İçindekinin içindekini görmeye niyeti olanlar…
08 mart 2016 yeni şafak
Üçüncü köprüde son tabliyenin yerleştirilmesi töreni yapılırken, bu devasa alt yapı yatırımının ışığında Türkiye'nin gündemindeki çeşitliliğe ve yoğunluğa şöylece bir bakmak bile, olağanüstü dinamik bir ülkede yaşadığımızın kanıtı olabilir. Sadece dünkü gündemde neler olup bittiğine göz atmak, dışarıda kimlerle dans ettiğimizin, içeride hangi dalgalara karşı kulaç attığımızın bir genel fotoğrafını gözler önüne seriveriyor:
ABD, Suriye'nin kuzeyinde iki askeri üs inşa ediyormuş. Haseki'deki üs tamamlanırken Kobani'de de yeni bir üssün yapımına başlanmış. Bu haber geldiğinde Brüksel'de de Türkiye-AB Zirvesi hazırlıkları yapılıyordu. Gündemde her biri deve dişi gibi konular… Zirve öncesi,Angela Merkel Alman Bild am Sonntag gazetesine konuşuyor ve “Türkiye haklı” diyordu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Brüksel'de 6 saat sürecek bir toplantı içinAlmanya Başbakanı Merkel ve AB Dönem Başkanlığını yürüten Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile bir araya geliyordu. Sonrasında da Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras'la ve ardından da Avrupa Parlamento başkanı Martin Schulz ile görüşüyordu. Bu yazıyı gazeteye gönderdiğim saatlerdeCumhurbaşkanı Erdoğan da, “Temenni ederim ki Başbakan, 3 milyar Euro'yu alır da döner” diyordu. Bilindiği üzere yılan hikayesine dönen 3 milyar Euro'nun 95 milyon Euro'luk kısmı 'serbest' bırakılmıştı. Bunun da 55'i eğitime, 40'ı da acil ihtiyaçlara ayrılacaktı. Ölme eşeğim ölme… Devede kulak bile değil. Oysa bilindiği üzere Cumhurbaşkanı'nın da pek çok lider tarafından desteklenen önerisi Kuzey Suriye'de yeni bir şehir kurulmasıydı. Ancak bu şekilde Türkiye'ye göç, Türkiye'den de Avrupa'ya akın engellenebilirdi. Ne hikmetse bu çözümün iletişimi bir türlü hak edilen ölçüde yapılamadı.
Bu arada Batı basını da boş durmuyor. İngiliz Times gazetesi dünkü editoryal yazısında, “Batı, Erdoğan'a karşı susmamalı” buyuruyor. 'Ankara'da bir otokrat' diye başlık atmışlar. Independent yazarı, gazetenin İstanbul muhabiri Laura Pitel ise yazdığı 'yorum'da “AB'nin Türkiye'deki otoriterliğe tepkisizliği utanç verici” diyor. Bu cümlesi bize derhal, mültecilerin trajedisinde en çok kimlerin utanması gerekip de, yüzü kasap süngeriyle silinmiş gibi yazıp konuşanları bir kez daha hatırlatıyor.
Elde o kadar çok örnek var ki… Batı'nın Türkiye'yi yalnız bırakmak ve bekasını tehdit etmek için organize bir Kamu Diplomasisi taarruzu stratejisi uyguladığını görmemek için ya kör olmak lazım ya da kötü niyetli. Yukarıda sözünü ettiğimiz bir iki medya çıktısı sadece küçük birer örnek. Saldırılar artarak devam ediyor. Ne müthiş bir ülkeymişiz ki hâlâ sapasağlam ayakta durabiliyoruz.
Bu koşullar altında güneşin balçıkla sıvanamayacağını akla getiren, İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore'dan gelen şu itirafı kaçırmak da haksızlık olurdu:
“Tabii ki biz PYD ve YPG'nin yapısı konusunda naif değiliz veya tamamiyle gözümüz kapalı değil. Ve bu grupların PKK ile birtakım bağlantıları olduğunu biz de farkediyoruz. Zaten böyle bir bağlantının var olması ihtimalini reddetmek biraz aptal bir davranış olur diye düşünüyorum.” (Moore, Amerikalıları aptal bir davranış içinde olmakla suçluyor olmasın?)
