3ü1 Arada’nın 3C’si
01 Mayıs 2006 - Marketing Türkiye
Her sponsorluk her markaya, etkinliğe, programa, diziye uymuyor. Eğreti duruyor, hedefine ulaşmıyor, istenen algıyı yaratamıyor. Çok başarılı örnekleri de var. Mesela Vestel’in Süreyya Ayhan sponsorluğu o dönemki şartlar uygun olup devam etseydi, ders niteliğindeydi. Ya da Akbank’ın İstanbul Film Festivali, Garanti Bankası’nın 12 Dev Adam, Orkid’in Filenin Sultanları sponsorlukları. Hem akıllarda kalıcı hem de sponsor olan firmanın algısına ve itibarına katkısı büyük.
Daha önceki yazılarda bir çok kez sponsorluk iletişimi ile ilgili en önemli unsurun 3C (Creativity, Consistency, Continuity. Yani yaratıcılık, tutarlılık ve süreklilik) kuralı olduğundan söz etmiştim. O kadar ki, Klan reklam ajansının yönetici ortağı sevgili Levent Erdem ne zaman karşılaşsak, “Bıktık artık senin şu 3 C muhabbetinden” demekten kendisini alamaz olmuştu. Ama Levent de bilir ki, algılamayı yönetebilmenin yollarından biri de tekrardır. Bıkmadan usanmadan tekrar... Çünkü bu üç C kuralına uyulmadığı için sokağa atılan o kadar çok emek, o kadar çok para vardır ki, ne kadar tekrarlasak azdır bu nedenle...
Şu sıralar gerek hedef kitle ile uyumu gerekse itibara katkısı açısından başarılı sponsorluklardan biri de hiç şüphesiz Nescafe’nin projesi. Kanal D’de yayınlanan ve cumartesi günleri en çok izlenen programlar arasında yer alan ‘Benimle Dans Eder misin?’e sponsor olan “Nescafe 3ü1 Arada” dört başı mamur bir iş yapıyor.
Konsept şu: “Aşk, yetenek ve çok çalışmak...” Üçünü bir araya getiren “Mükemmel Dansçı” Nescafe’den yurtdışında dans eğitimi kazanacak.
Dansçıların birbirinden iyi ve etkileyici performansları ile Nescafe’nin bu işbirliğinin sürekliliği sağlanabilirse hedef yakalanır hatta aşılır.
Reebok’un bir tek “Deh!” demediği kalmış!
Bizim dergi çıkınca bütün sayfalarına tek tek bakıyorum. Tabii önce kendi yazımı okuyorum. Serde megolamanlık var ya... Kuzguna yavrusu dünya güzeli gibi gelirmiş... Ben de Marketing Türkiye’nin şu sıra Türkiye’de iletişimin her alanıyla ilgili en güncel haberleri ve gelişmeleri almak için en ideal kaynak olduğunu düşünüyorum.
Bu çerçevede geçen sayıda iki haber dikkatimi çekti.
İlki, kısa kısalarda yer alan ‘Botox, Taktik İletişim’in’ başlıklı haber. Aklıma hemen Orkid, Sana, Selpak, Jilet, Nescafe gibi ürünler geldi. İlk bakışta bir marka adı gibi görünse de zamanla jenerik hale gelip, aynı kategorideki tüm markaların genel adı olmuştu. Bir yenisi daha eklendi diye düşündüm.
Prof.Dr. Osman Müftüoğlu’nun bir sohbetimiz esnasında şöyle demişti: “Kadınların güzellik ve bakım ile ilgili alışverişleri esnasında IQ’ları yarıya düşüyor”. Botox da son yıllarda hem bir ürün, hem de bir hizmet olmasının yanı sıra zihinlerde jenerik hale gelmiş durumda. Buna rağmen konumunu korumak ve geliştirmek adına iletişim danışmanlığı hizmeti alması, altı çizilecek bir ‘iş yaklaşımı’. Hani “İşimiz tıkırında, iletişime ne gerek var?” diyenler var ya... Sözümüz onlara.
İkinci habere ise inanmakta zorlandım açıkçası. Haber şöyle: “Tequila/İstanbul, spor giyim markası Reebok’ın koşu ayakkabılarına özel bir ilan hazırladı. Geçtiğimiz günlerde yayınlanmaya başlanan ilanda “Yarışa hazırsın” başlığı kullanılıyor. İlanda ayrıca koşu ayakkabısı at nalı ile özdeşleştirilerek yarışçı ruhu yansıtılmaya çalışılmış. Yetkililer ilanın “At Dünyası” dergisinde yayınlandığını bildiriyor.”
Kırk yıl düşünsem Reebok koşu ayakkabılarıyla at nalının bir reklamda bir araya getirilebileceğine ihtimal vermezdim. Hadi geldi diyelim; peki, koşucunun ayakkabısının at nalı ile, bunun sonucunda da koşucunun at ile özdeşleştirilmesine, üstüne üstlük ilanın At Dünyası Dergisi’nde yayınlanmasına ne demeli?..
