'İçim içimi yiyiyor...'
16 Ağustos 2016 - Yeni Şafak
Batı basınının şuursuz ve insafsız Erdoğan ve Türkiye saldırıları karşısında yaşadığım, bunlara karşı ne yapılması gerektiğini düşündüğüm anlarda içimden geçenleri yukarıdaki deyiş çok iyi anlatır aslında…
O sözü bildiğim ve de âşina olduğum dillere tercüme etmek hayli zor… Sadece bize ait bir metafor sanki… Bu kavramdan yola çıkarak, bizim sürekli 'içi içini yiyen' bir millet olduğumuz 'zehabına' kapılmak olasıdır.Zehap diyorum, o deyiş, bir anlamda bir tür çaresizlik ifadesi olarak da algılanabilir.
Oysa bizim milletimiz, Osmanlı İmparatorluğu'nu kuran inşa eden ve yüzlerce yıl dimdik ayakta tutan, sonra da Cumhuriyeti imparatorluğun efsanevî varlığı üzerine oturtan ataları gibi, tam da en çaresiz sanılan dönemlerinde öyle bir ayağa kalkmış, öyle güçlü Diriliş efsaneleri yazmıştır ki, diz çökmesini bekleyen her gafili şaşkınlığa uğratmıştır. 15 Temmuz'da yaptığı gibi…
Batı, içine düştüğü, düşmek istediği gaflet ve dalâlet'i dozu giderek azalsa da, tüm acımasızlığı ve riyakârlığı ile sürdürmektedir.
Burada en sergilenmemesi gereken davranış ise, bu türden stratejisine hizmet eden planlı aksiyonlara kızgınlıkla, hiddetle mukabele etmektir; TV'lerdeki didişme programlarında 'rakibe' “Niye sinirleniyorsunuz beyefendi!” diye 'saldırarak' karşı tarafı daha da sinirlendirmek gibi bir tutum olur ki, algılama hedefleri açısından hiçbir işe yaramaz.
Baksanıza bizim sosyal demokratların, diğer pek çok beşerî parametreyi, intihar oranlarını, toplumun sapıklık, alkol tüketim düzeylerini, hiç dikkate almaksızın, sadece maddî refah düzeyine bakarak benzerlerine de hayranlıklarını budalalık derecesinde belli ettikleriİsveç'in Dışişleri Bakanı Margot Wallström hanım ne buyurmuş:
“Türkiye'nin 15 yaşın altındaki çocukların cinsel ilişkiye girmesine izin vermesine dair kararı iptal edilmeli. Çocukların şiddet ve cinsel istismara karşı daha az değil, daha fazla korunmaları lazım”…
Twitter'den yazmış bunları… Batı basını atlamış tabii üstüne. Kronengazetesi, Viyana Uluslararası Havalimanı'nın yolcu salonunda, kiraladığı elektronik panoda bunu hemen geçmeye başlamış. Aynı gazete aynı mekânda daha önce de Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'la ilgili bir kampanyaya yer vermiş, o sefer de “Türkiye'ye tatile gitmek Erdoğan'a yarar!” diye yazmıştı panoya…
Cevap yine Twitter ortamında Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'ten gelmiş: “Açıkça yanlış bilgilendirilmişsiniz. Türkiye'de böyle aptalca bir şey yok. Lütfen gerçekleri öğrenin.”
Zihni mühürlenmiş olanların gerçekleri öğrenmek gibi bir meselesi yoktur sayın bakanım; bizim gerçeğimizi onlara bizim anlatmamız lazım…
***
Batı basının hain darbe girişiminin ertesinde Gülen'den nasıl söz ettiğiniTürkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Basın - Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü araştırmış.
Araştırma sonuçlarını yayınladıkları basın bülteninin başlığı şöyle: “Genel Müdürlüğümüzün araştırması, batı basınının Gülen lehine algı yönetimi çabasını ortaya koydu”
Doğru… Ancak eksik… Araştırmanın sonucu aynı zamanda bizim, bu medya organlarının yayınladığı ülkelerde algımızı ne kadar kötü yönettiğimizi, dersimizi iyi çalışmadığımızı, Sayın Cumhurbaşkanının savunmasını iletişim boyutunda hak ettikleri şekilde yapamadığımızı da ortaya koymuyor mu?
Basın Ataşelerimiz, Ticaret Ataşelerimiz, Kültür ve TurizmAtaşelerimiz, Dış İşleri Bakanlığındaki Kamu Diplomasisi bölümü, Devlet Bakanlığı'na bağlı, eskiden Başbakanlığa bağlı olarak çalışan ve Sayın Doç. Dr. İbrahim Kalın tarafından kurulmuş olan kadrosu sıfır, bütçesi sıfır Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü (ABD'deki eş değerinin açık - gizli 20 milyar Dolar bütçesi olduğu söylenir), kuruluş fikri mükemmel olan Yurtdışı Türkler ve Akraba TopluluklarBaşkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) gibi kurumları aynı iletişim amacı etrafında birleştirecek, zaman, insan ve para kaynağının boşa harcanmasını engelleyecek bir yapı oluşmadıkça, bu büyük sorunun üstesinden gelmek mümkün değil.
