İsrail'in gücü, küçümsediğiniz PR'dadır
19 TEMMUZ 2014 YENİ ŞAFAK
Önce küçük bir not: Dün sabah bir iş toplantısında öğrencilik ve meslek hayatının büyük bir kısmını ABD'de geçirmiş olan üst düzey yönetici bir finansçı arkadaşımız dedi ki:
'Washington'daki Yahudi lobisinin yönetim binasının ne büyüklükte olduğunu biliyor musunuz? Devasa bir blok.'
Bizce bu tanım ve metafor her şeyi anlatıyor...
Demokrasinin beşiğinden dünyaya hitap ettiğini varsayan büyük merkezî güçlerin bir savaşı başlatırken 'halk iradesi'ne başvurduklarına tarih tanık olmuş mudur dersiniz? Demokrasi ve savaş, tarihi kötülerin yazdığı bu dünyada asla yan yana gelemeyen iki gizemli kavram olarak insanlık tarafından 'anlaşılmayı' bekliyor.
Demokrasinin de savaşın da ortak bir aracı vardır: Teknoloji. İletişimin de çok etkili biçimde kullandığı teknolojiye rağmen, bu karşıt iki kavramın peçeleri suratlarından indirilemiyor. Neden? Çünkü asırlar öncesinin feodal bakış açısıyla küçümsenen Halkla İlişkiler, (PR - Public Relations) 20. yüzyıl boyunca esas olarak bu iki kavrama, demokrasi ve savaşa maksimum başarıyla hizmet vermektedir de ondan.
Bakınız Amerika'ya. Hem 'demokrasinin hamiliği'ni hem de 'savaşın kahramanlığı'nı üstlenirken bu iki büyük hedefini her dem taze tutabilmek için Hollywood'dan başlayarak, tüm dünya medyasını, küresel enformasyon ekonomisini ve geniş anlamda teknolojiyi kuşatma konusunda sizce nasıl bir performans gösteriyor?
Peki İsrail, sizce bu 'Kaslı performans gösterisi'nde ABD'den ne kadar geride ki?
İsrail, Birleşmiş Milletler paylaşım planı uyarınca Ortadoğu'da köprübaşını tuttuğu kırklı yıllardan bu yana, Filistin'in yüzölçümünü gıdım gıdım azaltarak zaman içinde bölgesel gücünü sadece savaş politikalarıyla mı dünyaya kabul ettirmiştir dersiniz?
Hayır! Edebiyattan sinemaya, eğlenceden kültüre, oradan medya devlerine 'Özgürlük!' diye diye nasıl bir 'İsrail Usulü Algılama Yönetimi' modeli oluşturulduğunu bilmeyenimiz var mıdır? Leon Uris'in romanından Otto Preminger tarafından sinemaya uyarlanan Exodüs, ardından Steven Spielberg'in Schindler'in Listesi başta olmak üzere İsrail'in saldırgan politikalarını mübah gösteren, sempatik kılmaya çalışan yüzlerce film arasından en azından yirmi tane filmi ben seyretmişimdir. Hepsinin ortak yanı, Tanrı tarafından 'seçilmiş' bir ulusun asırlar boyu gördüğü zulme karşı her türlü hakkının her türlü yöntemle savunulması gerektiği mesajıdır.
Böyle bir iletişim atağından dolayı Yahudi alemi suçlanabilir mi? Asla! Suçlanması gereken kendini ifade etmekte aciz kalan, üstüne üstlük gerçekliği ifade etmenin yöntemlerine yani PR'a da burun kıvıranlardır. Yani hem kel hem fodul durumunda olanlardır.
Görüntüler dünyasını bir illüzyonist becerisiyle yönetenlerin Ortadoğu'da neler yaptığını bilen biz Müslüman kulların, içimizdeki CHP, MHP, BDP muhalefet odaklarıyla birlikte 'Biz PR Yapmayız Korosu'nda vicdanlarımızı yelpazelerken Gazzeliler can veriyorsa, şu 'Halkla İlişkiler' dedikleri ne menem bir şeydir diye merak da mı etmeyiz? Evet etmeyiz. Çünkü bilmediklerimiz üzerine ahkâm kesmekte üzerimize yoktur. Küresel medyanın büyük kuşatmasına yerden toplayabildiğimiz taşları atarak yanıt verebileceğimizi sanma safdilliğinde de üzerimize yoktur.
Şurası apaçık bir gerçekliktir: Evet İsrail'in orada öyle var olmasının Batı'nın ve bazı İslam ülkelerinin çıkarına olduğu doğrudur. Ancak, Hıristiyan Batı'nın ve İslam ülkelerinin İsrail'in agresyonuna karşı tavır koymamalarının tek nedeni çıkar ilişkileri değildir. İsrail'in bütün dünyada iletişimi olması gerektiği yönetmesi ve diğerlerinin ise bu konuda yaya kalmasıdır.
