Algılamanızı başkaları mı yönetsin?
20 EYLÜL 2014
Çarşamba günkü yazımızda 'Algının operasyonu olmaz, yönetimi olur' dedik ve 'Algı operasyonu yapmak ahlaksızlıktır' diyen Ahmet Hakan'la aynı fikirde olmadığımızı belirttik. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, uluslararası medyanın Türkiye ile terörü aynı kefeye koyma çabası içinde olduğunu belirtip şöyle dedi:
'Türkiye bu algı operasyonlarına boyun eğmeyecek kadar büyük bir ülkedir.'
Bizim kanaatimize göre algı operasyonu konusuna Ahmet Hakan'ın yaptığı vurgu aynı değildir. Aynı olsa aynı Cumhurbaşkanı 2010 yılında bir numaralı görevi algılama yönetimi olan, Başbakanlığa bağlı Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nün kurmazdı.
Ahmet Hakan, 'Algı operasyonu nedir?' diye kendisi sorup kendisi yanıtladı ve 'Yalanı doğru gibi yansıtmaktır', 'Olanı olduğundan farklı göstermektir' ve 'Durum berbat iken şahaneymiş gibi yapmaktır' gibi tespitler sıralayarak Reklam ve Halkla İlişkiler dediğimiz kocaman bir sektörü yok sayacak bir yazıya imzasını attı. O sektörden ve o sektöre insan kaynağı yetiştiren akademi dünyasından Sayın Hakan'a sağlam bir yanıt verecek akil insanların çıkmasını beklemeye devam ediyoruz.
Benim özellikle son 10 yıldır vurguladığım, aslında son 30 yılın en önemli iletişim teorilerinden ve uygulamalarından biri olan ve başta Kamu Diplomasisi olmak üzere bütün özel sektörün ve siyasi iletişimin temelini oluşturan Algılama Yönetimi'ni bir kalemde silip atmaya çalıştı:
'Onlar gayet güzel algı operasyonu yapıyorlar ama siz yapamıyorsunuz, siz de yapabilmelisiniz' diye tavsiyede bulunmak... 'Siz de onlar gibi ahlaksız olmalısınız' demekten başka şey değildir.'
'Ahmet Hakan'a yakışmadı' başlığıyla yazdığımız söz konusu yazı, Algı'nın, 'Operasyonu'nun da 'Yönetimi'nin de gerçekte ne olduğunu merak edenler için en azından yol göstericidir.
Kendi ülkesinin çıkarlarını savunan Amerika, bu çıkarları doğrultusunda özellikle de Holllywood ve MTV'yi kullanarak tüm dünyaya kendi siyasi, kültürel ve ekonomik hedeflerine uygun 'Algılama yönetimi' uygularken, buna karşı bizim oturduğumuz yerde hiçbir şey yapmadan 'PR yapıyorlar, algılama yönetimi ahlaksızlıktır' diye 'hem kel hem fodul'ca laflar sıralamamız, özetle Türkiye'nin alî çıkarları doğrultusunda dünyada algılanmasının yönetilmesini reddetmemiz, başkalarına bizim algımızı istedikleri gibi yönetmeleri için alan bırakmamız, kendi ayağımıza hatta kafamıza sıkmaktan başka ne anlama gelir ki? Unutulmasın ki, 'Algılamalar gerçektir, çünkü insanlar ona inanırlar' (William H. Willimon, Your Message Her, Your Message Here, s. 21-24)
Siz algılamanızı yönetmezseniz başkaları sizin algılanmanızı aslanlar gibi yönetirler.
Der Spiegel'in kapakları da, Wall Street Journal, New York Times, News Week haberleri de, diaspora da ayaklara kurşun sıkan bizden arkadaşların sağladığı ortam sayesinde algı dünyasında diledikleri gibi at koştururlar; bize de onları izlemek kalır.
'Benim eşim bir ruhi anarşistti'
Bu cümle, Prof. Gülper Refiğ'in. Elbette Halit Refiğ'den söz ediyor. Vefat ettiğinde 'Ustamı kaybettim' dediğim üstadım, rahmetli Halit Refiğ...