Batı basınında Gülen'den özetle şöyle söz ediliyormuş:
ABD: “Emekli vaiz”, “gönüllü sürgündeki imam”, “tatlı dilli”, “popüler”, “77 yaşında hasta ve yaşlı imam”, “münzevi din adamı”, “gizemli din adamı”, “nüfuzlu muhalif”, “Erdoğan'ın eski müttefiki”…
Almanya: “Gülen ağı”, “Gönüllü sürgündeki imam”, “ılımlı vaiz”, “Erdoğan'ın ezeli düşmanı/eski müttefiki”, “Pensilvanya dağlarında yaşayan yaşlı ve hasta adam”, “Afrika'da etkili cemaat”, “zehirli yılan”. Alman basını, FETÖ'yü terör örgütü olarak göstermemek için sıklıkla “sözde” kelimesine başvurmuş.
Fransa: “Eski müttefik”, “sürgündeki vaiz”, “ruhani lider”, “75 yaşında hasta ve yorgun adam”.
İngiltere: “Karizmatik din adamı”, “77 yaşındaki dini lider”, “münzevi din adamı”, “muhalif”, “dinler arası diyalog mesajları veren”. “Terör örgütü ve paralel yapı” ifadeleri ise iddia seviyesinde tutulmuş.
Araştırma dünyanın diğer ülkelerini de kapsayacak şekilde sürdürülmüş. Tamamını kurumun web sitesinde bulamadım ama medyada tamamı mutlaka bulunabilir…
Biz umudumuzu ve iyi niyetimizi yitirmedik… Türkiye markasının neden iyi yönetilmesi gerektiği artık kavranılmaya başlandı. Şimdi bu kavrayışı entegre edip hedefe yönlendirme dönemi…
Besbelli ki, pek çok çetrefilli tecrübeyle sınandığımız gibi bu sefer de, önyargı ve yalan üzerinden yürütülen bu kara propaganda örneklerini, 'İçimiz içimizi yedikçe', sıkıntılarımızla birlikte bertaraf etmek durumundayız. Kabus dolu bir karanlığın aydınlığa, sabaha şafakla ulaşması gibi, gerçeklerimizi görmemekte direnen Batı basınına Türkiye'nin dünden yarına serencamını olanca açıklığıyla ve zamanlaması öngörülmüş çok sayıda mecradan anlatmayı başaracağız.
O sözü bildiğim ve de âşina olduğum dillere tercüme etmek hayli zor… Sadece bize ait bir metafor sanki… Bu kavramdan yola çıkarak, bizim sürekli 'içi içini yiyen' bir millet olduğumuz 'zehabına' kapılmak olasıdır.Zehap diyorum, o deyiş, bir anlamda bir tür çaresizlik ifadesi olarak da algılanabilir.
Oysa bizim milletimiz, Osmanlı İmparatorluğu'nu kuran inşa eden ve yüzlerce yıl dimdik ayakta tutan, sonra da Cumhuriyeti imparatorluğun efsanevî varlığı üzerine oturtan ataları gibi, tam da en çaresiz sanılan dönemlerinde öyle bir ayağa kalkmış, öyle güçlü Diriliş efsaneleri yazmıştır ki, diz çökmesini bekleyen her gafili şaşkınlığa uğratmıştır. 15 Temmuz'da yaptığı gibi…
Batı, içine düştüğü, düşmek istediği gaflet ve dalâlet'i dozu giderek azalsa da, tüm acımasızlığı ve riyakârlığı ile sürdürmektedir.
Burada en sergilenmemesi gereken davranış ise, bu türden stratejisine hizmet eden planlı aksiyonlara kızgınlıkla, hiddetle mukabele etmektir; TV'lerdeki didişme programlarında 'rakibe' “Niye sinirleniyorsunuz beyefendi!” diye 'saldırarak' karşı tarafı daha da sinirlendirmek gibi bir tutum olur ki, algılama hedefleri açısından hiçbir işe yaramaz.