Bizde ise durum bundan pek farklı değildir. İletişim ve Algı Yönetimi'nin gücüne ülkemizde sadece AK Parti, dolayısıyla hükümet inanmıştır ve bu konuda derslerini de on küsur yıl boyunca bîhakkın çalışmışlardır. Çalıştıkları içindir ki çelmelere maruz kalmakta ve savunma olarak da sırtlarını yaslayabilecekleri en büyük güç olan halkın araştırma, ölçümleme, anket türü navigasyon aletleri aracılığıyla nabzını tutmaya devam etmektedirler. İletişim disiplini içinde çalışıp da bu meselelere ciddi olarak kafa yoran dünyada ya da ülkemizde kim varsa, AK Parti politikalarını beğensin beğenmesin, hepsinin bu gerçeği teslim ettiklerini, en azından etmeleri gerektiğini düşünebiliriz.
Bir de adalet meselesi vardır tabii ki; bu da hepsinden daha dramatiktir. 'Medya ve devlet olanakları AK Parti'nin elindeyken ona karşı seçim kazanmak zordur!' diyen CHP zihniyetinin ve başarısızlığa bahane arayanların şu sıra TV programlarında sıkça dile getirdikleri bu durum züğürt tesellisinden öteye gitmez. 1983 seçimlerinde Anavatan Partisi'nin elinde hangi olanaklar vardı? 2002'de AK Parti'nin elinde hangi olanaklar vardı? Atatürk 1919'da Samsun'a çıktığında elinde hangi olanaklar vardı? Bu üç durumda da liderlerin elinde iki güç vardı:
Büyük Fikir ve o fikre inanmış kadrolar.
Doğu ve Uzakdoğu'nun kadim kültürleri, Batı'nın postmodernist uygarlığınca eritilip yemeklerine katık edilemiyor ve tersine pek çok kez tanık olunduğu gibi boğazlarına diziliyorsa, bunun nedeni merkezî güçlerin, küresel medya ağının içindeki atar ve toplar damarları tümüyle ele geçirmeyi başaramayışlarındandır.
Venezüella, İsrail Büyükelçisini sınır dışı edecek, Şili de ilişkilerini askıya alacak ve dünya bu dirençten habersiz kalacak. Mümkün müdür? Halkla İlişkiler diye burun kıvırdığınız ne varsa, her birinin 'Büyük Fikir'lere dayanan stratejilerin iletişim aksiyonu olduğunu unutmamamızda yarar var.
'Washington'daki Yahudi lobisinin yönetim binasının ne büyüklükte olduğunu biliyor musunuz? Devasa bir blok.'
Bizce bu tanım ve metafor her şeyi anlatıyor...
Demokrasinin beşiğinden dünyaya hitap ettiğini varsayan büyük merkezî güçlerin bir savaşı başlatırken 'halk iradesi'ne başvurduklarına tarih tanık olmuş mudur dersiniz? Demokrasi ve savaş, tarihi kötülerin yazdığı bu dünyada asla yan yana gelemeyen iki gizemli kavram olarak insanlık tarafından 'anlaşılmayı' bekliyor.
Demokrasinin de savaşın da ortak bir aracı vardır: Teknoloji. İletişimin de çok etkili biçimde kullandığı teknolojiye rağmen, bu karşıt iki kavramın peçeleri suratlarından indirilemiyor. Neden? Çünkü asırlar öncesinin feodal bakış açısıyla küçümsenen Halkla İlişkiler, (PR - Public Relations) 20. yüzyıl boyunca esas olarak bu iki kavrama, demokrasi ve savaşa maksimum başarıyla hizmet vermektedir de ondan.
Bakınız Amerika'ya. Hem 'demokrasinin hamiliği'ni hem de 'savaşın kahramanlığı'nı üstlenirken bu iki büyük hedefini her dem taze tutabilmek için Hollywood'dan başlayarak, tüm dünya medyasını, küresel enformasyon ekonomisini ve geniş anlamda teknolojiyi kuşatma konusunda sizce nasıl bir performans gösteriyor?
Peki İsrail, sizce bu 'Kaslı performans gösterisi'nde ABD'den ne kadar geride ki?
İsrail, Birleşmiş Milletler paylaşım planı uyarınca Ortadoğu'da köprübaşını tuttuğu kırklı yıllardan bu yana, Filistin'in yüzölçümünü gıdım gıdım azaltarak zaman içinde bölgesel gücünü sadece savaş politikalarıyla mı dünyaya kabul ettirmiştir dersiniz?