THY sürekli ısınıyor
Fenerbahçe bir zamanlar Bulgarların ünlü futbulcusu Kostadinof’u ilerlemiş yaşına rağmen transfer etmişti. Fener’e gelen pek çok şöhretin başına geldiği kısa bir süre sonra Kostadinof’un aslan vuramadığı belli olmuş, fukara adam yedeğe çekilmişti. Her maçta takımla beraber sahaya çıkar, sürekli kale arkasında ısınır, bir türli sahaya sürülmezdi...
İşte bizim THY’nin hali de bu Bulgarcığın durumunu andırıyor. Özelleştirilmesi hep gündemde olduğu için sürekli ısınıyor anlaşılan. Ama bir türlü sahaya çıkamıyor. Bu nedenle de kurumsal prestij reklamlarının ardı arkası kesilmiyor. Sadece yeni hatların açılması için böyle kurumsal bir reklam yapılır mı? Yorum Ajansın yönettiği “Gökyüzünü değiştiriyoruz”, “Dünyayı sarıyoruz” vaatleriyle başlayan kampanya da bu diziden. Ajansı kutluyorum. Çok etkileyici; tamam. Hem içeriye hem de dışarıya mesajını açık bir şekilde veriyor; harika. Çekimler, bilgisayar uygulamaları (bulutlardan laleler) süper... Eee... Nerede iş sonucu?..
Bakalım THY ne zaman uçuşa geçecek? Motorları ısıtıp durmak yetmez...
Kısa... Kısa...
Daha önceki yazılarda bir çok kez sponsorluk iletişimi ile ilgili en önemli unsurun 3C (Creativity, Consistency, Continuity. Yani yaratıcılık, tutarlılık ve süreklilik) kuralı olduğundan söz etmiştim. O kadar ki, Klan reklam ajansının yönetici ortağı sevgili Levent Erdem ne zaman karşılaşsak, “Bıktık artık senin şu 3 C muhabbetinden” demekten kendisini alamaz olmuştu. Ama Levent de bilir ki, algılamayı yönetebilmenin yollarından biri de tekrardır. Bıkmadan usanmadan tekrar... Çünkü bu üç C kuralına uyulmadığı için sokağa atılan o kadar çok emek, o kadar çok para vardır ki, ne kadar tekrarlasak azdır bu nedenle...
Şu sıralar gerek hedef kitle ile uyumu gerekse itibara katkısı açısından başarılı sponsorluklardan biri de hiç şüphesiz Nescafe’nin projesi. Kanal D’de yayınlanan ve cumartesi günleri en çok izlenen programlar arasında yer alan ‘Benimle Dans Eder misin?’e sponsor olan “Nescafe 3ü1 Arada” dört başı mamur bir iş yapıyor.
Konsept şu: “Aşk, yetenek ve çok çalışmak...” Üçünü bir araya getiren “Mükemmel Dansçı” Nescafe’den yurtdışında dans eğitimi kazanacak.
Dansçıların birbirinden iyi ve etkileyici performansları ile Nescafe’nin bu işbirliğinin sürekliliği sağlanabilirse hedef yakalanır hatta aşılır.
Reebok’un bir tek “Deh!” demediği kalmış!
Bizim dergi çıkınca bütün sayfalarına tek tek bakıyorum. Tabii önce kendi yazımı okuyorum. Serde megolamanlık var ya... Kuzguna yavrusu dünya güzeli gibi gelirmiş... Ben de Marketing Türkiye’nin şu sıra Türkiye’de iletişimin her alanıyla ilgili en güncel haberleri ve gelişmeleri almak için en ideal kaynak olduğunu düşünüyorum.
Bu çerçevede geçen sayıda iki haber dikkatimi çekti.
İlki, kısa kısalarda yer alan ‘Botox, Taktik İletişim’in’ başlıklı haber. Aklıma hemen Orkid, Sana, Selpak, Jilet, Nescafe gibi ürünler geldi. İlk bakışta bir marka adı gibi görünse de zamanla jenerik hale gelip, aynı kategorideki tüm markaların genel adı olmuştu. Bir yenisi daha eklendi diye düşündüm.
Prof.Dr. Osman Müftüoğlu’nun bir sohbetimiz esnasında şöyle demişti: “Kadınların güzellik ve bakım ile ilgili alışverişleri esnasında IQ’ları yarıya düşüyor”. Botox da son yıllarda hem bir ürün, hem de bir hizmet olmasının yanı sıra zihinlerde jenerik hale gelmiş durumda. Buna rağmen konumunu korumak ve geliştirmek adına iletişim danışmanlığı hizmeti alması, altı çizilecek bir ‘iş yaklaşımı’. Hani “İşimiz tıkırında, iletişime ne gerek var?” diyenler var ya... Sözümüz onlara.
İkinci habere ise inanmakta zorlandım açıkçası. Haber şöyle: “Tequila/İstanbul, spor giyim markası Reebok’ın koşu ayakkabılarına özel bir ilan hazırladı. Geçtiğimiz günlerde yayınlanmaya başlanan ilanda “Yarışa hazırsın” başlığı kullanılıyor. İlanda ayrıca koşu ayakkabısı at nalı ile özdeşleştirilerek yarışçı ruhu yansıtılmaya çalışılmış. Yetkililer ilanın “At Dünyası” dergisinde yayınlandığını bildiriyor.”
