Şükran Teyze eşine “Cevdet Bey” derdi…
25 TEMMUZ 2010
Cuma akşamı Mehmet Koçak dostumuz ve sevgili eşi Selma ile Da Mario’da yemekteydik… Bir telefon geldi Mehmet’e… Keyfi kaçtı… Sonra bir telefon daha… Bize döndü: “Annem vefat etmiş” dedi…
Mehmet apar topar masadan kalkarken boynuma sarılıp benim ta yürekten hissettiğim şeyi söyledi: “Bir devir kapandı Ali!”
***
Mehmet benim çocukluk arkadaşım. İTÜ’den Y. Mimar… İstanbul Erkek Lisesi’nde birlikte okuduk.
Babalarımız Cevdet Koçak ve Nihat Saydam Cumhuriyet döneminin ‘Toplum Mühendisliği’ çerçevesinde yurt dışına eğitime gönderilip, Türkiye’ye dönüşlerinde Meslek Liselerinde, daha sonra da yüksek teknik okullarında hocalıkla görevlendirilmiş, eğitim kadrolarının yetiştirilmesine hizmet etmiş beyin takımındandı.
Cevdet Bey Prag’da İç Mimari, Nihat Bey Lille’de (Fransa) Makine Mühendisliği okumuşlar. Cevdet Bey’in Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü’ne (1961 – 1965), Nihat Bey’in Teknik Öğrenim Müsteşarlığı’na (1960 – 1964) giden mesleki kariyerlerinde yolları 1940’da Konya’da kesişmiş. Şükran Hanım’la evli olan Cevdet Bey ile Leman Hanım’la evli olan Nihat Bey’in çocukları da aynı sıra ve adette doğmuşlar: En büyükleri kız. Ortanca ve en küçükleri erkek… Mehmet’in ablası Lale, benim ablam Fügen’le yaşıttı, ağabeyi Sinan da benim ağabeyim Onur’la…
***
Kendileri başka kültür ve dillerde eğitim almış olsalar da, Cevdet Bey ve Nihat Bey çocuklarının Alman kültüründe eğitim almalarını tercih etmişlerdi. Onlara göre Almanya günün birinde Avrupa’nın en büyüğü olacaktı. Bunu tespit ettikleri yıllarda Almanya savaştan yeni çıkmıştı ve ülkede taş üstünde taş yoktu…
Şükran Hanım’la Cevdet Bey aynen Leman Hanım’la Nihat Bey gibi eğlence kültürünü üst düzeyde yaşarlar, örneğin, mükemmel dans ederler, seyahat etmesini, yemesini içmesini ölçülü bir esenlikle yaşamayı bilirlerdi.
Her iki aile çocuklarını ve öğrencilerini aynı ortak dünya görüşleri içinde yetiştirdiler... Popüler kültüre bakışları mesafeliydi… Genel anlamda Şükran Hanım’la Leman Hanım bakarlardı ‘mesafe kültürü yönetimi’ işlerine… Bugün yeni kuşakların ne anlama geldiğini, nasıl bir şey olduğunu anlamakta bazen zorluk çekebildikleri ‘mesafe kültürü yönetimi’ o kuşağın genlerinde vardı sanki.
Hani çocukları bir bakış, bir baş hareketiyle yönetmek; hani ‘teessüf ederim’in en küçük iması ile karşısındaki tüm davranış biçimlerini etkileme becerisi; kimi kendisine ne kadar yakınlaştıracağının, uzakta tutulanın ‘uzakta tutulduğunun farkına bile varmadan’ uzakta tutulduğu; akıl ve gönül kapılarından hangisinin açık olacağının hiçbir zaman şaşırılmadığı; ne zaman oturulup ne zaman kalkılacağının ‘çul çürütmeden’ net bilindiği ilişki ustalıkları…
Şükran Teyze o ustalardandı işte…
***
Her hafta sonunu birlikte geçirirdik. Pazar günleri ailelerden birinin evinde kahvaltı; hemen ardından, gençlerin biletleri önden aldıkları 11.00 matinesine Opera ya da Süreyya sinemasında o haftanın filmini izlemece...
