Şemsiyeyi açmayacaksın!
20 EYLÜL 2006
Kriz durumlarında iletişimin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda kafalar nettir. İşin 5-6 tane kuralı vardır. Bu kuralları tüm okul kitaplarında ya da PR uzmanlarının hatıralarını anlattıkları ‘eserlerinde’ bulabilirsiniz. Ben bu ‘eserleri’ tercih ederim. Çünkü oralarda bazen nelerin yapılmaması gerektiği anlatılır ki, bence esas tecrübe bunlardan edinilir. Bildiğiniz gibi iş ve iletişim alanında başarı, teoriden çok pratikten, bilgiden çok tecrübeden gelir...
Şu sıra en zengin tecrübelerden birini bize BELBİM’in genel müdürü Adnan Şahin yaşatıyor. Çünkü yaptığı şeyler, kriz iletişiminde yapılmaması gereken 9 kusurlu hareketin başında gelir: Eğer bir tarafına şemsiye kaçarsa, sakın ola ki açmayasın!!!
Yani o basın toplantısını düzenlemeyeceksin. Lafı gereksiz yönlere gidecek şekilde yaymayacaksın. Çömlek patladıysa, yani bir şekilde suç üstü yakalanmışsan, debelenmenin alemi yok. Aslanlar gibi çıkıp doğruyu söyleyecek, gereğini yapacak, çayda çıra dansına kalkmayacaksın. Yoksa şemsiyeyi açarsın.. Hasar durduk yerde büyür...
Şu sıra şemsiye açan ne kadar çok kişi var. İşin tuhaf tarafı, bunların çoğunluğu erkek...
Marka vaadi büyük dizi
Bir Amatör Kurtlar Vadisi Uzmanı olarak kendimde Sağır Oda üzerine kelam etme hakkı görüyorum. Kurtlar Vadisi’nin tek bir bölümünü izlemeden diziyi eleştirenlerden olmadım; diziyi gizli gizli hayranlıkla izleyip sonra ortalıkta aleyhinde konuşmayı entelektüellik sanan yarı cahil takımından da değilim.
Önce bu kadar yüksek reyting nasıl alıyor diye meraktan, sonra da 97 bölümün hepsini birden edinip iki haftada tekmilini birden heyecandan izlemiş olanlardanım. 24’de, Lost’da, Prison Break’de olduğu gibi... Kamu oyu ve kamu vicdanını avcunun içine almayı başarmış olanlar (siyasetçiler dahil) hep heyecanlandırmıştır beni.
O nedenle Pazartesi akşamı merakla Kanal D’nin karşısına geçtim. Çünkü en azından üç ‘deve dişi’ gibi ismi Kurtlar Vadisi’nden tanıyordum: Serdar Akar, Soner Yalçın ve Gökhan Kırdar... Dizinin yarattığı hava ve marka vaadi büyüktü...
“Biraz erken konuşuyorsun”, diyebilirsiniz ama tek kelime ile ifade etmeye çalışayım: Olmamış... Benim gibi herkes bu diziyi Kurtlar’la kıyaslayacak ve tahminim o ki, çoğunluk “Olmamış” diyecek. Akar da, Yalçın da akıllı adamlardır. Başta ritm ve mimari olmak üzere neyin aksadığını anında fark edip gerekli düzeltmeleri yapacaklardır. Çünkü dizinin içinde dolaştığı iklim ve ana konu hayli ilginç...
Manajans’dan Art Grup’a müthiş transfer!
Dün reklam ajansı Art Grup’un ev sahipliğinde Think Marketing jüri toplantısı vardı. Bizim de hasbelkader içinde bulunduğumuz jüri, bu yıl Yenilikçi Ürün, Yeni Marka Yaratma, Devrimci Pazarlama Uygulaması ve Büyük Ödül dallarında veriliyor. Kimlerin ödüle layık görüldüğü Marketingİst’in 28 Eylül Perşembe 11.00’deki açılış töreninde.
Jüri toplantısından çok daha ilginç olan iki şey vardı orada: Art Grup’un Maslak’daki yeni ofisi ve Manajans’tan transfer ettikleri yeni elemanları... Garson Tahir Kara...
Bence bir ofisin en önemli elemanıdır garson ve/veya çaycı. O kuruluşun marka vaadini, felsefesini, dünya görüşünü simgeler. Yıllardır bünyesinde yetiştirdiği elemanlarla onlarca yeni ajans doğurmuş olan Manajans, hizmet elemanları konusunda da ‘benchmark’ olmuştur. Onların bir de Selami’leri vardı... Ajansta çalışan yüzden fazla elemanın neyi, nasıl içtiğini bütün ayrıntısıyla bilmekle kalmaz, her gelen konuğun kahve tercihini de hafızaya alır, bir daha sormaya gerek kalmadan aynı kahveyi hazırlardı. Sadece Selami’nin kahvesini içmek adına Manajans’a uğramak için bahane yaratanları bilirim... Tabii ki “Arçelik’in Telve’si çıktı mertlik bozuldu” diyebilirsiniz... Haklısınız. İnsan yine de eski dostları gördüğünde bir hoş oluyor...
