Algılamayı hakikat değil, gerçeklik belirler
16 aralık 2014
Dün Yeni Şafak’ta yayınlanan iki yazıya özellikle dikkat çekmek isterim. Biri 14. sayfadaydı; diğeri 15. sayfada.
14. sayfadaki makale, gazetenin Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi Bey’in imzasını taşıyordu. 15. sayfadaki yazı ise Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün...
Neden iki yazının da birden altına bizim de imzamızı koyabileceğimize aşağıda değinmeye çalışacağım:
Aslında aralarında hafif de olsa bir çelişki varmış gibi gözüken iki yazının toplamı, bizim görüşümüzü birebir yansıtmaktadır. Her ikisinden de birer küçük alıntı yapalım.
Önce Abdülkadir Selvi Bey’den:
“Ergenekonculara karşı mücadele verdiğimiz gibi paralelcilere karşı da yüreğimizi ortaya koyduk.
Çünkü şuna inanıyorduk.
Darbe yapmak bir cemaatin işi olamazdı.
İstihbarat savaşı vermek de bir cemaatin işi olamazdı.
Onlar bu kirli savaşı tercih ettiler.
O nedenle bir dönem Silivri kapısı şimdi Zaman gazetesinin önü oldu.
Hizmet hareketi gitti onun yerini kriminal bir yapı aldı. (...)
Geçmişte Ergenekon’da olduğu gibi şimdi de paralel yapı diye bir çuval açıldı içine herkes doldurulmak isteniyor. Bunun paralel yapıyla mücadeleye zarar verdiğine inanıyorum. Ve buna karşı çıkıyorum. Çok açık ve net olarak belirtmek istiyorum ki, Zaman Gazetesi basılarak Ekrem Dumanlı’nın, STV’den Hidayet Karaca’nın alınması yanlış. Kim yaparsa yapsın yanlışa itiraz ediyorum. (...) Bu operasyonu yapanlar nasıl bir algı yönetimine hizmet ettiklerinin farkında mı? Yaptıkları Türkiye’yi dünyaya rezil etmekten başka bir işe yaramadı.”
Bu da İbrahim Karagül Bey’den:
“Bir gazetecinin, medya mensubunun ifade hürriyetinin çok ötesinde devletle hesaplaşmaya girişmesinin ilk örneğidir bu olay. ‘Cemaat’ adı altında örgütlenen bir yapının devlet iktidarını kendi denetimi altına alma girişiminin de ilk örneğidir.
Hükümete, askere, diğer cemaatlere, gazetecilere, işadamlarına, yargı mensuplarına, aydınlara, kanaat önderlerine ve hemen her çevreye bir şekilde kumpas kuran, onlarla ilgili bir gizli ajanda uygulayan bir yapı ile o yapının medya kurumlarıdır söz konusu olan.
Ekrem Dumanlı, gazetesinde meydan okuyabilir, hatta şov yapabilir, gazetecilik örtüsü altında bir dokunulmazlık arayabilir. Hiçbir gazeteci, gazete yöneticisi, yazarı, çizeri, mesleğinin kendisine verdiği gücü ve imkanı başka şeyler için bir örtü olarak kullanmamalı. Gazeteciliği silaha dönüştürürsek, bir güç/iktidar savaşının uzantısı haline getirirsek o zaman gazetecilik dışında cümlelerle konuşmak zorunda kalırız.
Dumanlı’nın gazetecilik tarafını sonuna kadar savunacağız. Bunda tereddüt etmeyeceğiz. Ama gazetecilik dışındaki rolü konusunda yanında olmayacağız. Tam tersine karşısında olmaya devam edeceğiz.
Bu ayrımı belirleyecek olan da biz değiliz.
Göreceğiz.”
Peki biz ne diyoruz?
Bir: Hakikat ile gerçeklik (Truth ve reality) hiçbir zaman üst üste gelmez. Algılamayı hakikat değil, realite (gerçeklik) belirler.
İki: “Fenomen, Biçim, İçerik, Öz” dörtlüsünde algılamayı belirleyen temel unsur, Biçim ve İçerik’tir. (Öz, her zaman olduğu gibi hakikatin içinde gömülüdür.) Fenomen ise her zaman aldatıcı olabilir.
Üç: Bütün ilişki ve iletişim biçimlerinde sorulan tek soru vardır:
“Sonuçta içerde ve dışarıda algılamanın böyle olmasını mı hedeflemiştiniz?”