51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde verilecek olan heykelcik, 1964'de 'Gurbet Kuşları' adlı filmiyle Altın Portakal alan ilk yönetmen Halit Refiğ'e verilen ödülden yola çıkılarak tasarlanmış. 'Gelenekten Geleceğe' sloganıyla yapılacak bu yılki festivale ilişkin düzenlenen toplantıda Antalya Büyük Şehir Belediye Başkanı Menderes Türel, Festivalin direktörü Elif Dağdeviren, yönetmen Yılmaz Erdoğan ve Gülper Refiğ konuşmuşlar.
Bugüne kadar her yıl verilen heykelciğin tasarımlarının birbirinden farklı olduğunu doğrusu bilmiyordum. (Yarım asırdır her festivale farklı tasarım!) Tam 51 yıl sonra Antalya Film Festivali, Urart ekibinin katkısıyla nihayet artık değişime uğramayacak bir ödül tasarımına sahip olmuş. Umarız sonraki belediye başkanlarının gadrine uğrayıp orası burası çekiştirilmez.
Müzikolog Prof. Gülper Refiğ, işte bu toplantıda kürsüye davet edilmiş ve bakın neler demiş?
'Yeşilçam sineması Anadolu destan ve masallarından beslenmiştir. Türk sineması, dünyanın başka hiçbir ülkesinde olmayan eşsiz bir özelliğin sahibidir... Şartlar zor ama yürek var. Bunun kırıntıları hâlâ devam ediyor. Aşkla, yürekle, fedakârlık ve cefakârlıkla çalışılıyor. Onun için bu filmler unutulmuyor.'
'Benim eşim büyük bir ruhi anarşistti. Onun için neredeyse bu ödülü ona zorla vermişler. Bu ödül onun için de benim için de çok kıymetli. Bu sinemada içtenlik, sıcaklık var. Temiz, başka türlü bir şey...Biraz da mahsun ama sevgi ötesi bir şey var. Çok şükür o su, engeller olsa da akmaya devam ediyor. Bu geleneği geleceğe taşımaya çalışan herkese teşekkür ediyorum.'
Gidilmesi gereken ne kadar çok yolumuz var değil mi? İçimizden ender olarak çıkabilen Halit Refiğ gibi 'Ruhi anarşistlerimizi' koruyup kollamadığımız müddetçe 'Sürdürülebilirlik' konusunda bu geminin bordası daha pek çok hasar alır.
Geç de olsa fark edilmiş, diyelim ve başta Menderes Bey ve Elif Dağdeviren'i kutlayalım.
Yeşilçamlı'lar olmasa ne yapacaksınız?
Türk sinemasının 100. Yılı nedeniyle pek çok etkinlik haberleri izliyoruz. Gerek halen süren Adana'daki 21. Altın Koza Film Festivali, gerekse de 10-18 Ekim tarihlerinde yapılacak olan 51. Uluslar arası Altın Portakal Film Festivali vesilesiyle de bitip tükenmeyen 'Yeşilçam sineması ile sanat filmleri' çekişmesi daha sık gündeme gelir oldu.
Altın Koza'da eski Yeşilçam starları yine boy gösterdiler, konuklara seslendiler ve alkışlandılar; kendilerine plaketler verildi. Antalya'da da büyük bir ihtimalle böyle olacak. Böylesi bir festivalde bir yandan Yeşilçam'a burun kıvırıp diğer yandan çektikleri bunalım filmlerini seyretsinler diye halkın ilgisini bekleyen, beğenmedikleri eski starlardan medet umanların yanı sıra farklı dünya görüşlerinden beslenen rengarenk sesin sahibi sinemacıların bir arada bulunması her şeyden önce ülkenin kültürel zenginliğidir.
Böylesi festivallerden birinde bir ünlü oyuncumuzun 'Filmde kendimi izlerken yoruldum' dediğini gülümseyerek hatırlıyorum. O kendini izlerken yoruluyorsa seyirci hepten dağıtabilir, diye yazmıştım. Bu dilemma karşısında iyileştirici katkısı olabileceğini düşündüğüm önerimi tekrarlıyorum:
Bu uluslararası olma iddiası taşıyan festivallere 'Uluslar arası Sanat Filmleri Festivali' adını verebilirler ve kimsenin izlemediği o bunalım filmlerine diledikleri kadar ödüller dağıtabilirler. Yanı sıra bir de herkesin ilgi odağında olan filmlerin yarışacağı ve kazananların tıpkı Oscar ödüllerindeki gibi gişe garantisi elde edeceği filmleri ödüllendirebilirler.