Yaz aylarında Koçaklar trene Söğütlüçeşme’den binerdi; biz Feneryolu’ndan. Doğru Süreyya Plajı’na… Ya da Kaynarca’ya, deniz kıyısında piknik yapmaya.
Şükran Teyze gibi kadınlar sadece evin seren direkleri değildi… Onlar aynı zamanda ailenin ‘yaşam ritmini’ de belirliyorlardı. Sanki ‘kültürel’ unsurları erkekler taşırken ‘değerlerin’ sırtlayıcıları kadınlardı…
Şükran Teyze biraz da bu nedenle mi kocası ölene kadar ona “Cevdet Bey” diye hitap etmişti acaba?.. Sevginin ancak saygının beslediği topraklarda yeşerebileceğini ne kadar iyi biliyorlardı…
***
Çok güzel bir kadındı Şükran Teyze… Öyle böyle değil. Gözünü alamazdın… Leman Hanım da öyle… İki çift süslenip püslenip Cumhuriyet Balosu, Mezuniyet Balosu, düğün dernek, arkadaş toplantısı ortalığa döküldüler mi; Viyana valslerinin tınısında yıkılırdı ortalık…
Daimi yatılı olarak 4 yılımı geçireceğim İstanbul Erkek Lisesi’ne ilk gün beni Şükran Teyze götürmüştü… Annemler İstanbul dışındaydı. Yatağımı yorganımı, yalnız uyursam bugün bile sarılıp yattığım yastığımı denk edip götürmüştü okula. Bir elinde Mehmet, diğerinde ben…
Şükran Teyze ile birlikte sadece Cumhuriyetin İdealler Kuşağının son fertlerinden biri daha hayatımdan çekip gitmekle kalmadı, bir iki istisna dışında yerlerine yenilerinin konabileceği konusundaki endişemin sürekli artışına bir türlü engel olamadığım bir anlayış, nezahet, zarafet, sevgi ve saygı bütünlüğü, derinlik, aziz ve kadim dostluk taşlarından biri daha eksildi.
Nur içinde yat Şükran Teyze…
Mehmet apar topar masadan kalkarken boynuma sarılıp benim ta yürekten hissettiğim şeyi söyledi: “Bir devir kapandı Ali!”
***
Mehmet benim çocukluk arkadaşım. İTÜ’den Y. Mimar… İstanbul Erkek Lisesi’nde birlikte okuduk.
Babalarımız Cevdet Koçak ve Nihat Saydam Cumhuriyet döneminin ‘Toplum Mühendisliği’ çerçevesinde yurt dışına eğitime gönderilip, Türkiye’ye dönüşlerinde Meslek Liselerinde, daha sonra da yüksek teknik okullarında hocalıkla görevlendirilmiş, eğitim kadrolarının yetiştirilmesine hizmet etmiş beyin takımındandı.
Cevdet Bey Prag’da İç Mimari, Nihat Bey Lille’de (Fransa) Makine Mühendisliği okumuşlar. Cevdet Bey’in Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü’ne (1961 – 1965), Nihat Bey’in Teknik Öğrenim Müsteşarlığı’na (1960 – 1964) giden mesleki kariyerlerinde yolları 1940’da Konya’da kesişmiş. Şükran Hanım’la evli olan Cevdet Bey ile Leman Hanım’la evli olan Nihat Bey’in çocukları da aynı sıra ve adette doğmuşlar: En büyükleri kız. Ortanca ve en küçükleri erkek… Mehmet’in ablası Lale, benim ablam Fügen’le yaşıttı, ağabeyi Sinan da benim ağabeyim Onur’la…
***
Kendileri başka kültür ve dillerde eğitim almış olsalar da, Cevdet Bey ve Nihat Bey çocuklarının Alman kültüründe eğitim almalarını tercih etmişlerdi. Onlara göre Almanya günün birinde Avrupa’nın en büyüğü olacaktı. Bunu tespit ettikleri yıllarda Almanya savaştan yeni çıkmıştı ve ülkede taş üstünde taş yoktu…
Şükran Hanım’la Cevdet Bey aynen Leman Hanım’la Nihat Bey gibi eğlence kültürünü üst düzeyde yaşarlar, örneğin, mükemmel dans ederler, seyahat etmesini, yemesini içmesini ölçülü bir esenlikle yaşamayı bilirlerdi.
