AK Parti çelişkiden beslenmez
24 mart 2015 yeni şafak
Dün bizim gazetede iki yazı özellikle dikkatimi çekti. Biri Abdülkadir Selvi’nin kaleme aldığı “Büyü bozuluyor” başlıklı yazısı; diğeri ise yazısını “Çatlak arayan çatlaklara fırsat vermemek lazım Bülent abi…” diye bitirmiş olan Hikmet Genç’in makalesi… Her ikisine de eğer okumadıysanız, mutlaka internetten bir göz atın.
Oysa hava çoktan yumuşamış olmalı… Cumartesi akşamı geç vakit Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan 1,5 saat görüşmüşler… Dün de Çankaya’daki toplantılar; endişe bulutlarını kısmen de olsa dağıtmaya yetecektir. Endişeli Modern Muhafazakârlar bir nebze olsun rahat nefes almış olabilirler…
Bu arada hemen dedikodular başladı… CHP yanlısı araştırmacıların her seçimden önce ortaya attıkları abartılı rakamlara, paralel yapı borazanlarının çatlak arayanları destekleyen ve körükleyen yaklaşımlarına bakarsanız ortada var olduğu düşünülen “nifak tohumlarının kolay yeşereceği mümbit topraklar” hafiften kurumaya başlamış gibi gözüküyor…
Bu durumu tamamen ortadan kaldırmanın ise, ancak her türden müphemiyete son vermekle mümkün olacağını iletişimciler bilir… Endişeli modern muhafazakârların, AK Parti’de pek söz konusu olmayan müphemiyet duygusunun zerresine tahammülleri yok. Oysa bu ve benzeri türden ‘İç çekişmeler’ CHP için ‘vaka-i adiyeden’dir… Onlar sanki çelişkiden beslenir gibidirler. İtişip kakışmazlarsa, garipsenir…
Oysa bu tarafta 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ne yapacağı; Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in bir sonraki adımlarının nasıl tecelli edeceği; Bülent Arınç’ın çıkışlarındaki keskin tavır; Şeffaflık Yasası, İç Güvenlik Yasası, MİT Müsteşarı, 4 Bakan’ın durumu vb… Tüm bu saydıklarımızın seçime çeyrek kala, bir iki aya yoğunlaşması…
İşte buna tahammülleri yok endişeli muhafazakârların… Hemen bir panik havası... Twitter ortamında sataşmaların bini bir para…
Söylendiğine göre, Cumartesi gecesi Başbakanı görüşmeye, Cumhurbaşkanı Erdoğan çağırmış… Doğrusu da budur. Liderin ‘düdük çalıp’, oyunu durdurduktan sonra, sakin bir şekilde durumun değerlendirilip ondan sonra yeniden her şeye ‘start verilmesini’ sağlamasının vakti gelmişti…
Bizce muhalefet ve Erdoğan düşmanları boşuna zil takıp oynuyorlar… AK Parti safları mutlaka birbirine kilitlenip hedefe yürüyecektir… Çünkü tabanda herhangi bir sorun yoktur. Bütün araştırmalar da (Sonar’ınki hariç) bunu göstermektedir…
HR, ‘İnsan Kaynakları’ değildir…
Bazı kavramları olduğu gibi Batı’dan tercümeyle devralıp kullanırken yapılan tahrifatın giderilmesi bazen onlarca yıl alır… Örneğin, Public Relation… Halkla İlişkiler denmiş Türkçede… Oysa ‘Public’ halktan daha ötede bir anlam taşır. Türkçede ‘Kamu’ diye karşılanan bir kavramdır… Oysa ‘Kamu’ dendiği zaman da bizde anlaşılan devlet bürokrasisidir aynı zamanda…
Bir başka örnek üç C’de çıkar ortaya… İngilizcesiyle Consumer, Customer, Client… Bunları birincisi kolay… ‘Tüketici’ diye karşılanmış. Peki Customer’a ne demişler?... Müşteri demişler… Tamam… Ya Client?.. Anlaşılır gibi değil ancak pratikte ona da Müşteri demişiz, iyi mi?.. Oysa Customer ile Client arasında dağlar kadar fark vardır… Biz 2005’te yayınlanmış olan kitabımızda “Özel Müşteri diyelim” diye önerdik… Şimdilik böyle gidiyor…
Peki, İnsan Kaynakları’na ne demeli? İngilizcesi Human Resources… Human Sources değil yani… Kaynak Source’un karşılığı… Ya Resource ne ola ki… Source’dan farklı olmalı değil mi? Ama bizimkiler aradaki farka fazla ‘takılmadan’ basmışlar İnsan Kaynakları’nı…
Biz de 1999’dan bu yana bu kavrama kitaplarımızda, makalelerimizde, üniversitede verdiğimiz derslerde bu nedenle karşı çıkmışız… İnsan Ortaçağ’da alınıp satılan bir meta; Sanayi Toplumu’nda tüketilip bir kenara atılan bir kaynak; Bilgi Toplumu’nda ise sürekli yeniden üretilebilen bir kıymet olarak ele alınmak durumundaydı. Bu durumu belki ‘Resource’ karşılayabilirdi ancak ‘Kaynak’ kavramı asla…