Türkiye gerçeklerini, Kamu Diplomasisi strateji ve pratiğini neredeyse tamamen ihmal etse de, dış politika düzeyinde Batı'nın anlayıp anlamadığına aldırmadan, anlatmaya devam etmeli. Öyle de yapıyor zaten.
Ülke gündemindeki diğer iki mücadele alanına gelince… Önlemler alınmamış olsa nasıl bir ülkede yaşayacağımızı tasavvur etmek bile istemediğimiz paralel yapılanmayla mücadele sürerken diğer yanda da PKK'lı terörü bitirme hedefiyle çok büyük bir savaş veriliyor.
Muhalefetteki durumu da CHP Yalova milletvekili Muharrem İnceözetlemiş: “Şu anda Meclis'teki üç partinin de durumu hoş değil. Bu tespiti yapmak zorundayım. Bugün HDP ve MHP'nin baraj sıkıntısı var, bunu görüyoruz. Yapılan son anketlerde, CHP'de de yüzde 25'ler bile görünmüyor. Bu iç açıcı bir durum değil.”
Cuma günkü yazımızda “Tarihle ve gerçeklerle hesaplaşarak yüzleşmeyi kabullenmenin” değerine işaret ederken; paralel yapının “hem seçilmiş hükümete, hem de Silahlı Kuvvetlerin neredeyse tamamına karşı yürütülmüş açık düşmanlığın hesabını vermesinden” söz etmiştim. Toplumsal barış yolunun ancak böylesi bir bakış açısıyla açılabileceğine inandığımı ifade etmiştim. Silahlı Kuvvetler'den söz etmeyi bile militarist bir yaklaşım zanneden ezberci takımı bizim tespitlerimizi yadırgayadursun, 'İçindekinin içindeki'ni görmeye niyeti olanlar için ülkemizin sadece bir gününün gündemine bakmak bile, siyasi iletişimin dilini 'çalışarak, emek vererek, ter dökerek'oluşturanların hakkını teslim etmek için yeterli olacaktır.
ABD, Suriye'nin kuzeyinde iki askeri üs inşa ediyormuş. Haseki'deki üs tamamlanırken Kobani'de de yeni bir üssün yapımına başlanmış. Bu haber geldiğinde Brüksel'de de Türkiye-AB Zirvesi hazırlıkları yapılıyordu. Gündemde her biri deve dişi gibi konular… Zirve öncesi,Angela Merkel Alman Bild am Sonntag gazetesine konuşuyor ve “Türkiye haklı” diyordu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Brüksel'de 6 saat sürecek bir toplantı içinAlmanya Başbakanı Merkel ve AB Dönem Başkanlığını yürüten Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile bir araya geliyordu. Sonrasında da Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras'la ve ardından da Avrupa Parlamento başkanı Martin Schulz ile görüşüyordu. Bu yazıyı gazeteye gönderdiğim saatlerdeCumhurbaşkanı Erdoğan da, “Temenni ederim ki Başbakan, 3 milyar Euro'yu alır da döner” diyordu. Bilindiği üzere yılan hikayesine dönen 3 milyar Euro'nun 95 milyon Euro'luk kısmı 'serbest' bırakılmıştı. Bunun da 55'i eğitime, 40'ı da acil ihtiyaçlara ayrılacaktı. Ölme eşeğim ölme… Devede kulak bile değil. Oysa bilindiği üzere Cumhurbaşkanı'nın da pek çok lider tarafından desteklenen önerisi Kuzey Suriye'de yeni bir şehir kurulmasıydı. Ancak bu şekilde Türkiye'ye göç, Türkiye'den de Avrupa'ya akın engellenebilirdi. Ne hikmetse bu çözümün iletişimi bir türlü hak edilen ölçüde yapılamadı.
