Algılama yönetimi kimsenin tekelinde değildir
05.11.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Fransa'da uygulamaya konulmak istenen 'Ecotaxe' adlı vergiyi protesto edenler, kırmızı bereler takıyorlarmış. Acaba neden bu simgeyle kendilerini ifade etmek istemişler? Çünkü, 17. Yüzyıl'da Breton köylüleri, 14. Louis'nin vergi politikasına karşı ayaklanmışlar ve bu kırmızı bereler de tarihin bu dönemine gönderme yapan bir sembolmüş.
Tarımın geleceğine bir darbe olarak nitelenen ve çiftçileri zor duruma sokacağı ifade edilen bu yeni vergi Holland ve hükümetini zorlar mı zorlamaz mı bilemeyiz ama, iletişimde sürdürülebilirlik adına, protestocuların harika
bir sembolle yola çıktıklarını hemen söyleyelim.
Tabii ki, Fransızların tarihlerinden örnekler kullanmalarını 'gericilik'le suçlayabilecek bir tane aklıevvel vatandaş çıkmayacağı için sonuçta algılama yönetiminin 'sürdürülebilirlik' ilkesine uygun davranmış olmaları da son derece doğal. Göstericiler kutlanacak ya da şaşırılacak bir iş yapmış da değiller. Hoş olan, 'Yeşil Vergi Protestosu'nda izlediğimiz görüntülerin algılama yönetiminin sadece iktidarlar tarafından değil, toplumun her kesimi tarafından uygulanabilir olduğunun (her bir bireyin meselesi olduğunun da) işaretlerini vermesidir.
Tarihten seçilecek olan semboller, 'Nereden nereye geldik?' sorusunu pat diye akıllara düşürüp, çok hızlı bir biçimde film karesi gibi belleği geriye-ileriye sıçratarak sizi geçmişle de bugünle de yüzleştirebilme potansiyelini içinde taşır.
Algılama yönetimini, yalan yanlış hissiyatlarla kapitalizmin yalanlarını köpürtme illüzyonu olarak algılayıp sövmekten başka elinden bir şey gelmeyen çok bilmişlere bu vesileyle hatırlatmakta yarar varar:
Bir: Algılama yönetimi, iletişim disiplininin özgün bir alanı olarak 'gerçekler üzerinden yürütüldüğünde' başarıya ulaştırabilir. Yalanlar üzerinden yürütülen algılama yönetimi çalışmalarının, bumerang gibi dönüp sahibini vurduğuna dair çok sayıda örnek bulmak mümkün. İşin kuramı ve kuramın doğası gereği, 'yalanla' vaziyet kısa bir süre idare edilebilse de mutlaka sonuçta ters tepecektir.
İki: Algılama yönetimi kimsenin tekelinde değildir.
Bir deniz kabuğunun peşinden...
Bir Bozcaadalı olarak uzakta olduğum mevsimlerde de adaya dair her haberi yakın takipte izlemeye çalışırım. İflah olmaz bir koleksiyoner olarak adını çokca duyduğum, buna karşılık az tanıyabildiğim Hakan Gürüney ile meğerse aşağı yukarı aynı zamanlarda adaya ayak başmışız. O, 20 yıl önce az bulunur bir deniz kabuğunu bulmak umuduyla gittiği Bozcaada'da on küsur yıl sonra kurmuş Bozcaada Yerel Tarih Müzesi'ni... Adanın yerel tarihine dair haritalar, gravürler, kartpostallar, fotoğrafları gördüğümde o küçük mekânda gizlenen emeğin değerinin tartıya vurulamayacağını düşünmüştüm. Titizlikle, emekle, iğneyle kuyu kazarcasına hazırlanan bu hazineyi (6 binden fazla obje), gün gelmiş, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür örgütü UNESCO ödüllendirmiş.
'Bozcaada Fotoğrafları' ve 'Bozcaada Harita ve Gravürleri' adlı iki kitabı da bulunan Hakan Gürüney, 'Amacım Bozcaada'dan gelmiş geçmiş kültürlerin ve halkının tarihini herkes için anlaşılır hale getirmek. Ödül bizim için motive edici bir unsur oldu' demiş.
UNESCO, ödülü 'Yunan kültürünü Yunanistan dışında en iyi şekilde tanıtarak iki halk arasında barış kültürünün yayılmasını sağladığı' gerekçesiyle ödüle layık görmüş ve Hakan Bey'e Atina'daki UNESCO Kültür Merkezi'nde düzenledikleri bir törenle ödülü takdim etmişler.