Bakalım ne zaman kendi tecrübelerimiz, akıl, ilim ve irfanımızla kendi kavramlarımızı, yaklaşımlarımızı üretebileceğiz? Benzer bir akıl yürütmeyi, Sosyal Demokrasi için de yapabiliriz. Biraz düşünsek neden CHP’nin dünya görüşünün bir türlü Türkiye’ye uymadığını anlardık… Ya da Feminizm’in bizde neden yaygınlık kazanamadığını…
Oysa hava çoktan yumuşamış olmalı… Cumartesi akşamı geç vakit Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan 1,5 saat görüşmüşler… Dün de Çankaya’daki toplantılar; endişe bulutlarını kısmen de olsa dağıtmaya yetecektir. Endişeli Modern Muhafazakârlar bir nebze olsun rahat nefes almış olabilirler…
Bu arada hemen dedikodular başladı… CHP yanlısı araştırmacıların her seçimden önce ortaya attıkları abartılı rakamlara, paralel yapı borazanlarının çatlak arayanları destekleyen ve körükleyen yaklaşımlarına bakarsanız ortada var olduğu düşünülen “nifak tohumlarının kolay yeşereceği mümbit topraklar” hafiften kurumaya başlamış gibi gözüküyor…
Bu durumu tamamen ortadan kaldırmanın ise, ancak her türden müphemiyete son vermekle mümkün olacağını iletişimciler bilir… Endişeli modern muhafazakârların, AK Parti’de pek söz konusu olmayan müphemiyet duygusunun zerresine tahammülleri yok. Oysa bu ve benzeri türden ‘İç çekişmeler’ CHP için ‘vaka-i adiyeden’dir… Onlar sanki çelişkiden beslenir gibidirler. İtişip kakışmazlarsa, garipsenir…
Oysa bu tarafta 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ne yapacağı; Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in bir sonraki adımlarının nasıl tecelli edeceği; Bülent Arınç’ın çıkışlarındaki keskin tavır; Şeffaflık Yasası, İç Güvenlik Yasası, MİT Müsteşarı, 4 Bakan’ın durumu vb… Tüm bu saydıklarımızın seçime çeyrek kala, bir iki aya yoğunlaşması…
İşte buna tahammülleri yok endişeli muhafazakârların… Hemen bir panik havası... Twitter ortamında sataşmaların bini bir para…
Söylendiğine göre, Cumartesi gecesi Başbakanı görüşmeye, Cumhurbaşkanı Erdoğan çağırmış… Doğrusu da budur. Liderin ‘düdük çalıp’, oyunu durdurduktan sonra, sakin bir şekilde durumun değerlendirilip ondan sonra yeniden her şeye ‘start verilmesini’ sağlamasının vakti gelmişti…
Bizce muhalefet ve Erdoğan düşmanları boşuna zil takıp oynuyorlar… AK Parti safları mutlaka birbirine kilitlenip hedefe yürüyecektir… Çünkü tabanda herhangi bir sorun yoktur. Bütün araştırmalar da (Sonar’ınki hariç) bunu göstermektedir…
HR, ‘İnsan Kaynakları’ değildir…
Bazı kavramları olduğu gibi Batı’dan tercümeyle devralıp kullanırken yapılan tahrifatın giderilmesi bazen onlarca yıl alır… Örneğin, Public Relation… Halkla İlişkiler denmiş Türkçede… Oysa ‘Public’ halktan daha ötede bir anlam taşır. Türkçede ‘Kamu’ diye karşılanan bir kavramdır… Oysa ‘Kamu’ dendiği zaman da bizde anlaşılan devlet bürokrasisidir aynı zamanda…
Bir başka örnek üç C’de çıkar ortaya… İngilizcesiyle Consumer, Customer, Client… Bunları birincisi kolay… ‘Tüketici’ diye karşılanmış. Peki Customer’a ne demişler?... Müşteri demişler… Tamam… Ya Client?.. Anlaşılır gibi değil ancak pratikte ona da Müşteri demişiz, iyi mi?.. Oysa Customer ile Client arasında dağlar kadar fark vardır… Biz 2005’te yayınlanmış olan kitabımızda “Özel Müşteri diyelim” diye önerdik… Şimdilik böyle gidiyor…
Peki, İnsan Kaynakları’na ne demeli? İngilizcesi Human Resources… Human Sources değil yani… Kaynak Source’un karşılığı… Ya Resource ne ola ki… Source’dan farklı olmalı değil mi? Ama bizimkiler aradaki farka fazla ‘takılmadan’ basmışlar İnsan Kaynakları’nı…
Biz de 1999’dan bu yana bu kavrama kitaplarımızda, makalelerimizde, üniversitede verdiğimiz derslerde bu nedenle karşı çıkmışız… İnsan Ortaçağ’da alınıp satılan bir meta; Sanayi Toplumu’nda tüketilip bir kenara atılan bir kaynak; Bilgi Toplumu’nda ise sürekli yeniden üretilebilen bir kıymet olarak ele alınmak durumundaydı. Bu durumu belki ‘Resource’ karşılayabilirdi ancak ‘Kaynak’ kavramı asla…
Bakalım ne zaman kendi tecrübelerimiz, akıl, ilim ve irfanımızla kendi kavramlarımızı, yaklaşımlarımızı üretebileceğiz? Benzer bir akıl yürütmeyi, Sosyal Demokrasi için de yapabiliriz. Biraz düşünsek neden CHP’nin dünya görüşünün bir türlü Türkiye’ye uymadığını anlardık… Ya da Feminizm’in bizde neden yaygınlık kazanamadığını…