Her iki aile çocuklarını ve öğrencilerini aynı ortak dünya görüşleri içinde yetiştirdiler... Popüler kültüre bakışları mesafeliydi… Genel anlamda Şükran Hanım’la Leman Hanım bakarlardı ‘mesafe kültürü yönetimi’ işlerine… Bugün yeni kuşakların ne anlama geldiğini, nasıl bir şey olduğunu anlamakta bazen zorluk çekebildikleri ‘mesafe kültürü yönetimi’ o kuşağın genlerinde vardı sanki.
Hani çocukları bir bakış, bir baş hareketiyle yönetmek; hani ‘teessüf ederim’in en küçük iması ile karşısındaki tüm davranış biçimlerini etkileme becerisi; kimi kendisine ne kadar yakınlaştıracağının, uzakta tutulanın ‘uzakta tutulduğunun farkına bile varmadan’ uzakta tutulduğu; akıl ve gönül kapılarından hangisinin açık olacağının hiçbir zaman şaşırılmadığı; ne zaman oturulup ne zaman kalkılacağının ‘çul çürütmeden’ net bilindiği ilişki ustalıkları…
Şükran Teyze o ustalardandı işte…
***
Her hafta sonunu birlikte geçirirdik. Pazar günleri ailelerden birinin evinde kahvaltı; hemen ardından, gençlerin biletleri önden aldıkları 11.00 matinesine Opera ya da Süreyya sinemasında o haftanın filmini izlemece...
Yaz aylarında Koçaklar trene Söğütlüçeşme’den binerdi; biz Feneryolu’ndan. Doğru Süreyya Plajı’na… Ya da Kaynarca’ya, deniz kıyısında piknik yapmaya.
Şükran Teyze gibi kadınlar sadece evin seren direkleri değildi… Onlar aynı zamanda ailenin ‘yaşam ritmini’ de belirliyorlardı. Sanki ‘kültürel’ unsurları erkekler taşırken ‘değerlerin’ sırtlayıcıları kadınlardı…
Şükran Teyze biraz da bu nedenle mi kocası ölene kadar ona “Cevdet Bey” diye hitap etmişti acaba?.. Sevginin ancak saygının beslediği topraklarda yeşerebileceğini ne kadar iyi biliyorlardı…
***
Çok güzel bir kadındı Şükran Teyze… Öyle böyle değil. Gözünü alamazdın… Leman Hanım da öyle… İki çift süslenip püslenip Cumhuriyet Balosu, Mezuniyet Balosu, düğün dernek, arkadaş toplantısı ortalığa döküldüler mi; Viyana valslerinin tınısında yıkılırdı ortalık…
Daimi yatılı olarak 4 yılımı geçireceğim İstanbul Erkek Lisesi’ne ilk gün beni Şükran Teyze götürmüştü… Annemler İstanbul dışındaydı. Yatağımı yorganımı, yalnız uyursam bugün bile sarılıp yattığım yastığımı denk edip götürmüştü okula. Bir elinde Mehmet, diğerinde ben…
Şükran Teyze ile birlikte sadece Cumhuriyetin İdealler Kuşağının son fertlerinden biri daha hayatımdan çekip gitmekle kalmadı, bir iki istisna dışında yerlerine yenilerinin konabileceği konusundaki endişemin sürekli artışına bir türlü engel olamadığım bir anlayış, nezahet, zarafet, sevgi ve saygı bütünlüğü, derinlik, aziz ve kadim dostluk taşlarından biri daha eksildi.
Nur içinde yat Şükran Teyze…