Kırk yıl düşünsem Reebok koşu ayakkabılarıyla at nalının bir reklamda bir araya getirilebileceğine ihtimal vermezdim. Hadi geldi diyelim; peki, koşucunun ayakkabısının at nalı ile, bunun sonucunda da koşucunun at ile özdeşleştirilmesine, üstüne üstlük ilanın At Dünyası Dergisi’nde yayınlanmasına ne demeli?..
THY sürekli ısınıyor
Fenerbahçe bir zamanlar Bulgarların ünlü futbulcusu Kostadinof’u ilerlemiş yaşına rağmen transfer etmişti. Fener’e gelen pek çok şöhretin başına geldiği kısa bir süre sonra Kostadinof’un aslan vuramadığı belli olmuş, fukara adam yedeğe çekilmişti. Her maçta takımla beraber sahaya çıkar, sürekli kale arkasında ısınır, bir türli sahaya sürülmezdi...
İşte bizim THY’nin hali de bu Bulgarcığın durumunu andırıyor. Özelleştirilmesi hep gündemde olduğu için sürekli ısınıyor anlaşılan. Ama bir türlü sahaya çıkamıyor. Bu nedenle de kurumsal prestij reklamlarının ardı arkası kesilmiyor. Sadece yeni hatların açılması için böyle kurumsal bir reklam yapılır mı? Yorum Ajansın yönettiği “Gökyüzünü değiştiriyoruz”, “Dünyayı sarıyoruz” vaatleriyle başlayan kampanya da bu diziden. Ajansı kutluyorum. Çok etkileyici; tamam. Hem içeriye hem de dışarıya mesajını açık bir şekilde veriyor; harika. Çekimler, bilgisayar uygulamaları (bulutlardan laleler) süper... Eee... Nerede iş sonucu?..
Bakalım THY ne zaman uçuşa geçecek? Motorları ısıtıp durmak yetmez...
Kısa... Kısa...
- 2006 yılının otomobili seçilerek “Car of the year” ödülünü 22 ülkeden 58 gazetecinin oylarıyla kazanan yeni Renault Clio, İstanbul’da görücüye çıktı. Dört beşlik bir organizasyon. Bir sürü ilk... Erman Toroğlu ve Şansal Büyüka son derece yenilikçi (inovatif) bir fikir. Beyaz yine o Beyaz... İnsan bir tek soruya takılıyor: Bunca masraf yapılmasaydı da Clio zaten satmaz mıydı? Diyeceksiniz ki, o lansman toplantısı olmasa sen burada bunları yazacak mıydın? Eh, burada bu etkinliğe imza atanları kutlayarak haklarını vermeliyim...
- Çocukluğumdan beri Türkan Hanım’a hayranımdır. Yıllar önce Hey Dergisi’nde çalışırken kendisiyle röportaj yapmam söylendiğinde elim ayağıma karışmıştı. Tarabya Oteli’nde randevu vermişti. Söyleşimizi yaptıktan sonra ben de onlarca gazeteci gibi bir süre “Türkan Şoray bana âşık” diye etrafta dolaşmıştım. Herkeste bu duyguyu yaratırdı. Aynı duyguyu Dinarsu reklamında da yaşadığımı söylemeliyim. Hem de hiç tereddüt etmeden...
- Bu yıl Zürih’te beşincisi düzenlenen “Uluslararası Zeytinyağı Ödülleri” töreninde bir ödül de Türk Firması “Ne extra oleas”/Sadece Zeytin almış. Üç şey dikkatimi çekti. Böyle bir yarışmaya 13 Türk firmasının katılmış olması. Bizimkilerin sadece bir tek ‘özel ödül’ almış olmaları. Bir de İtalya’nın çeşitli kategorilerdeki ödüllerin neredeyse %80’ini götürmüş olması...
- Haftalardır yazıp durduk. Şu Kemik, burun, bağırsak ve beyinin bebeklerini yaptırıp piyasaya sürün, çocuklardan çok büyükler ilgi duyacaklardır, dedik. Aslında Pınar bu işi çok önceden görüp reklam filmi başladığı anda bebekleri satışa sunmalıydı. Geciktiler ama nihayet halletmişler galiba. Çin`de 1 milyon 200 bin organ kuklasının üretimine başlanmış. Önümüzdeki haftalarda Türkiye`de başlanacak kampanya ile, Pınar ürünlerini alanlar, puan toplayarak bu kuklaların sahibi olabileceklermiş.
- Molped’e bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Bana denemem için yine kutu içinde üç paket Molped yollamışlar. Adımı Aliye falan mı zannettiler diye düşünmedim. Bir kere daha yollamışlardı. Ben de burada “Asimetrik ve tek yönlü iletişime” örnek, diye yazmıştım. Herhalde bu kez şaka yapıyorlar. Eğer erkek kadın bakmadan kasten yapıyorlarsa bu promosyonu hiç itirazım yok. Ama gözden kaçıyorsa, ‘Huston we have a problem!” durumu var demektir...