Şimdi adım gibi eminim, 'Bak gördün mü? Türkiye'de çabaladın, didindin ve sonunda 'Yunanistan kültürünü Yunanistan dışında tanıtmak' gibi bir gerekçeyle sana ödül verdiler' türünden, 'Değerli olanı Batı görür' mesajı taşıyan muhabbetler dönecektir çevresinde. Ya da 'Ödül ödüldür. Nerden gelirse gelsin'diyeceklerdir. BM, UNESCO gibi kör gözüm parmağına, elinde Hıristiyan Batı'nın aynasıyla dolaşmayan itibarlı kuruluşlar aracılığıyla verilen bu türden ödüllerin ayrı bir yeri olduğunu söyleyenler de olacaktır. Konuyla ilgili nasıl bir yorum yapılırsa yapılsın, gönüller yine de bizimkilerin daha önceden ödül vermiş olmasını elbette arzu ederdi.
Meselenin özüne dair bir başka bakışla, Hakan Bey'in 'Bir Tecessüs ve İyi niyet Hikayesi' diyebileceğimiz bu muhteşem hikayesi, 'hayalleri olan' herkes için son derece öğretici, hatta özendirici bir örnek olabilir. Hayal sahibinin, adanın geçmişine duyduğu merakla arşiv belgelerini okuyabilmek için Osmanlıca ve Yunanca öğrenmesinin ve arşiv çalışmalarında döktüğü göz nurunun, sözlü tarih çalışmalarında harcadığı emeğin, eksiklikleriyle de olsa bir Müze'ye dönüşmüş olması, başarıya zaten çoktan ulaştığının da bir göstergesi. Kim, hangi hayaline zahmetsizce ulaşabilmiş ki?
'2001'de üç dönüm arazi alıp kendi
müze binamı yaptım. 2005'de müzeyi açtım. Daha sonra Kaymakam adanın merkezindeki 135 yıllık tarihi binayı tahsis etti.' diyen
Hakan Gürüney'i, aldığı ödül nedeniyle değil, vesilesiyle kutluyoruz.
Fransa'da uygulamaya konulmak istenen 'Ecotaxe' adlı vergiyi protesto edenler, kırmızı bereler takıyorlarmış. Acaba neden bu simgeyle kendilerini ifade etmek istemişler? Çünkü, 17. Yüzyıl'da Breton köylüleri, 14. Louis'nin vergi politikasına karşı ayaklanmışlar ve bu kırmızı bereler de tarihin bu dönemine gönderme yapan bir sembolmüş.
Tarımın geleceğine bir darbe olarak nitelenen ve çiftçileri zor duruma sokacağı ifade edilen bu yeni vergi Holland ve hükümetini zorlar mı zorlamaz mı bilemeyiz ama, iletişimde sürdürülebilirlik adına, protestocuların harika
bir sembolle yola çıktıklarını hemen söyleyelim.
Tabii ki, Fransızların tarihlerinden örnekler kullanmalarını 'gericilik'le suçlayabilecek bir tane aklıevvel vatandaş çıkmayacağı için sonuçta algılama yönetiminin 'sürdürülebilirlik' ilkesine uygun davranmış olmaları da son derece doğal. Göstericiler kutlanacak ya da şaşırılacak bir iş yapmış da değiller. Hoş olan, 'Yeşil Vergi Protestosu'nda izlediğimiz görüntülerin algılama yönetiminin sadece iktidarlar tarafından değil, toplumun her kesimi tarafından uygulanabilir olduğunun (her bir bireyin meselesi olduğunun da) işaretlerini vermesidir.
Tarihten seçilecek olan semboller, 'Nereden nereye geldik?' sorusunu pat diye akıllara düşürüp, çok hızlı bir biçimde film karesi gibi belleği geriye-ileriye sıçratarak sizi geçmişle de bugünle de yüzleştirebilme potansiyelini içinde taşır.