Dört: Bu ülke insanlarının ortak ruhi şekillenmesinde mağduriyetin algılamada nasıl bir çarpan etkisi yaptığını bilmeyen yoktur. Örneğin bunu en iyi iktidar partisi bilir. O halde muhalefette, hatta iktidardan öte devlete göz koymuş olanlar nezdinde mağduriyet durumu yaratmak, en çok iktidar partisinin aleyhine çalışır.
Beş: Tüm bu gözaltına almalar, bambaşka ‘Biçim ve İçerik’te gerçekleştirilebilir miydi? (Örneğin Sayın Dumanlı evine gitmeyip gazetede kalarak gözaltına alınma biçimini hedefine uygun bir tarzda yönetti.) Tabii ki gerçekleştirilebilirdi? O zaman Bir, İki, Üç ve Dördüncü maddeler devre dışı kalır; olayın ‘hakikat’ten uzaklaştırılıp ‘gerçeklik’ etrafında tartışılması engellenmiş olurdu.
Her iki yazarın olağanüstü analizlerini okumakta büyük yarar var.
İşte o zaman ‘hakikat’e daha yakın, derinlikli saptamaları tartışıyor olurduk. Basın özgürlüğünü değil.
Ne varsa gençlerde var
Cumartesi günü Antalya’da Prof. Dr. Kerem Alkin, Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Dr. Can Gürlesel ile birlikte Türkiye Genç İşadamları Konfederasyonu (TÜGİK) İş Zirvesi 2014 toplantısında hasbelkader konuk konuşmacıydık.
Etkinliğin detaylarını Yeni Şafak’ta Pazar günü Orhan Orhun Ünal ayrıntılı olarak yazmıştı. Bizi en çok etkileyen salondaki Türkiye’nin dört bir tarafından gelmiş gencecik girişimci iş insanları oldu. Bir de tabii TÜGİK’in cari açık ve çözüm yolları üzerine yaptırdığı araştırma.
İnsan bu dinamik, başarılı, genç girişimcileri görünce morali düzeliyor. Tavsiyem şu: Olumsuz bir dünya çizen anolog ve sosyal medyanın karanlık dehlizlerinden bir an için olsun kafayı dışarıya uzatıp, ilişki kurmakta zaman zaman zorlandığımız ve ecnebi kriterlerle bize dikte edilmeye çalışılanın tam tersine ortak tutum sergileyen, memleketine bağlı, milletine saygılı, Türk tipi Y Kuşağı ile bir araya gelmeye çalışmak herkese iyi gelecektir. Böylesi ortamların kıymetini bilelim. Antalya’da aldığım oksijen bizi bir süre idare edeceğe benzer.
14. sayfadaki makale, gazetenin Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi Bey’in imzasını taşıyordu. 15. sayfadaki yazı ise Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün...
Neden iki yazının da birden altına bizim de imzamızı koyabileceğimize aşağıda değinmeye çalışacağım:
Aslında aralarında hafif de olsa bir çelişki varmış gibi gözüken iki yazının toplamı, bizim görüşümüzü birebir yansıtmaktadır. Her ikisinden de birer küçük alıntı yapalım.
Önce Abdülkadir Selvi Bey’den:
“Ergenekonculara karşı mücadele verdiğimiz gibi paralelcilere karşı da yüreğimizi ortaya koyduk.
Çünkü şuna inanıyorduk.
Darbe yapmak bir cemaatin işi olamazdı.
İstihbarat savaşı vermek de bir cemaatin işi olamazdı.
Onlar bu kirli savaşı tercih ettiler.
O nedenle bir dönem Silivri kapısı şimdi Zaman gazetesinin önü oldu.
Hizmet hareketi gitti onun yerini kriminal bir yapı aldı. (...)
Geçmişte Ergenekon’da olduğu gibi şimdi de paralel yapı diye bir çuval açıldı içine herkes doldurulmak isteniyor. Bunun paralel yapıyla mücadeleye zarar verdiğine inanıyorum. Ve buna karşı çıkıyorum. Çok açık ve net olarak belirtmek istiyorum ki, Zaman Gazetesi basılarak Ekrem Dumanlı’nın, STV’den Hidayet Karaca’nın alınması yanlış. Kim yaparsa yapsın yanlışa itiraz ediyorum. (...) Bu operasyonu yapanlar nasıl bir algı yönetimine hizmet ettiklerinin farkında mı? Yaptıkları Türkiye’yi dünyaya rezil etmekten başka bir işe yaramadı.”
Bu da İbrahim Karagül Bey’den:
“Bir gazetecinin, medya mensubunun ifade hürriyetinin çok ötesinde devletle hesaplaşmaya girişmesinin ilk örneğidir bu olay. ‘Cemaat’ adı altında örgütlenen bir yapının devlet iktidarını kendi denetimi altına alma girişiminin de ilk örneğidir.
