Alâeddin Asna Hoca’nın ardından…
06 ağustos 2015 yeni şafak
Başta rakipleri, önüne çıkan, daha doğrusu verecek yanıt bulamadıkları için polemiği düzeysizleştirmek durumunda kaldıkları kimseleri “PR yapıyor bunlar!" diye aşağılamaya çalışarak, aslında Halkla İlişkiler mesleğini ve iş disiplinini reddeden, hafife alan çok az sayıda cahilin dışında ülkemizde Halkla İlişkileri ciddiye alan ve bu alana yatırım yapan geniş bir iş kesimi oluşmuşsa; bu durum bugün cenazesi defnedilecek olan rahmetli Prof. Dr. Alâeddin Asnasayesinde gerçekleşmiştir.
Alâeddin Hoca, Türkiye'deki çok az sayıda 'elini taşın altına koymuş' iletişim akademisyenlerindendi. Tıp gibi, hukuk gibi, inşaat, mimarlık gibi uygulamalı bir bilim alanı' (applied science) olan Halkla İlişkilerin hakkını dörtlük dörtlük vermiş bir bilim ve uygulama ustasıydı. Betül Mardin hanımefendi (Allah ona uzun ve sağlıklı bir ömür nasip etsin) ile birlikte kurdukları A&B Halkla İlişkiler ile uygulama alanında, üniversitede verdiği derslerde ve yaptığı akademik kariyerle ülkemizde Modern Halkla İlişkiler'in ilk temellerini atmıştı…
Ülkemizde 70'in üzerinde aktif İletişim Fakültesi olduğu söyleniyor. Bildiğimiz kadarıyla gelişmiş ülkelerde iletişim, bu arada tabii ki PR eğitimi de, fakülte bazlı değil, enstitüler temelinde organize edilmiştir ve aslında temel bir bilim eğitimi üzerine (özellikle sosyoloji, iktisat, psikoloji gibi sosyal bilimler) lisansüstü ve doktora çalışmalarıyla derinleştirilir. Bizim fakültelerimizden mezun PR'cıların PR sektöründe ancak %15-20 oranında istihdam edilebildikleri; hocalarımızın, -bazılarını kesinlikle tenzih ederek belirtelim-, tek bir ameliyat yapmamış cerrahi profesörleri gibi eğitim verdikleri ortamda bu oran bile yüksek sayılabilir… İşte Alâeddin Asna Hoca bu konuda örnek bir kimlik ortaya koymuştu…
Yazdığı kitaplar hiçbir zaman uygulamadan uzak olmadı. Batı'dan kopyala yapıştır 'eserler' de değildi hiçbiri…
Bir de benim bireysel olarak hayatımda çok önemli bir rol oynadığını belirtmek isterim. Kariyerimdeki kırılma noktalarından birinde en önemli kararı verirken onun yüreklendirmesi, birincil derecede etkili olmuştur…
Gazetecilik ardından dergi yayıncılığında yaptığım 13 yıllık kariyerde Genel Yayın Yönetmenliğinden en büyük yayınevlerinin Genel Müdürlüğü ve ortaklığı noktasına kadar ilerlediğim sürecin bir noktasında, PR sektöründe iletişim danışmanı olarak girip girmeme konusunu danışmak üzere, fizikî olarak hiç tanışmamış olmamıza rağmen randevu alıp kapısını çalmıştım…
“Bir an düşünme gel bu bâkir sektöre" demişti. “Senin gibi arkadaşlara ihtiyacımız var"… Haddimin sınırlarını zorlayıp şaka yollu, “Size rakip olmamı mı öğütlüyorsunuz, Hocam?" diye sormuştum…
Çok yalındı verdiği yanıt: “Türkiye'de serbest rekabetin, ürün ve hizmet çeşitliliğinin, pazar ekonomisinin gidecek daha o kadar uzun bir yolu var ki; bu sektör senin benim gibilerinin daha yüzlercesini kaldırır!"…
Yüzde yüz haklı çıktı usta. Sadece bir küçük rakam vereyim; PR sektörüne (Danışmanlık şirketlerinin uluslararası standartları benimsemiş çatı örgütü İDA'ya üye 26 ajans dışında) 'şeffaflık' pek uğramadığı için ancak tahminen söylenebiliyor, PR danışmanlık sektörünün yıllık net gelirinin 60 milyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Haydi yanıldık diyelim, 70 milyon dolar olsun…
Bu rakam ABD'yi bir kenara bırakın -orada rakamlar çok daha uçuk- İngiltere'de vasat sayılabilecek bir tek PR danışmanlık ve uygulama ajansının yıllık net gelirinden daha düşüktür… Bu arada Türkiye'de kendini PR ajansı olarak tanımlayan dört binden fazla şirketin bulunduğunu da belirtmeden geçmeyelim…
Alâeddin Hoca bu durumu bana 1990 yılında anlatmıştı… Tam 25 yıl önce…
Tuhaftır; ben onun ne ciddi bir entelektüel olduğunu, ancak eşim doktora çalışmasını tamamlamak üzereyken tespit edebilmiştim. “Halkla İlişkiler Okur Yazarlığı" adı altında verdiği dersi sanki ben de eşimle birlikte izledim… Her dersten sonra evde sohbetini eder, yeniden üretirdik bağlantıları… Felsefe ve dünya görüşü bütünlüğünün bu kadar mükemmel kavratıldığına ilk kez tanık oluyordum.