Algılama yönetimini, yalan yanlış hissiyatlarla kapitalizmin yalanlarını köpürtme illüzyonu olarak algılayıp sövmekten başka elinden bir şey gelmeyen çok bilmişlere bu vesileyle hatırlatmakta yarar varar:
Bir: Algılama yönetimi, iletişim disiplininin özgün bir alanı olarak 'gerçekler üzerinden yürütüldüğünde' başarıya ulaştırabilir. Yalanlar üzerinden yürütülen algılama yönetimi çalışmalarının, bumerang gibi dönüp sahibini vurduğuna dair çok sayıda örnek bulmak mümkün. İşin kuramı ve kuramın doğası gereği, 'yalanla' vaziyet kısa bir süre idare edilebilse de mutlaka sonuçta ters tepecektir.
İki: Algılama yönetimi kimsenin tekelinde değildir.
Bir deniz kabuğunun peşinden...
Bir Bozcaadalı olarak uzakta olduğum mevsimlerde de adaya dair her haberi yakın takipte izlemeye çalışırım. İflah olmaz bir koleksiyoner olarak adını çokca duyduğum, buna karşılık az tanıyabildiğim Hakan Gürüney ile meğerse aşağı yukarı aynı zamanlarda adaya ayak başmışız. O, 20 yıl önce az bulunur bir deniz kabuğunu bulmak umuduyla gittiği Bozcaada'da on küsur yıl sonra kurmuş Bozcaada Yerel Tarih Müzesi'ni... Adanın yerel tarihine dair haritalar, gravürler, kartpostallar, fotoğrafları gördüğümde o küçük mekânda gizlenen emeğin değerinin tartıya vurulamayacağını düşünmüştüm. Titizlikle, emekle, iğneyle kuyu kazarcasına hazırlanan bu hazineyi (6 binden fazla obje), gün gelmiş, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür örgütü UNESCO ödüllendirmiş.
'Bozcaada Fotoğrafları' ve 'Bozcaada Harita ve Gravürleri' adlı iki kitabı da bulunan Hakan Gürüney, 'Amacım Bozcaada'dan gelmiş geçmiş kültürlerin ve halkının tarihini herkes için anlaşılır hale getirmek. Ödül bizim için motive edici bir unsur oldu' demiş.
UNESCO, ödülü 'Yunan kültürünü Yunanistan dışında en iyi şekilde tanıtarak iki halk arasında barış kültürünün yayılmasını sağladığı' gerekçesiyle ödüle layık görmüş ve Hakan Bey'e Atina'daki UNESCO Kültür Merkezi'nde düzenledikleri bir törenle ödülü takdim etmişler.
Şimdi adım gibi eminim, 'Bak gördün mü? Türkiye'de çabaladın, didindin ve sonunda 'Yunanistan kültürünü Yunanistan dışında tanıtmak' gibi bir gerekçeyle sana ödül verdiler' türünden, 'Değerli olanı Batı görür' mesajı taşıyan muhabbetler dönecektir çevresinde. Ya da 'Ödül ödüldür. Nerden gelirse gelsin'diyeceklerdir. BM, UNESCO gibi kör gözüm parmağına, elinde Hıristiyan Batı'nın aynasıyla dolaşmayan itibarlı kuruluşlar aracılığıyla verilen bu türden ödüllerin ayrı bir yeri olduğunu söyleyenler de olacaktır. Konuyla ilgili nasıl bir yorum yapılırsa yapılsın, gönüller yine de bizimkilerin daha önceden ödül vermiş olmasını elbette arzu ederdi.
Meselenin özüne dair bir başka bakışla, Hakan Bey'in 'Bir Tecessüs ve İyi niyet Hikayesi' diyebileceğimiz bu muhteşem hikayesi, 'hayalleri olan' herkes için son derece öğretici, hatta özendirici bir örnek olabilir. Hayal sahibinin, adanın geçmişine duyduğu merakla arşiv belgelerini okuyabilmek için Osmanlıca ve Yunanca öğrenmesinin ve arşiv çalışmalarında döktüğü göz nurunun, sözlü tarih çalışmalarında harcadığı emeğin, eksiklikleriyle de olsa bir Müze'ye dönüşmüş olması, başarıya zaten çoktan ulaştığının da bir göstergesi. Kim, hangi hayaline zahmetsizce ulaşabilmiş ki?
'2001'de üç dönüm arazi alıp kendi
müze binamı yaptım. 2005'de müzeyi açtım. Daha sonra Kaymakam adanın merkezindeki 135 yıllık tarihi binayı tahsis etti.' diyen
Hakan Gürüney'i, aldığı ödül nedeniyle değil, vesilesiyle kutluyoruz.