Bu arada Art Grup yeni ofise çok emek vermiş. Huzurlu bir iş ortamı yaratmışlar. Üst kat komşuları da çok ilginç: MHP, Genç Parti, DYP... Şaka gibi değil mi?..
Sponsorluk karıştırmaya gelmez
Pazar günkü Akşam’da Arzu Çekirge Paksoy ve Oya Karaağaç hanımlarla yapılmış bir söyleşi vardı. O söyleşideki küçük fakat önemli bir yanlışı düzeltmek ihtiyacını duydum. Aslında bu iki hanım çok hayırlı bir iş yapıyorlar. Arya Sponsorluk adını verdikleri şirketleri vasıtasıyla adam gibi sponsorluk projeleri hazırlıyorlar. Paranın sokağa gitmesini, “Benim de bir sponsorluğum olsun” diye tepinen şirketlerin iletişimi doğru yönetmeden, “Ver kurtul” şeklinde harcama yapmalarını engelliyorlar. Hele bu yıl 20 Eylül’de beşincisini düzenledikleri Sponsorluk Konferansı ile ne kadar gurur duysalar azdır. Bu yılkinin ana mesajı “Süreklilik” imiş. Sponsorluğun olmazsa olmazı yani...
Pekiyi neydi dünkü röportajdaki küçük hata? Paksoy ve Karaağaç, arkadaşımız Şenay Büyükköşdere’nin “Türkiye’de en iyi uygulanmış sponsorluk projelerine örnek verir misiniz?” şeklindeki sorusuna çok net yanıt veriyorlar: Turkcell’in Kardelenler projesi, Garanti Bankası’nın 12 Dev Adam’ı, Petrol Ofisi’nin Formula sponsorluğu, Sabancı’nın Picasso, ardından Rodin Sergisi’ni getirmesi...
Oysa arkadaşların saydıkları örneklerden birincisi diğer üçünden tamamen farklıdır. Turkcell’inki sponsorluk işi değil, bir Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) projesidir ve her şeyi ile diğerlerinden ayrışır. Diğer üç örneği ‘Ticari sponsorluklar’ başlığı altında toplayabiliriz. Takımların formalarına logo koyup sponsor olmak gibi... Oysa örneğin Opet’in Temiz Tuvaletler ya da Tarihe Saygı projeleri, ya da Sabancı’nın, Koç’un eğitim ve sağlık yatırımları birer KSS işidir, sponsorluk değil... Bunları karıştırmak iletişim, dolayısıyla iş bağlamında vahim hatalara neden olabilir. Aman dikkat edile!.. Bizden uyarması.. Keşke bu konuyu konferansta tartışsalar..
Şu sıra en zengin tecrübelerden birini bize BELBİM’in genel müdürü Adnan Şahin yaşatıyor. Çünkü yaptığı şeyler, kriz iletişiminde yapılmaması gereken 9 kusurlu hareketin başında gelir: Eğer bir tarafına şemsiye kaçarsa, sakın ola ki açmayasın!!!
Yani o basın toplantısını düzenlemeyeceksin. Lafı gereksiz yönlere gidecek şekilde yaymayacaksın. Çömlek patladıysa, yani bir şekilde suç üstü yakalanmışsan, debelenmenin alemi yok. Aslanlar gibi çıkıp doğruyu söyleyecek, gereğini yapacak, çayda çıra dansına kalkmayacaksın. Yoksa şemsiyeyi açarsın.. Hasar durduk yerde büyür...
Şu sıra şemsiye açan ne kadar çok kişi var. İşin tuhaf tarafı, bunların çoğunluğu erkek...
Marka vaadi büyük dizi
Bir Amatör Kurtlar Vadisi Uzmanı olarak kendimde Sağır Oda üzerine kelam etme hakkı görüyorum. Kurtlar Vadisi’nin tek bir bölümünü izlemeden diziyi eleştirenlerden olmadım; diziyi gizli gizli hayranlıkla izleyip sonra ortalıkta aleyhinde konuşmayı entelektüellik sanan yarı cahil takımından da değilim.
Önce bu kadar yüksek reyting nasıl alıyor diye meraktan, sonra da 97 bölümün hepsini birden edinip iki haftada tekmilini birden heyecandan izlemiş olanlardanım. 24’de, Lost’da, Prison Break’de olduğu gibi... Kamu oyu ve kamu vicdanını avcunun içine almayı başarmış olanlar (siyasetçiler dahil) hep heyecanlandırmıştır beni.
O nedenle Pazartesi akşamı merakla Kanal D’nin karşısına geçtim. Çünkü en azından üç ‘deve dişi’ gibi ismi Kurtlar Vadisi’nden tanıyordum: Serdar Akar, Soner Yalçın ve Gökhan Kırdar... Dizinin yarattığı hava ve marka vaadi büyüktü...