Sahip olduğu engin bilgi dağarcığını göstermemesi ve olağanüstü mütevazı tavrıyla sıradan sanılabilecek bir duruş sergilemesi, yıllarca onun ne kadar üstün fikrî değerlere sahip olduğunu anlamama engel olmuştu sanki… Benim adıma ne büyük gaflet… Yoksa ondan çok daha fazla 'beslenme' yolunda ne kadar çok şey yapardım… Eğer onun ardından bir pişmanlık duyuyorsam sadece bu yüzden duyuyorumdur…
Bugün aylar öncesinden planlanmış bir seyahatimiz olduğu için Teşvikiye Camii'nde huzurunda olamayacağız hocam. Affedeceğine eminim… Mekânın cennet olsun, Allah rahmetini üzerinden eksik etmesin, nur içinde yat sevgili ustam…
Başbakanlığın yeni amblemi 'muhteşem'…
Bir gazeteden aradılar da öyle haberim oldu. Başbakanlık amblemini sessiz sedasız değiştirmiş. Bir gün halka da bildireceklerdi herhalde…
Eskisine ve yenisine şöyle bir baktım… Birbirlerinden çok farklılar. Eskisi son derece yalın, sade ve süssüz. Ne büyüklük ifadesi, var ne de ihtişam. Halkımızın ortak ruhî şekillenmesi belirleyen inanç sisteminin gereği, belli belirsiz ve işlevsel…
Tıpkı cihan padişahlığına yıllarca ev sahipliği yapmış Topkapı Sarayı gibi… Kıyaslayın Britanya Birleşik Krallık Sarayı ile… Aradaki fark ne demek istediğimizi hemen anlatacaktır…
Yeni amblem ise bambaşka bir dünya görüşünün ifadesi. Altın renklerinde. Çevresinde Selçuklu motiflerinden kaynaklanılarak tasarlanmış mükemmel şıklıkta bir 'kenar süsü' var. Ortadaki Türk bayrağı da altın renklerinde. Hepsi bir araya gelince bir ihtişamın orak dilini oluşturuyorlar…
Türkiye bu yeni estetiğe yavaş yavaş alışacak… Çünkü Marmaray, 3. Köprü, Yeni Havalimanı, İzmit köprüsü, Avrasya Tüneli, duble yollar da ihtişamın zirvesine tırmanan projeler.
Başbakanlığın yeni amblemi hayırlı uğurlu olsun…
Alâeddin Hoca, Türkiye'deki çok az sayıda 'elini taşın altına koymuş' iletişim akademisyenlerindendi. Tıp gibi, hukuk gibi, inşaat, mimarlık gibi uygulamalı bir bilim alanı' (applied science) olan Halkla İlişkilerin hakkını dörtlük dörtlük vermiş bir bilim ve uygulama ustasıydı. Betül Mardin hanımefendi (Allah ona uzun ve sağlıklı bir ömür nasip etsin) ile birlikte kurdukları A&B Halkla İlişkiler ile uygulama alanında, üniversitede verdiği derslerde ve yaptığı akademik kariyerle ülkemizde Modern Halkla İlişkiler'in ilk temellerini atmıştı…
Ülkemizde 70'in üzerinde aktif İletişim Fakültesi olduğu söyleniyor. Bildiğimiz kadarıyla gelişmiş ülkelerde iletişim, bu arada tabii ki PR eğitimi de, fakülte bazlı değil, enstitüler temelinde organize edilmiştir ve aslında temel bir bilim eğitimi üzerine (özellikle sosyoloji, iktisat, psikoloji gibi sosyal bilimler) lisansüstü ve doktora çalışmalarıyla derinleştirilir. Bizim fakültelerimizden mezun PR'cıların PR sektöründe ancak %15-20 oranında istihdam edilebildikleri; hocalarımızın, -bazılarını kesinlikle tenzih ederek belirtelim-, tek bir ameliyat yapmamış cerrahi profesörleri gibi eğitim verdikleri ortamda bu oran bile yüksek sayılabilir… İşte Alâeddin Asna Hoca bu konuda örnek bir kimlik ortaya koymuştu…
Yazdığı kitaplar hiçbir zaman uygulamadan uzak olmadı. Batı'dan kopyala yapıştır 'eserler' de değildi hiçbiri…
Bir de benim bireysel olarak hayatımda çok önemli bir rol oynadığını belirtmek isterim. Kariyerimdeki kırılma noktalarından birinde en önemli kararı verirken onun yüreklendirmesi, birincil derecede etkili olmuştur…