Yoksa durum vahim; yakında bütün Yeşilçam kuşağı kaçınılmaz olarak hakkın rahmetine kavuştuğunda bu festivallere halkın ilgi duymasını nasıl sağlayacaklarını şimdiden düşünmelerinde yarar var.
'Türkiye bu algı operasyonlarına boyun eğmeyecek kadar büyük bir ülkedir.'
Bizim kanaatimize göre algı operasyonu konusuna Ahmet Hakan'ın yaptığı vurgu aynı değildir. Aynı olsa aynı Cumhurbaşkanı 2010 yılında bir numaralı görevi algılama yönetimi olan, Başbakanlığa bağlı Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nün kurmazdı.
Ahmet Hakan, 'Algı operasyonu nedir?' diye kendisi sorup kendisi yanıtladı ve 'Yalanı doğru gibi yansıtmaktır', 'Olanı olduğundan farklı göstermektir' ve 'Durum berbat iken şahaneymiş gibi yapmaktır' gibi tespitler sıralayarak Reklam ve Halkla İlişkiler dediğimiz kocaman bir sektörü yok sayacak bir yazıya imzasını attı. O sektörden ve o sektöre insan kaynağı yetiştiren akademi dünyasından Sayın Hakan'a sağlam bir yanıt verecek akil insanların çıkmasını beklemeye devam ediyoruz.
Benim özellikle son 10 yıldır vurguladığım, aslında son 30 yılın en önemli iletişim teorilerinden ve uygulamalarından biri olan ve başta Kamu Diplomasisi olmak üzere bütün özel sektörün ve siyasi iletişimin temelini oluşturan Algılama Yönetimi'ni bir kalemde silip atmaya çalıştı:
'Onlar gayet güzel algı operasyonu yapıyorlar ama siz yapamıyorsunuz, siz de yapabilmelisiniz' diye tavsiyede bulunmak... 'Siz de onlar gibi ahlaksız olmalısınız' demekten başka şey değildir.'
'Ahmet Hakan'a yakışmadı' başlığıyla yazdığımız söz konusu yazı, Algı'nın, 'Operasyonu'nun da 'Yönetimi'nin de gerçekte ne olduğunu merak edenler için en azından yol göstericidir.
Kendi ülkesinin çıkarlarını savunan Amerika, bu çıkarları doğrultusunda özellikle de Holllywood ve MTV'yi kullanarak tüm dünyaya kendi siyasi, kültürel ve ekonomik hedeflerine uygun 'Algılama yönetimi' uygularken, buna karşı bizim oturduğumuz yerde hiçbir şey yapmadan 'PR yapıyorlar, algılama yönetimi ahlaksızlıktır' diye 'hem kel hem fodul'ca laflar sıralamamız, özetle Türkiye'nin alî çıkarları doğrultusunda dünyada algılanmasının yönetilmesini reddetmemiz, başkalarına bizim algımızı istedikleri gibi yönetmeleri için alan bırakmamız, kendi ayağımıza hatta kafamıza sıkmaktan başka ne anlama gelir ki? Unutulmasın ki, 'Algılamalar gerçektir, çünkü insanlar ona inanırlar' (William H. Willimon, Your Message Her, Your Message Here, s. 21-24)
Siz algılamanızı yönetmezseniz başkaları sizin algılanmanızı aslanlar gibi yönetirler.
Der Spiegel'in kapakları da, Wall Street Journal, New York Times, News Week haberleri de, diaspora da ayaklara kurşun sıkan bizden arkadaşların sağladığı ortam sayesinde algı dünyasında diledikleri gibi at koştururlar; bize de onları izlemek kalır.
'Benim eşim bir ruhi anarşistti'
Bu cümle, Prof. Gülper Refiğ'in. Elbette Halit Refiğ'den söz ediyor. Vefat ettiğinde 'Ustamı kaybettim' dediğim üstadım, rahmetli Halit Refiğ...
51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde verilecek olan heykelcik, 1964'de 'Gurbet Kuşları' adlı filmiyle Altın Portakal alan ilk yönetmen Halit Refiğ'e verilen ödülden yola çıkılarak tasarlanmış. 'Gelenekten Geleceğe' sloganıyla yapılacak bu yılki festivale ilişkin düzenlenen toplantıda Antalya Büyük Şehir Belediye Başkanı Menderes Türel, Festivalin direktörü Elif Dağdeviren, yönetmen Yılmaz Erdoğan ve Gülper Refiğ konuşmuşlar.