“Biraz erken konuşuyorsun”, diyebilirsiniz ama tek kelime ile ifade etmeye çalışayım: Olmamış... Benim gibi herkes bu diziyi Kurtlar’la kıyaslayacak ve tahminim o ki, çoğunluk “Olmamış” diyecek. Akar da, Yalçın da akıllı adamlardır. Başta ritm ve mimari olmak üzere neyin aksadığını anında fark edip gerekli düzeltmeleri yapacaklardır. Çünkü dizinin içinde dolaştığı iklim ve ana konu hayli ilginç...
Manajans’dan Art Grup’a müthiş transfer!
Dün reklam ajansı Art Grup’un ev sahipliğinde Think Marketing jüri toplantısı vardı. Bizim de hasbelkader içinde bulunduğumuz jüri, bu yıl Yenilikçi Ürün, Yeni Marka Yaratma, Devrimci Pazarlama Uygulaması ve Büyük Ödül dallarında veriliyor. Kimlerin ödüle layık görüldüğü Marketingİst’in 28 Eylül Perşembe 11.00’deki açılış töreninde.
Jüri toplantısından çok daha ilginç olan iki şey vardı orada: Art Grup’un Maslak’daki yeni ofisi ve Manajans’tan transfer ettikleri yeni elemanları... Garson Tahir Kara...
Bence bir ofisin en önemli elemanıdır garson ve/veya çaycı. O kuruluşun marka vaadini, felsefesini, dünya görüşünü simgeler. Yıllardır bünyesinde yetiştirdiği elemanlarla onlarca yeni ajans doğurmuş olan Manajans, hizmet elemanları konusunda da ‘benchmark’ olmuştur. Onların bir de Selami’leri vardı... Ajansta çalışan yüzden fazla elemanın neyi, nasıl içtiğini bütün ayrıntısıyla bilmekle kalmaz, her gelen konuğun kahve tercihini de hafızaya alır, bir daha sormaya gerek kalmadan aynı kahveyi hazırlardı. Sadece Selami’nin kahvesini içmek adına Manajans’a uğramak için bahane yaratanları bilirim... Tabii ki “Arçelik’in Telve’si çıktı mertlik bozuldu” diyebilirsiniz... Haklısınız. İnsan yine de eski dostları gördüğünde bir hoş oluyor...
Bu arada Art Grup yeni ofise çok emek vermiş. Huzurlu bir iş ortamı yaratmışlar. Üst kat komşuları da çok ilginç: MHP, Genç Parti, DYP... Şaka gibi değil mi?..
Sponsorluk karıştırmaya gelmez
Pazar günkü Akşam’da Arzu Çekirge Paksoy ve Oya Karaağaç hanımlarla yapılmış bir söyleşi vardı. O söyleşideki küçük fakat önemli bir yanlışı düzeltmek ihtiyacını duydum. Aslında bu iki hanım çok hayırlı bir iş yapıyorlar. Arya Sponsorluk adını verdikleri şirketleri vasıtasıyla adam gibi sponsorluk projeleri hazırlıyorlar. Paranın sokağa gitmesini, “Benim de bir sponsorluğum olsun” diye tepinen şirketlerin iletişimi doğru yönetmeden, “Ver kurtul” şeklinde harcama yapmalarını engelliyorlar. Hele bu yıl 20 Eylül’de beşincisini düzenledikleri Sponsorluk Konferansı ile ne kadar gurur duysalar azdır. Bu yılkinin ana mesajı “Süreklilik” imiş. Sponsorluğun olmazsa olmazı yani...
Pekiyi neydi dünkü röportajdaki küçük hata? Paksoy ve Karaağaç, arkadaşımız Şenay Büyükköşdere’nin “Türkiye’de en iyi uygulanmış sponsorluk projelerine örnek verir misiniz?” şeklindeki sorusuna çok net yanıt veriyorlar: Turkcell’in Kardelenler projesi, Garanti Bankası’nın 12 Dev Adam’ı, Petrol Ofisi’nin Formula sponsorluğu, Sabancı’nın Picasso, ardından Rodin Sergisi’ni getirmesi...
Oysa arkadaşların saydıkları örneklerden birincisi diğer üçünden tamamen farklıdır. Turkcell’inki sponsorluk işi değil, bir Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) projesidir ve her şeyi ile diğerlerinden ayrışır. Diğer üç örneği ‘Ticari sponsorluklar’ başlığı altında toplayabiliriz. Takımların formalarına logo koyup sponsor olmak gibi... Oysa örneğin Opet’in Temiz Tuvaletler ya da Tarihe Saygı projeleri, ya da Sabancı’nın, Koç’un eğitim ve sağlık yatırımları birer KSS işidir, sponsorluk değil... Bunları karıştırmak iletişim, dolayısıyla iş bağlamında vahim hatalara neden olabilir. Aman dikkat edile!.. Bizden uyarması.. Keşke bu konuyu konferansta tartışsalar..