Gazetecilik ardından dergi yayıncılığında yaptığım 13 yıllık kariyerde Genel Yayın Yönetmenliğinden en büyük yayınevlerinin Genel Müdürlüğü ve ortaklığı noktasına kadar ilerlediğim sürecin bir noktasında, PR sektöründe iletişim danışmanı olarak girip girmeme konusunu danışmak üzere, fizikî olarak hiç tanışmamış olmamıza rağmen randevu alıp kapısını çalmıştım…
“Bir an düşünme gel bu bâkir sektöre" demişti. “Senin gibi arkadaşlara ihtiyacımız var"… Haddimin sınırlarını zorlayıp şaka yollu, “Size rakip olmamı mı öğütlüyorsunuz, Hocam?" diye sormuştum…
Çok yalındı verdiği yanıt: “Türkiye'de serbest rekabetin, ürün ve hizmet çeşitliliğinin, pazar ekonomisinin gidecek daha o kadar uzun bir yolu var ki; bu sektör senin benim gibilerinin daha yüzlercesini kaldırır!"…
Yüzde yüz haklı çıktı usta. Sadece bir küçük rakam vereyim; PR sektörüne (Danışmanlık şirketlerinin uluslararası standartları benimsemiş çatı örgütü İDA'ya üye 26 ajans dışında) 'şeffaflık' pek uğramadığı için ancak tahminen söylenebiliyor, PR danışmanlık sektörünün yıllık net gelirinin 60 milyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Haydi yanıldık diyelim, 70 milyon dolar olsun…
Bu rakam ABD'yi bir kenara bırakın -orada rakamlar çok daha uçuk- İngiltere'de vasat sayılabilecek bir tek PR danışmanlık ve uygulama ajansının yıllık net gelirinden daha düşüktür… Bu arada Türkiye'de kendini PR ajansı olarak tanımlayan dört binden fazla şirketin bulunduğunu da belirtmeden geçmeyelim…
Alâeddin Hoca bu durumu bana 1990 yılında anlatmıştı… Tam 25 yıl önce…
Tuhaftır; ben onun ne ciddi bir entelektüel olduğunu, ancak eşim doktora çalışmasını tamamlamak üzereyken tespit edebilmiştim. “Halkla İlişkiler Okur Yazarlığı" adı altında verdiği dersi sanki ben de eşimle birlikte izledim… Her dersten sonra evde sohbetini eder, yeniden üretirdik bağlantıları… Felsefe ve dünya görüşü bütünlüğünün bu kadar mükemmel kavratıldığına ilk kez tanık oluyordum.
Sahip olduğu engin bilgi dağarcığını göstermemesi ve olağanüstü mütevazı tavrıyla sıradan sanılabilecek bir duruş sergilemesi, yıllarca onun ne kadar üstün fikrî değerlere sahip olduğunu anlamama engel olmuştu sanki… Benim adıma ne büyük gaflet… Yoksa ondan çok daha fazla 'beslenme' yolunda ne kadar çok şey yapardım… Eğer onun ardından bir pişmanlık duyuyorsam sadece bu yüzden duyuyorumdur…
Bugün aylar öncesinden planlanmış bir seyahatimiz olduğu için Teşvikiye Camii'nde huzurunda olamayacağız hocam. Affedeceğine eminim… Mekânın cennet olsun, Allah rahmetini üzerinden eksik etmesin, nur içinde yat sevgili ustam…
Başbakanlığın yeni amblemi 'muhteşem'…
Bir gazeteden aradılar da öyle haberim oldu. Başbakanlık amblemini sessiz sedasız değiştirmiş. Bir gün halka da bildireceklerdi herhalde…
Eskisine ve yenisine şöyle bir baktım… Birbirlerinden çok farklılar. Eskisi son derece yalın, sade ve süssüz. Ne büyüklük ifadesi, var ne de ihtişam. Halkımızın ortak ruhî şekillenmesi belirleyen inanç sisteminin gereği, belli belirsiz ve işlevsel…
Tıpkı cihan padişahlığına yıllarca ev sahipliği yapmış Topkapı Sarayı gibi… Kıyaslayın Britanya Birleşik Krallık Sarayı ile… Aradaki fark ne demek istediğimizi hemen anlatacaktır…
Yeni amblem ise bambaşka bir dünya görüşünün ifadesi. Altın renklerinde. Çevresinde Selçuklu motiflerinden kaynaklanılarak tasarlanmış mükemmel şıklıkta bir 'kenar süsü' var. Ortadaki Türk bayrağı da altın renklerinde. Hepsi bir araya gelince bir ihtişamın orak dilini oluşturuyorlar…
Türkiye bu yeni estetiğe yavaş yavaş alışacak… Çünkü Marmaray, 3. Köprü, Yeni Havalimanı, İzmit köprüsü, Avrasya Tüneli, duble yollar da ihtişamın zirvesine tırmanan projeler.
Başbakanlığın yeni amblemi hayırlı uğurlu olsun…