Aklımız karşı, içimiz kan ağlıyor...
13 Kasım 2009 Akşam Gazetesi
Türk halkının ortak ruhi şekillenmesini anlamak isteyen için ortada müthiş bir laboratuvar çalışması olanağı var: Süreyya Ayhan’ın ömür boyu boykot cezasına çarptırılma olayı...
Kamuoyu ile kamu vicdanı arasındaki farkları, çelişkileri, çatışmaları ve de bütünleşmeleri bu örnekte yaşamak ve anlamak mümkündür... Kime sorduysam, kiminle konuştuysam aynı tepki... Müthiş bir empati, sınırsız bir acıma, şefkat, anlayış; bir o kadar da öfke...
Hem kocaya, hem federasyona, hem de CAS’a bir dolu öfke...
Hata üstüne hata... Hem iletişimde hem de taktik uygulamada... Sonuncusu en berbatı... ‘4 yıl men’ cezasına itiraz et; sen misin dört yıla itiraz eden, al sana ‘ömür boyu men’... Dört yıl men cezasını sineye çekse yırtacak... Hayır... Serde ‘Taşra mütegallibesi cinliği’ var ya; “Gel itiraz edelim. Domuzdan ne kıl koparırsak kârdır” dedirtiverir insana...
Kamuoyunun yapılan hataları kabullenmesi imkânsız... Akıl affetmiyor ve “Affedilmesin!” diyor. Ama vicdan... Ah o vicdan!.. Alabildiğine muazzep... Süreyya’nın gözlerindeki hüzün her türden akli muhakemeyi unutturabilir insana...
Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın varmış ya... Peki, her başarısız kadının arkasında; hem de her türlü başarıyı yakaladı yakalayacak durumundayken bir anda başarısızlıklara müptela olan her kadının arkasında ne varmış?..
Bu akli muhakemeyi bile unutturdu Süreyya’nın gözlerindeki hüzün...
Algılamanın %90’ını duygusal faktörler belirliyor ya... Ne bekledim bugün biliyor musunuz?.. Anında bir açıklama... Bugünkü gazetelerin birinci sayfasında yer almama olasılığı sıfır... Kelimesi kelimesine şöyle: “Süreyya Ayhan’a sahip çıktık... Onu bağrımıza bastık ve yeni kurduğumuz atletizm takımımızın başına getirdik... Doğrudur, sporcumuz hatalıdır belki... Ancak bu kadar ağır bir kararı asla hak etmemiştir... Zulme karşı direnç mazlumun en doğal hakkıdır... Son karar da bir ceza değil, artık bir zulüm halini almıştır... Biz bu zulmün tanığı ve bir parçası olmayacağız...”
Peki anında yapılmış böyle bir açıklama en çok hangi kuruma yakışırdı?
Bu sorunun yanıtını size bırakıyorum.
Peki niye yapmıyorlar?
Risk var; onun için yapmıyorlar... Ancak hepimiz biliyoruz ki, risk yoksa kazanç da yoktur... Bugün Süreyya Ayhan’a sahip çıkmak, Ayhan kazansa da kaybetse de kârlı bir yatırımdır... Bunu ben söylemiyorum... Kamu vicdanı söylüyor...
Egon Zehnder’den PR dersi
Zaman zaman halkla ilişkileri medyada haberim çıksın boyutuyla algılayanlara küçük bir hikâye. Geçenlerde Vestel’in Pazarlamadan Sorumlu İcra Kurulu Üyesi Dr. Levent Hatay’la muhabbet ediyorduk. O anlattı...
Bir gün Egon Zehnder’den bir davetiye alıyor... Yanında da bir kitap var... Kitabın adı: The Granularity of Growth (Granülerle Büyüme, diye çevrilebilir)... Davetiyede deniyor ki, “McKinsey ile birlikte (kitabı yayınlayan danışmanlık kuruluşu) sizi kitabın yazarlarından birinin de katılacağı bir çalıştaya davet etmek istiyoruz”... Hatay dersini çalışıyor. Kitabı, sorgulamak istediği yerlerin altını çizerek okuyor, sorular çıkarıyor ve toplantı günü davete icabet ediyor... Egon Zehnder 15 kişiyi çağırmış o gün. 15’i de gelmişler. Normalde bu tür davetlerde katılma oranı en fazla %25’tir...
Katılanların tamamı en üst düzeyde yönetici... Çalışma tamamlanmış ve katılımcıların 15’i de tatmin olarak ayrılmış davetten...
Bunu bana Levent Hatay anlattı... Benim gibi en az 10 kişiye anlatmış. Referans olmuş. Üçüncü tarafların tavsiyesi bir itibar çalışması için en önemli iletişim kanalıdır... Şimdi aynı tavsiyeyi diğer 14 kişinin de yaptığını düşünün... Etki alanını siz hesaplayın...
Ben asistanımdan rica ettim. Egon Zehnder’i aradı. Kitabı rica etti. Hemen gönderdiler. İçine şirketin Türkiye Yönetici Ortağı Murat Yeşildere bir not iliştirmiş; bir de kitap koymuş. Çok şık ve kapsamlı... Adı, “Decades of Leadership” (Liderlikte onlarca yıl)... Egon Zehnder 40’ıncı yılını kutluyormuş... Sonra Murat Bey’le bir araya gelme fırsatı bulduk. Firmayı daha da yakından tanıma fırsatımız oldu... İşte size dört başı mamur bir PR projesi... Basında da herhalde ilk kez şu anda sözü ediliyor. Böyle bir şey de hedeflenmemiş zaten... Deli gibi “Haberim çıksın” diye tepinen iletişim meraklılarının dikkatlerine sunulur...