Hükümete, askere, diğer cemaatlere, gazetecilere, işadamlarına, yargı mensuplarına, aydınlara, kanaat önderlerine ve hemen her çevreye bir şekilde kumpas kuran, onlarla ilgili bir gizli ajanda uygulayan bir yapı ile o yapının medya kurumlarıdır söz konusu olan.
Ekrem Dumanlı, gazetesinde meydan okuyabilir, hatta şov yapabilir, gazetecilik örtüsü altında bir dokunulmazlık arayabilir. Hiçbir gazeteci, gazete yöneticisi, yazarı, çizeri, mesleğinin kendisine verdiği gücü ve imkanı başka şeyler için bir örtü olarak kullanmamalı. Gazeteciliği silaha dönüştürürsek, bir güç/iktidar savaşının uzantısı haline getirirsek o zaman gazetecilik dışında cümlelerle konuşmak zorunda kalırız.
Dumanlı’nın gazetecilik tarafını sonuna kadar savunacağız. Bunda tereddüt etmeyeceğiz. Ama gazetecilik dışındaki rolü konusunda yanında olmayacağız. Tam tersine karşısında olmaya devam edeceğiz.
Bu ayrımı belirleyecek olan da biz değiliz.
Göreceğiz.”
Peki biz ne diyoruz?
Bir: Hakikat ile gerçeklik (Truth ve reality) hiçbir zaman üst üste gelmez. Algılamayı hakikat değil, realite (gerçeklik) belirler.
İki: “Fenomen, Biçim, İçerik, Öz” dörtlüsünde algılamayı belirleyen temel unsur, Biçim ve İçerik’tir. (Öz, her zaman olduğu gibi hakikatin içinde gömülüdür.) Fenomen ise her zaman aldatıcı olabilir.
Üç: Bütün ilişki ve iletişim biçimlerinde sorulan tek soru vardır:
“Sonuçta içerde ve dışarıda algılamanın böyle olmasını mı hedeflemiştiniz?”
Dört: Bu ülke insanlarının ortak ruhi şekillenmesinde mağduriyetin algılamada nasıl bir çarpan etkisi yaptığını bilmeyen yoktur. Örneğin bunu en iyi iktidar partisi bilir. O halde muhalefette, hatta iktidardan öte devlete göz koymuş olanlar nezdinde mağduriyet durumu yaratmak, en çok iktidar partisinin aleyhine çalışır.
Beş: Tüm bu gözaltına almalar, bambaşka ‘Biçim ve İçerik’te gerçekleştirilebilir miydi? (Örneğin Sayın Dumanlı evine gitmeyip gazetede kalarak gözaltına alınma biçimini hedefine uygun bir tarzda yönetti.) Tabii ki gerçekleştirilebilirdi? O zaman Bir, İki, Üç ve Dördüncü maddeler devre dışı kalır; olayın ‘hakikat’ten uzaklaştırılıp ‘gerçeklik’ etrafında tartışılması engellenmiş olurdu.
Her iki yazarın olağanüstü analizlerini okumakta büyük yarar var.
İşte o zaman ‘hakikat’e daha yakın, derinlikli saptamaları tartışıyor olurduk. Basın özgürlüğünü değil.
Ne varsa gençlerde var
Cumartesi günü Antalya’da Prof. Dr. Kerem Alkin, Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, Dr. Can Gürlesel ile birlikte Türkiye Genç İşadamları Konfederasyonu (TÜGİK) İş Zirvesi 2014 toplantısında hasbelkader konuk konuşmacıydık.
Etkinliğin detaylarını Yeni Şafak’ta Pazar günü Orhan Orhun Ünal ayrıntılı olarak yazmıştı. Bizi en çok etkileyen salondaki Türkiye’nin dört bir tarafından gelmiş gencecik girişimci iş insanları oldu. Bir de tabii TÜGİK’in cari açık ve çözüm yolları üzerine yaptırdığı araştırma.
İnsan bu dinamik, başarılı, genç girişimcileri görünce morali düzeliyor. Tavsiyem şu: Olumsuz bir dünya çizen anolog ve sosyal medyanın karanlık dehlizlerinden bir an için olsun kafayı dışarıya uzatıp, ilişki kurmakta zaman zaman zorlandığımız ve ecnebi kriterlerle bize dikte edilmeye çalışılanın tam tersine ortak tutum sergileyen, memleketine bağlı, milletine saygılı, Türk tipi Y Kuşağı ile bir araya gelmeye çalışmak herkese iyi gelecektir. Böylesi ortamların kıymetini bilelim. Antalya’da aldığım oksijen bizi bir süre idare edeceğe benzer.