Bu arada Batı basını da boş durmuyor. İngiliz Times gazetesi dünkü editoryal yazısında, “Batı, Erdoğan'a karşı susmamalı” buyuruyor. 'Ankara'da bir otokrat' diye başlık atmışlar. Independent yazarı, gazetenin İstanbul muhabiri Laura Pitel ise yazdığı 'yorum'da “AB'nin Türkiye'deki otoriterliğe tepkisizliği utanç verici” diyor. Bu cümlesi bize derhal, mültecilerin trajedisinde en çok kimlerin utanması gerekip de, yüzü kasap süngeriyle silinmiş gibi yazıp konuşanları bir kez daha hatırlatıyor.
Elde o kadar çok örnek var ki… Batı'nın Türkiye'yi yalnız bırakmak ve bekasını tehdit etmek için organize bir Kamu Diplomasisi taarruzu stratejisi uyguladığını görmemek için ya kör olmak lazım ya da kötü niyetli. Yukarıda sözünü ettiğimiz bir iki medya çıktısı sadece küçük birer örnek. Saldırılar artarak devam ediyor. Ne müthiş bir ülkeymişiz ki hâlâ sapasağlam ayakta durabiliyoruz.
Bu koşullar altında güneşin balçıkla sıvanamayacağını akla getiren, İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore'dan gelen şu itirafı kaçırmak da haksızlık olurdu:
“Tabii ki biz PYD ve YPG'nin yapısı konusunda naif değiliz veya tamamiyle gözümüz kapalı değil. Ve bu grupların PKK ile birtakım bağlantıları olduğunu biz de farkediyoruz. Zaten böyle bir bağlantının var olması ihtimalini reddetmek biraz aptal bir davranış olur diye düşünüyorum.” (Moore, Amerikalıları aptal bir davranış içinde olmakla suçluyor olmasın?)
Türkiye gerçeklerini, Kamu Diplomasisi strateji ve pratiğini neredeyse tamamen ihmal etse de, dış politika düzeyinde Batı'nın anlayıp anlamadığına aldırmadan, anlatmaya devam etmeli. Öyle de yapıyor zaten.
Ülke gündemindeki diğer iki mücadele alanına gelince… Önlemler alınmamış olsa nasıl bir ülkede yaşayacağımızı tasavvur etmek bile istemediğimiz paralel yapılanmayla mücadele sürerken diğer yanda da PKK'lı terörü bitirme hedefiyle çok büyük bir savaş veriliyor.
Muhalefetteki durumu da CHP Yalova milletvekili Muharrem İnceözetlemiş: “Şu anda Meclis'teki üç partinin de durumu hoş değil. Bu tespiti yapmak zorundayım. Bugün HDP ve MHP'nin baraj sıkıntısı var, bunu görüyoruz. Yapılan son anketlerde, CHP'de de yüzde 25'ler bile görünmüyor. Bu iç açıcı bir durum değil.”
Cuma günkü yazımızda “Tarihle ve gerçeklerle hesaplaşarak yüzleşmeyi kabullenmenin” değerine işaret ederken; paralel yapının “hem seçilmiş hükümete, hem de Silahlı Kuvvetlerin neredeyse tamamına karşı yürütülmüş açık düşmanlığın hesabını vermesinden” söz etmiştim. Toplumsal barış yolunun ancak böylesi bir bakış açısıyla açılabileceğine inandığımı ifade etmiştim. Silahlı Kuvvetler'den söz etmeyi bile militarist bir yaklaşım zanneden ezberci takımı bizim tespitlerimizi yadırgayadursun, 'İçindekinin içindeki'ni görmeye niyeti olanlar için ülkemizin sadece bir gününün gündemine bakmak bile, siyasi iletişimin dilini 'çalışarak, emek vererek, ter dökerek'oluşturanların hakkını teslim etmek için yeterli olacaktır.