Hayır! Edebiyattan sinemaya, eğlenceden kültüre, oradan medya devlerine 'Özgürlük!' diye diye nasıl bir 'İsrail Usulü Algılama Yönetimi' modeli oluşturulduğunu bilmeyenimiz var mıdır? Leon Uris'in romanından Otto Preminger tarafından sinemaya uyarlanan Exodüs, ardından Steven Spielberg'in Schindler'in Listesi başta olmak üzere İsrail'in saldırgan politikalarını mübah gösteren, sempatik kılmaya çalışan yüzlerce film arasından en azından yirmi tane filmi ben seyretmişimdir. Hepsinin ortak yanı, Tanrı tarafından 'seçilmiş' bir ulusun asırlar boyu gördüğü zulme karşı her türlü hakkının her türlü yöntemle savunulması gerektiği mesajıdır.
Böyle bir iletişim atağından dolayı Yahudi alemi suçlanabilir mi? Asla! Suçlanması gereken kendini ifade etmekte aciz kalan, üstüne üstlük gerçekliği ifade etmenin yöntemlerine yani PR'a da burun kıvıranlardır. Yani hem kel hem fodul durumunda olanlardır.
Görüntüler dünyasını bir illüzyonist becerisiyle yönetenlerin Ortadoğu'da neler yaptığını bilen biz Müslüman kulların, içimizdeki CHP, MHP, BDP muhalefet odaklarıyla birlikte 'Biz PR Yapmayız Korosu'nda vicdanlarımızı yelpazelerken Gazzeliler can veriyorsa, şu 'Halkla İlişkiler' dedikleri ne menem bir şeydir diye merak da mı etmeyiz? Evet etmeyiz. Çünkü bilmediklerimiz üzerine ahkâm kesmekte üzerimize yoktur. Küresel medyanın büyük kuşatmasına yerden toplayabildiğimiz taşları atarak yanıt verebileceğimizi sanma safdilliğinde de üzerimize yoktur.
Şurası apaçık bir gerçekliktir: Evet İsrail'in orada öyle var olmasının Batı'nın ve bazı İslam ülkelerinin çıkarına olduğu doğrudur. Ancak, Hıristiyan Batı'nın ve İslam ülkelerinin İsrail'in agresyonuna karşı tavır koymamalarının tek nedeni çıkar ilişkileri değildir. İsrail'in bütün dünyada iletişimi olması gerektiği yönetmesi ve diğerlerinin ise bu konuda yaya kalmasıdır.
Bizde ise durum bundan pek farklı değildir. İletişim ve Algı Yönetimi'nin gücüne ülkemizde sadece AK Parti, dolayısıyla hükümet inanmıştır ve bu konuda derslerini de on küsur yıl boyunca bîhakkın çalışmışlardır. Çalıştıkları içindir ki çelmelere maruz kalmakta ve savunma olarak da sırtlarını yaslayabilecekleri en büyük güç olan halkın araştırma, ölçümleme, anket türü navigasyon aletleri aracılığıyla nabzını tutmaya devam etmektedirler. İletişim disiplini içinde çalışıp da bu meselelere ciddi olarak kafa yoran dünyada ya da ülkemizde kim varsa, AK Parti politikalarını beğensin beğenmesin, hepsinin bu gerçeği teslim ettiklerini, en azından etmeleri gerektiğini düşünebiliriz.
Bir de adalet meselesi vardır tabii ki; bu da hepsinden daha dramatiktir. 'Medya ve devlet olanakları AK Parti'nin elindeyken ona karşı seçim kazanmak zordur!' diyen CHP zihniyetinin ve başarısızlığa bahane arayanların şu sıra TV programlarında sıkça dile getirdikleri bu durum züğürt tesellisinden öteye gitmez. 1983 seçimlerinde Anavatan Partisi'nin elinde hangi olanaklar vardı? 2002'de AK Parti'nin elinde hangi olanaklar vardı? Atatürk 1919'da Samsun'a çıktığında elinde hangi olanaklar vardı? Bu üç durumda da liderlerin elinde iki güç vardı:
Büyük Fikir ve o fikre inanmış kadrolar.
Doğu ve Uzakdoğu'nun kadim kültürleri, Batı'nın postmodernist uygarlığınca eritilip yemeklerine katık edilemiyor ve tersine pek çok kez tanık olunduğu gibi boğazlarına diziliyorsa, bunun nedeni merkezî güçlerin, küresel medya ağının içindeki atar ve toplar damarları tümüyle ele geçirmeyi başaramayışlarındandır.
Venezüella, İsrail Büyükelçisini sınır dışı edecek, Şili de ilişkilerini askıya alacak ve dünya bu dirençten habersiz kalacak. Mümkün müdür? Halkla İlişkiler diye burun kıvırdığınız ne varsa, her birinin 'Büyük Fikir'lere dayanan stratejilerin iletişim aksiyonu olduğunu unutmamamızda yarar var.