İletişim karartması kimin işine yarar?
09 Ekim 2014
Ortalık toz duman. Çeşitli illerde çıkarılan olaylarda can veren 12'den fazla insanımız... Oyuncuların başrol sıralaması sürekli değişiyor ve çeşitlenerek çoğalıyor. Medyadan gözümüze, kulağımıza gelişigüzel çarpan sözcükler: Koalisyon güçleri, Kobani, IŞİD, Peşmerge, Hizbullah, Esed, PYD, YPG, Şii, Safevi, Sünni, Nusayri, Selefi, Hüda-Par, Kandil, Ezidi, KRG, CIA, MOSSAD, MİT, PKK, KCK, HDP, BDP, ABD, AB, İran, Rusya...
Teori bol, analizden geçilmiyor. İşin tuhaf tarafı bu çok bilinmeyenli denklem görünümündeki olaylar kaosunda yorumlara bakılacak olursa da herkes her şeyi gayet iyi biliyor. İddialar tartışma kabul etmeyecek kesinlikte.
Biz ise ortalama vatandaş gibi hissediyoruz kendimizi. Kafamız karışık. Endişeliyiz. Peki kim çekip çıkaracak bizi bu bilgi karanlığından? İletişimi kim ele alıp yönetecek? Kim taşları yerli yerine koyacak? Kim mozaiğin bütün renklerini ortaya koyacak parçaçıkları doğru dürüst yerleştirecek? Kim bu karmaşık meseleyi, resmin bütününü görmemizi sağlayacak yalınlıkta anlamamızı sağlayacak?
Başbakan mı, Dışişleri Bakanı mı? İçişleri Bakanı mı? Hükümet sözcüsü mü? Ordu mu?
İletişimin sistematik olarak yönetilmesi demek düzenli bilginin düzenli aralıklarla güvenilir bir biçimde ve tüm hedef kitleyi ve de sosyal paydaşları ikna edecek şekilde aktarılması demektir.
Oysa ortada söz konusu
olan gelişmelerin tümünü tek bir kavramda şöyle ifade edebiliyoruz:
İletişim kirliliği.
İsterseniz buna 'mesaj karmaşası' ve kimin ne tarafı niye tuttuğunun anlaşılmadığı 'iletişim karartması' da diyebiliriz.
Peki bu tür karartmalar kimin işine yarar?
Kaostan kim nemalanmayı düşünüyorsa o'nun işine yarar. Dirlik düzenlik kimi rahatsız ediyorsa bu iletişim karartmasının devamını o ister. Bütün bu zorlu denklemi çözmenin ve öncelikle Türkiye'de yaşayan herkesin sonra da dünya halklarının bilgilenmesini, bilinçlenmesini sağlamak için
şu sorunun yanıtlanmasında
yarar var:
Ortada bir kriz durumu var mı yok mu?
Bu sorunun yanıtı için tek bir kriter var:
Hasar.
Can kaybından daha büyük hasar olamayacağına göre ortada ekonomik sonuçları da dahil olmak üzere ciddi bir kriz söz konusudur. O halde iletişim de normal günler gibi değil, 'kriz iletişimi' boyutunda yönetilmelidir.
Yani hükümet sözcüsü mü, başbakan mı ya da onların koordinasyonunda diğer birimler mi bilemeyiz ancak belli aralıklarla disiplinli bir şekilde kamuoyunun sürekli bilgilendirilmesi ve kamu vicdanının rahatlatılması, endişelerin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Kriz olmadığı halde ekonomi ve finans konusunda düzenli aralıklarla bilgilendirme toplantıları yapan, dün de Orta Vadeli Ekonomik Programı detaylarıyla açıklayan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın sürdürülebilir iletişim konusundaki açık ve ısrarlı tutumunu bir kez daha bu vesileyle takdirle hatırlayalım.
'Ve gelecek zaman geçmiş zamanın içindedir'
İki yıl kadar önce düzenlediğimiz bir seminerler dizisinin adıydı:
'Sinemayı Okumak, Hayatı Okumaktır'
Bu tespite Brecht'in sık sık kullandığım ve yeri geldiğinde kendisine duacı olduğum o muhteşem sözünü ekleyelim:
'Bütün sanatların tek bir amacı vardır: Sanatların en yücesine, yaşama sanatına hizmet etmek.'