Bugüne kadar her yıl verilen heykelciğin tasarımlarının birbirinden farklı olduğunu doğrusu bilmiyordum. (Yarım asırdır her festivale farklı tasarım!) Tam 51 yıl sonra Antalya Film Festivali, Urart ekibinin katkısıyla nihayet artık değişime uğramayacak bir ödül tasarımına sahip olmuş. Umarız sonraki belediye başkanlarının gadrine uğrayıp orası burası çekiştirilmez.
Müzikolog Prof. Gülper Refiğ, işte bu toplantıda kürsüye davet edilmiş ve bakın neler demiş?
'Yeşilçam sineması Anadolu destan ve masallarından beslenmiştir. Türk sineması, dünyanın başka hiçbir ülkesinde olmayan eşsiz bir özelliğin sahibidir... Şartlar zor ama yürek var. Bunun kırıntıları hâlâ devam ediyor. Aşkla, yürekle, fedakârlık ve cefakârlıkla çalışılıyor. Onun için bu filmler unutulmuyor.'
'Benim eşim büyük bir ruhi anarşistti. Onun için neredeyse bu ödülü ona zorla vermişler. Bu ödül onun için de benim için de çok kıymetli. Bu sinemada içtenlik, sıcaklık var. Temiz, başka türlü bir şey...Biraz da mahsun ama sevgi ötesi bir şey var. Çok şükür o su, engeller olsa da akmaya devam ediyor. Bu geleneği geleceğe taşımaya çalışan herkese teşekkür ediyorum.'
Gidilmesi gereken ne kadar çok yolumuz var değil mi? İçimizden ender olarak çıkabilen Halit Refiğ gibi 'Ruhi anarşistlerimizi' koruyup kollamadığımız müddetçe 'Sürdürülebilirlik' konusunda bu geminin bordası daha pek çok hasar alır.
Geç de olsa fark edilmiş, diyelim ve başta Menderes Bey ve Elif Dağdeviren'i kutlayalım.
Yeşilçamlı'lar olmasa ne yapacaksınız?
Türk sinemasının 100. Yılı nedeniyle pek çok etkinlik haberleri izliyoruz. Gerek halen süren Adana'daki 21. Altın Koza Film Festivali, gerekse de 10-18 Ekim tarihlerinde yapılacak olan 51. Uluslar arası Altın Portakal Film Festivali vesilesiyle de bitip tükenmeyen 'Yeşilçam sineması ile sanat filmleri' çekişmesi daha sık gündeme gelir oldu.
Altın Koza'da eski Yeşilçam starları yine boy gösterdiler, konuklara seslendiler ve alkışlandılar; kendilerine plaketler verildi. Antalya'da da büyük bir ihtimalle böyle olacak. Böylesi bir festivalde bir yandan Yeşilçam'a burun kıvırıp diğer yandan çektikleri bunalım filmlerini seyretsinler diye halkın ilgisini bekleyen, beğenmedikleri eski starlardan medet umanların yanı sıra farklı dünya görüşlerinden beslenen rengarenk sesin sahibi sinemacıların bir arada bulunması her şeyden önce ülkenin kültürel zenginliğidir.
Böylesi festivallerden birinde bir ünlü oyuncumuzun 'Filmde kendimi izlerken yoruldum' dediğini gülümseyerek hatırlıyorum. O kendini izlerken yoruluyorsa seyirci hepten dağıtabilir, diye yazmıştım. Bu dilemma karşısında iyileştirici katkısı olabileceğini düşündüğüm önerimi tekrarlıyorum:
Bu uluslararası olma iddiası taşıyan festivallere 'Uluslar arası Sanat Filmleri Festivali' adını verebilirler ve kimsenin izlemediği o bunalım filmlerine diledikleri kadar ödüller dağıtabilirler. Yanı sıra bir de herkesin ilgi odağında olan filmlerin yarışacağı ve kazananların tıpkı Oscar ödüllerindeki gibi gişe garantisi elde edeceği filmleri ödüllendirebilirler.
Yoksa durum vahim; yakında bütün Yeşilçam kuşağı kaçınılmaz olarak hakkın rahmetine kavuştuğunda bu festivallere halkın ilgi duymasını nasıl sağlayacaklarını şimdiden düşünmelerinde yarar var.