Baksanıza bizim sosyal demokratların, diğer pek çok beşerî parametreyi, intihar oranlarını, toplumun sapıklık, alkol tüketim düzeylerini, hiç dikkate almaksızın, sadece maddî refah düzeyine bakarak benzerlerine de hayranlıklarını budalalık derecesinde belli ettikleriİsveç'in Dışişleri Bakanı Margot Wallström hanım ne buyurmuş:
“Türkiye'nin 15 yaşın altındaki çocukların cinsel ilişkiye girmesine izin vermesine dair kararı iptal edilmeli. Çocukların şiddet ve cinsel istismara karşı daha az değil, daha fazla korunmaları lazım”…
Twitter'den yazmış bunları… Batı basını atlamış tabii üstüne. Kronengazetesi, Viyana Uluslararası Havalimanı'nın yolcu salonunda, kiraladığı elektronik panoda bunu hemen geçmeye başlamış. Aynı gazete aynı mekânda daha önce de Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'la ilgili bir kampanyaya yer vermiş, o sefer de “Türkiye'ye tatile gitmek Erdoğan'a yarar!” diye yazmıştı panoya…
Cevap yine Twitter ortamında Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'ten gelmiş: “Açıkça yanlış bilgilendirilmişsiniz. Türkiye'de böyle aptalca bir şey yok. Lütfen gerçekleri öğrenin.”
Zihni mühürlenmiş olanların gerçekleri öğrenmek gibi bir meselesi yoktur sayın bakanım; bizim gerçeğimizi onlara bizim anlatmamız lazım…
***
Batı basının hain darbe girişiminin ertesinde Gülen'den nasıl söz ettiğiniTürkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Basın - Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü araştırmış.
Araştırma sonuçlarını yayınladıkları basın bülteninin başlığı şöyle: “Genel Müdürlüğümüzün araştırması, batı basınının Gülen lehine algı yönetimi çabasını ortaya koydu”
Doğru… Ancak eksik… Araştırmanın sonucu aynı zamanda bizim, bu medya organlarının yayınladığı ülkelerde algımızı ne kadar kötü yönettiğimizi, dersimizi iyi çalışmadığımızı, Sayın Cumhurbaşkanının savunmasını iletişim boyutunda hak ettikleri şekilde yapamadığımızı da ortaya koymuyor mu?
Basın Ataşelerimiz, Ticaret Ataşelerimiz, Kültür ve TurizmAtaşelerimiz, Dış İşleri Bakanlığındaki Kamu Diplomasisi bölümü, Devlet Bakanlığı'na bağlı, eskiden Başbakanlığa bağlı olarak çalışan ve Sayın Doç. Dr. İbrahim Kalın tarafından kurulmuş olan kadrosu sıfır, bütçesi sıfır Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü (ABD'deki eş değerinin açık - gizli 20 milyar Dolar bütçesi olduğu söylenir), kuruluş fikri mükemmel olan Yurtdışı Türkler ve Akraba TopluluklarBaşkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) gibi kurumları aynı iletişim amacı etrafında birleştirecek, zaman, insan ve para kaynağının boşa harcanmasını engelleyecek bir yapı oluşmadıkça, bu büyük sorunun üstesinden gelmek mümkün değil.
Batı basınında Gülen'den özetle şöyle söz ediliyormuş:
ABD: “Emekli vaiz”, “gönüllü sürgündeki imam”, “tatlı dilli”, “popüler”, “77 yaşında hasta ve yaşlı imam”, “münzevi din adamı”, “gizemli din adamı”, “nüfuzlu muhalif”, “Erdoğan'ın eski müttefiki”…
Almanya: “Gülen ağı”, “Gönüllü sürgündeki imam”, “ılımlı vaiz”, “Erdoğan'ın ezeli düşmanı/eski müttefiki”, “Pensilvanya dağlarında yaşayan yaşlı ve hasta adam”, “Afrika'da etkili cemaat”, “zehirli yılan”. Alman basını, FETÖ'yü terör örgütü olarak göstermemek için sıklıkla “sözde” kelimesine başvurmuş.
Fransa: “Eski müttefik”, “sürgündeki vaiz”, “ruhani lider”, “75 yaşında hasta ve yorgun adam”.
İngiltere: “Karizmatik din adamı”, “77 yaşındaki dini lider”, “münzevi din adamı”, “muhalif”, “dinler arası diyalog mesajları veren”. “Terör örgütü ve paralel yapı” ifadeleri ise iddia seviyesinde tutulmuş.
Araştırma dünyanın diğer ülkelerini de kapsayacak şekilde sürdürülmüş. Tamamını kurumun web sitesinde bulamadım ama medyada tamamı mutlaka bulunabilir…
Biz umudumuzu ve iyi niyetimizi yitirmedik… Türkiye markasının neden iyi yönetilmesi gerektiği artık kavranılmaya başlandı. Şimdi bu kavrayışı entegre edip hedefe yönlendirme dönemi…
Besbelli ki, pek çok çetrefilli tecrübeyle sınandığımız gibi bu sefer de, önyargı ve yalan üzerinden yürütülen bu kara propaganda örneklerini, 'İçimiz içimizi yedikçe', sıkıntılarımızla birlikte bertaraf etmek durumundayız. Kabus dolu bir karanlığın aydınlığa, sabaha şafakla ulaşması gibi, gerçeklerimizi görmemekte direnen Batı basınına Türkiye'nin dünden yarına serencamını olanca açıklığıyla ve zamanlaması öngörülmüş çok sayıda mecradan anlatmayı başaracağız.