık Sistemi de dahildir. Daha doğru dürüst anlatılmadan dahi yüzde 50'lerin üzerinde onay alan Başkanlık Sistemi, iletişiminin doğru dürüst yapılması halinde büyük uyumun içinde yerini alabilir.
Korkma Orhan Pamuk korkma
Orhan Pamuk, geçenlerde Murat Belge'nin mahkemesini izlemiş ve demiş ki:
“40 yıldır yazarlık yapıyorum. Mahkeme kapılarına gelmekten, arkadaşlarımı savunmaktan, kendi davalarımdan bıktık. 'Yeni bir Türkiye' deniyor. İşte yeni Türkiye, eski Türkiye'nin devamı. Mahkeme kapılarında yazarlar.”
Bu sözlerinden bir kaç gün önce de Hollanda Televizyonu'nda Avrupa ülkelerine, “insan hakları ihlalleri konusunda Türkiye'ye karşı daha sert tavır almaları” çağrısında bulunmuş ve “Kendim için değil ama ülkem için, laik arkadaşlarım için korkuyorum” demiş.
Aferin Orhan Pamuk'a. Şimdi kendisine tavsiyemiz bir zahmet diğer Batılı ülkelerin hükümet ve devlet başkanlarına hakaretten yargılananların da davalarına katılması, bu ülkeler için de ne kadar üzüldüğünü açıklaması. İşte o zaman Türkiye'nin en çok satılan, ancak satıldığı kadar okunmadığı iddia edilen yazarımıza saygımız bir kat daha artar. Yoksa parlamenter demokrasinin çıkardığı yasaları uygulayan mahkemeleri ve kararlarını iş kendi refiklerine dokununca bu kez Batılı refiklerinin koluna girip “yazarlar mahkemelerde sürünüyor” diye feryat ederek, bunu bir pazarlama iletişimi aracı olarak kullandığı yolundaki algının yerleşmesine engel olamayız.
Ben, ne hikmetse, biri bir şeyden korktu mu ve bunu açıkça belli etti mi hemen Mehmet Akif Ersoy'un sözlerini yazdığı İstiklal Marşı'nın ilk kelimesi aklıma gelir:
“Korkma!”