Sinemayı bu iki pencereden bakarak ve bu pencerelerden içeri sızan ışıklara haiz filmleri izleyebilmek, 'yaşama sanatı'ndan izler bulmak, hayatı okuma çabasının en özel yanı olsa gerek.
Yaşama sanatından anladığımız şudur: Estetik üretimin büyük estetiğe (hikmete), veya bir başka deyişle 'ruhun, zihnin tekamülü'ne hizmet etmesi.
Talih o ki son izlediğimiz iki film de bize bu doğrultuda derinlikli olanaklar sundu. Biz de paylaşmak istedik. Birini oğlum Engin Saydam ısrarla tavsiye etmişti. Diğerine bir Philip Seymour Hoffman hayranı olduğum için ulaşabildim.
Birincisi: Transcendence. 'Evrim' adıyla Türkçeleştirmişler. Yönetmeni Walley Pfister.
Diğeri ise, 'A Late Quartet' Bu filme de bizimkiler 'Son Konser' demişler. Yönetmeni Yaron Zilberman.
Bu iki filmin ne fenomeni, ne biçimi, ne de içeriği birbirine benziyor. Ancak 'öz'leri aynı. Diyebiliriz ki bu öz, 'A Late Quartet'in başında T. S. Eliot'tan okunan şu mısralarda ifadesini buluyor:
'Şimdiki zaman ve geçmiş zaman / Belki ikisi de mevcuttur gelecek zamanda, / Ve gelecek zaman geçmiş zamanın içindedir. / Eğer bütün bir zaman mevcutsa ebediyen, / Geri alınamaz demektir bütün bir zaman. / Olabilecek olan şey bir soyutlamadır, / Sadece nazariyelerin âleminde / Sürekli bir ihtimal olarak kalan. / Olabilecek olan ve olmuş olan şey / Tek noktayı işaret eder, o da daima şimdiki zaman.'
Filmlerin içeriklerini merak edenler mutlaka bulup izleyeceklerdir. Aslında filmin ana temasını oluşturan müziği, Spotfy'dan 'Brentano String Quartet' ve 'Op. 131' diye arattıklarında bulacaklardır. Beethoven'ın bu eseri, (elbette T.S.Eliot'un şiiriyle birlikte) sözünü ettiğimiz özü olduğu gibi yansıtmaktadır.
Teori bol, analizden geçilmiyor. İşin tuhaf tarafı bu çok bilinmeyenli denklem görünümündeki olaylar kaosunda yorumlara bakılacak olursa da herkes her şeyi gayet iyi biliyor. İddialar tartışma kabul etmeyecek kesinlikte.
Biz ise ortalama vatandaş gibi hissediyoruz kendimizi. Kafamız karışık. Endişeliyiz. Peki kim çekip çıkaracak bizi bu bilgi karanlığından? İletişimi kim ele alıp yönetecek? Kim taşları yerli yerine koyacak? Kim mozaiğin bütün renklerini ortaya koyacak parçaçıkları doğru dürüst yerleştirecek? Kim bu karmaşık meseleyi, resmin bütününü görmemizi sağlayacak yalınlıkta anlamamızı sağlayacak?
Başbakan mı, Dışişleri Bakanı mı? İçişleri Bakanı mı? Hükümet sözcüsü mü? Ordu mu?
İletişimin sistematik olarak yönetilmesi demek düzenli bilginin düzenli aralıklarla güvenilir bir biçimde ve tüm hedef kitleyi ve de sosyal paydaşları ikna edecek şekilde aktarılması demektir.
Oysa ortada söz konusu
olan gelişmelerin tümünü tek bir kavramda şöyle ifade edebiliyoruz:
İletişim kirliliği.
İsterseniz buna 'mesaj karmaşası' ve kimin ne tarafı niye tuttuğunun anlaşılmadığı 'iletişim karartması' da diyebiliriz.
Peki bu tür karartmalar kimin işine yarar?