Türk halkının ortak ruhi şekillenmesini anlamak isteyen için ortada müthiş bir laboratuvar çalışması olanağı var: Süreyya Ayhan’ın ömür boyu boykot cezasına çarptırılma olayı...
Kamuoyu ile kamu vicdanı arasındaki farkları, çelişkileri, çatışmaları ve de bütünleşmeleri bu örnekte yaşamak ve anlamak mümkündür... Kime sorduysam, kiminle konuştuysam aynı tepki... Müthiş bir empati, sınırsız bir acıma, şefkat, anlayış; bir o kadar da öfke...
Hem kocaya, hem federasyona, hem de CAS’a bir dolu öfke...
Hata üstüne hata... Hem iletişimde hem de taktik uygulamada... Sonuncusu en berbatı... ‘4 yıl men’ cezasına itiraz et; sen misin dört yıla itiraz eden, al sana ‘ömür boyu men’... Dört yıl men cezasını sineye çekse yırtacak... Hayır... Serde ‘Taşra mütegallibesi cinliği’ var ya; “Gel itiraz edelim. Domuzdan ne kıl koparırsak kârdır” dedirtiverir insana...
Kamuoyunun yapılan hataları kabullenmesi imkânsız... Akıl affetmiyor ve “Affedilmesin!” diyor. Ama vicdan... Ah o vicdan!.. Alabildiğine muazzep... Süreyya’nın gözlerindeki hüzün her türden akli muhakemeyi unutturabilir insana...
Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın varmış ya... Peki, her başarısız kadının arkasında; hem de her türlü başarıyı yakaladı yakalayacak durumundayken bir anda başarısızlıklara müptela olan her kadının arkasında ne varmış?..
Bu akli muhakemeyi bile unutturdu Süreyya’nın gözlerindeki hüzün...
Algılamanın %90’ını duygusal faktörler belirliyor ya... Ne bekledim bugün biliyor musunuz?.. Anında bir açıklama... Bugünkü gazetelerin birinci sayfasında yer almama olasılığı sıfır... Kelimesi kelimesine şöyle: “Süreyya Ayhan’a sahip çıktık... Onu bağrımıza bastık ve yeni kurduğumuz atletizm takımımızın başına getirdik... Doğrudur, sporcumuz hatalıdır belki... Ancak bu kadar ağır bir kararı asla hak etmemiştir... Zulme karşı direnç mazlumun en doğal hakkıdır... Son karar da bir ceza değil, artık bir zulüm halini almıştır... Biz bu zulmün tanığı ve bir parçası olmayacağız...”
Peki anında yapılmış böyle bir açıklama en çok hangi kuruma yakışırdı?
Bu sorunun yanıtını size bırakıyorum.
Peki niye yapmıyorlar?
Risk var; onun için yapmıyorlar... Ancak hepimiz biliyoruz ki, risk yoksa kazanç da yoktur... Bugün Süreyya Ayhan’a sahip çıkmak, Ayhan kazansa da kaybetse de kârlı bir yatırımdır... Bunu ben söylemiyorum... Kamu vicdanı söylüyor...
Egon Zehnder’den PR dersi
Zaman zaman halkla ilişkileri medyada haberim çıksın boyutuyla algılayanlara küçük bir hikâye. Geçenlerde Vestel’in Pazarlamadan Sorumlu İcra Kurulu Üyesi Dr. Levent Hatay’la muhabbet ediyorduk. O anlattı...
Bir gün Egon Zehnder’den bir davetiye alıyor... Yanında da bir kitap var... Kitabın adı: The Granularity of Growth (Granülerle Büyüme, diye çevrilebilir)... Davetiyede deniyor ki, “McKinsey ile birlikte (kitabı yayınlayan danışmanlık kuruluşu) sizi kitabın yazarlarından birinin de katılacağı bir çalıştaya davet etmek istiyoruz”... Hatay dersini çalışıyor. Kitabı, sorgulamak istediği yerlerin altını çizerek okuyor, sorular çıkarıyor ve toplantı günü davete icabet ediyor... Egon Zehnder 15 kişiyi çağırmış o gün. 15’i de gelmişler. Normalde bu tür davetlerde katılma oranı en fazla %25’tir...
Katılanların tamamı en üst düzeyde yönetici... Çalışma tamamlanmış ve katılımcıların 15’i de tatmin olarak ayrılmış davetten...
Bunu bana Levent Hatay anlattı... Benim gibi en az 10 kişiye anlatmış. Referans olmuş. Üçüncü tarafların tavsiyesi bir itibar çalışması için en önemli iletişim kanalıdır... Şimdi aynı tavsiyeyi diğer 14 kişinin de yaptığını düşünün... Etki alanını siz hesaplayın...
Ben asistanımdan rica ettim. Egon Zehnder’i aradı. Kitabı rica etti. Hemen gönderdiler. İçine şirketin Türkiye Yönetici Ortağı Murat Yeşildere bir not iliştirmiş; bir de kitap koymuş. Çok şık ve kapsamlı... Adı, “Decades of Leadership” (Liderlikte onlarca yıl)... Egon Zehnder 40’ıncı yılını kutluyormuş... Sonra Murat Bey’le bir araya gelme fırsatı bulduk. Firmayı daha da yakından tanıma fırsatımız oldu... İşte size dört başı mamur bir PR projesi... Basında da herhalde ilk kez şu anda sözü ediliyor. Böyle bir şey de hedeflenmemiş zaten... Deli gibi “Haberim çıksın” diye tepinen iletişim meraklılarının dikkatlerine sunulur...