Kaostan kim nemalanmayı düşünüyorsa o'nun işine yarar. Dirlik düzenlik kimi rahatsız ediyorsa bu iletişim karartmasının devamını o ister. Bütün bu zorlu denklemi çözmenin ve öncelikle Türkiye'de yaşayan herkesin sonra da dünya halklarının bilgilenmesini, bilinçlenmesini sağlamak için
şu sorunun yanıtlanmasında
yarar var:
Ortada bir kriz durumu var mı yok mu?
Bu sorunun yanıtı için tek bir kriter var:
Hasar.
Can kaybından daha büyük hasar olamayacağına göre ortada ekonomik sonuçları da dahil olmak üzere ciddi bir kriz söz konusudur. O halde iletişim de normal günler gibi değil, 'kriz iletişimi' boyutunda yönetilmelidir.
Yani hükümet sözcüsü mü, başbakan mı ya da onların koordinasyonunda diğer birimler mi bilemeyiz ancak belli aralıklarla disiplinli bir şekilde kamuoyunun sürekli bilgilendirilmesi ve kamu vicdanının rahatlatılması, endişelerin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Kriz olmadığı halde ekonomi ve finans konusunda düzenli aralıklarla bilgilendirme toplantıları yapan, dün de Orta Vadeli Ekonomik Programı detaylarıyla açıklayan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın sürdürülebilir iletişim konusundaki açık ve ısrarlı tutumunu bir kez daha bu vesileyle takdirle hatırlayalım.
'Ve gelecek zaman geçmiş zamanın içindedir'
İki yıl kadar önce düzenlediğimiz bir seminerler dizisinin adıydı:
'Sinemayı Okumak, Hayatı Okumaktır'
Bu tespite Brecht'in sık sık kullandığım ve yeri geldiğinde kendisine duacı olduğum o muhteşem sözünü ekleyelim:
'Bütün sanatların tek bir amacı vardır: Sanatların en yücesine, yaşama sanatına hizmet etmek.'
Sinemayı bu iki pencereden bakarak ve bu pencerelerden içeri sızan ışıklara haiz filmleri izleyebilmek, 'yaşama sanatı'ndan izler bulmak, hayatı okuma çabasının en özel yanı olsa gerek.
Yaşama sanatından anladığımız şudur: Estetik üretimin büyük estetiğe (hikmete), veya bir başka deyişle 'ruhun, zihnin tekamülü'ne hizmet etmesi.
Talih o ki son izlediğimiz iki film de bize bu doğrultuda derinlikli olanaklar sundu. Biz de paylaşmak istedik. Birini oğlum Engin Saydam ısrarla tavsiye etmişti. Diğerine bir Philip Seymour Hoffman hayranı olduğum için ulaşabildim.
Birincisi: Transcendence. 'Evrim' adıyla Türkçeleştirmişler. Yönetmeni Walley Pfister.
Diğeri ise, 'A Late Quartet' Bu filme de bizimkiler 'Son Konser' demişler. Yönetmeni Yaron Zilberman.
Bu iki filmin ne fenomeni, ne biçimi, ne de içeriği birbirine benziyor. Ancak 'öz'leri aynı. Diyebiliriz ki bu öz, 'A Late Quartet'in başında T. S. Eliot'tan okunan şu mısralarda ifadesini buluyor:
'Şimdiki zaman ve geçmiş zaman / Belki ikisi de mevcuttur gelecek zamanda, / Ve gelecek zaman geçmiş zamanın içindedir. / Eğer bütün bir zaman mevcutsa ebediyen, / Geri alınamaz demektir bütün bir zaman. / Olabilecek olan şey bir soyutlamadır, / Sadece nazariyelerin âleminde / Sürekli bir ihtimal olarak kalan. / Olabilecek olan ve olmuş olan şey / Tek noktayı işaret eder, o da daima şimdiki zaman.'
Filmlerin içeriklerini merak edenler mutlaka bulup izleyeceklerdir. Aslında filmin ana temasını oluşturan müziği, Spotfy'dan 'Brentano String Quartet' ve 'Op. 131' diye arattıklarında bulacaklardır. Beethoven'ın bu eseri, (elbette T.S.Eliot'un şiiriyle birlikte) sözünü ettiğimiz özü olduğu gibi yansıtmaktadır.