Ali Kırca Show TV’de ne yapar?
29 ARALIK 2007
Türk Medya Grubu içinde yer alan Akşam’da yazıyoruz. Show TV de aynı grupta. Biraz da o yüzden şu sıra önüne gelen aynı şeyi soruyor. Ali Kırca Show TV’de ne yapar?
Ali Kırca yıllar öncesinden dostum. Show TV, ekmeğini yediğimiz bir grubun TV kanalı. Görüşlerimi mülahazat hanesini açık bırakarak değerlendirirseniz, söyleyecek bir sözüm olamaz.
İki marka yan yana gelince markalardan birbirlerine algılama geçişi olur. Bu bazen kazan – kazan ilişkisi olarak tecelli eder, bazen kazan – kaybet, bazen de kaybet - kaybet… Örneğin, Burhan Öçal’ın Zürih Oda Orkestrası ile doldurduğu Concerto Alla Turca adındaki CD, her iki tarafa da kazanım olarak yazmıştır; ancak aynı Burhan Öçal iki ayrı TV programında şarkıcılığı kendinden menkul bir vatandaşa “Al ananı, koy çuvala. Salla salla vur duvara!” diye, bitmek bilmeyen bir şarkıyı söylettiğinde, ikisinin de algılama değeri hasara uğramıştır…
Ali Kırca da bir markadır, Show TV de… Şimdi bu ikisi bir araya geldiler. Bakalım üç şıktan hangisi gündeme gelecek? Benim tahminim, her ikisinin de birbirlerini yukarı çekecekleri yönünde. Kırca’nın Star kazası burada kıstas değil. Show TV’nin geleneği, deneyimi ve yaygınlığı Star’ın o günlerdeki durumuyla karşılaştırılamaz.
Hani zaman zaman kıskançlıkla o kişilerden söz ederim. Neredeyse hiç düşmanları yoktur. En azından benim bildiğim, gördüğüm yoktur… Can Dündar gibi… Erol Evgin gibi… Ali Kırca gibi…
Benim gibi, çok sevenleriyle hiç sevmeyenlerinin sayısı neredeyse eşitlenmiş olan kişilerin bu arkadaşların çizgisine ulaşmaları mümkün değildir. Bizlere bazı züğürt tesellisi avunma taktikleri tavsiye olunur: ‘Tezi olan anti tezini oluşturur, o yüzden de tezi yani görüşü olanların düşmanlarının da olması doğaldır’ türünden… Bazılarının Kırca’nın başarısızlığını boşuna bekleyeceklerini düşünüyorum…
Hoş geldin sevgili adaşım!...
N’olur susun Hülya Hanım, işinizi yapın!
Sevgili Hülya Hanım’ı rahat bırakacağım. O, buna izin vermiyor. Sinema oyuncusu olarak başımın üstünde taşırım. Turkmax’da başladığı sohbet programı da gayet başarılı. Bilgili, entelektüel olmaya çalışmaz, sınırları içinde kendinden emin hareket ederse, uzun yıllar götürebilir o işi… Ama…
Ama… Şu diline hakim olacak…
Bir gün Ankara’dayız. O zamanların en klas Cafe’si Milka’da oturuyoruz. Yan masada da Zeki Müren oturuyor. Ortak dostlar çıktı. Masaları birleştirdik. Entelektüel dozu hayli yüksek bir tartışma sürüyor. Müren, herkesi şaşırtan bir bilgi ve akıl dozunda yönetiyor konuşmayı. Konu: Medya ilişkileri… Tüm zamanların en büyük starı yeri geldi, şöyle dedi: “Bir gün kimse benden söz etmezse, orama bir incir yaprağı takar poz verir, yine gündeme otururum”…
Gündemde olmak için her şey mübah mıdır, o gün bugün tartışır dururum…
Hülya Avşar’ın şu sözlerini de o çerçevede ele alıyorum: (Demirhan Hararlı’nın haberinden aktarıyorum) “Artık sahneleri bıraktığını söyleyen Avşar, ‘Markalaşmak insanın doğasında olan bir şey. Doğuştan marka özellikleriniz varsa marka oluyorsunuz. Ölmemek için öldürmeye inanırım, kimsenin canını yakmadan her şeyi yapabilirim. Türkiye'de kendimi Einstein gibi görüyorum. Dilim de Einstein gibi uzun zaten’ dedi. Hülya Avşar, Ocak 2008'de piyasaya çıkacak olan Turkish Times Dergisi’ne dünyaca ünlü bilgin Albert Einstein imajıyla poz verdi.”
İyi mi?..
Neresinden tutsam elimde kalıyor… Sizin dediğiniz gibi eğer doğuştan marka olunsaydı, kapitalizm öncesi de birilerinin markadan söz etmesi gerekmez miydi?.. Mesela Mozart marka değildi… Kapitalizm, onu sonradan marka yaptı.
Büyük bir olasılıkla doğru değil ama, sahneleri niye bırakıyorsunuz? Bıraksanız bile bu böyle mi açıklanır? Bir de ‘ölmeden öldürmek’ meselesi var. Hem de çağımızın sloganı ‘Yaşa ve yaşat!’ iken… Kendinize yazık ediyorsunuz Hülya Hanım… Ha, bir de şu var: Siz Zeki Müren değilsiniz…
Ali Kırca yıllar öncesinden dostum. Show TV, ekmeğini yediğimiz bir grubun TV kanalı. Görüşlerimi mülahazat hanesini açık bırakarak değerlendirirseniz, söyleyecek bir sözüm olamaz.
İki marka yan yana gelince markalardan birbirlerine algılama geçişi olur. Bu bazen kazan – kazan ilişkisi olarak tecelli eder, bazen kazan – kaybet, bazen de kaybet - kaybet… Örneğin, Burhan Öçal’ın Zürih Oda Orkestrası ile doldurduğu Concerto Alla Turca adındaki CD, her iki tarafa da kazanım olarak yazmıştır; ancak aynı Burhan Öçal iki ayrı TV programında şarkıcılığı kendinden menkul bir vatandaşa “Al ananı, koy çuvala. Salla salla vur duvara!” diye, bitmek bilmeyen bir şarkıyı söylettiğinde, ikisinin de algılama değeri hasara uğramıştır…
Ali Kırca da bir markadır, Show TV de… Şimdi bu ikisi bir araya geldiler. Bakalım üç şıktan hangisi gündeme gelecek? Benim tahminim, her ikisinin de birbirlerini yukarı çekecekleri yönünde. Kırca’nın Star kazası burada kıstas değil. Show TV’nin geleneği, deneyimi ve yaygınlığı Star’ın o günlerdeki durumuyla karşılaştırılamaz.
Hani zaman zaman kıskançlıkla o kişilerden söz ederim. Neredeyse hiç düşmanları yoktur. En azından benim bildiğim, gördüğüm yoktur… Can Dündar gibi… Erol Evgin gibi… Ali Kırca gibi…
Benim gibi, çok sevenleriyle hiç sevmeyenlerinin sayısı neredeyse eşitlenmiş olan kişilerin bu arkadaşların çizgisine ulaşmaları mümkün değildir. Bizlere bazı züğürt tesellisi avunma taktikleri tavsiye olunur: ‘Tezi olan anti tezini oluşturur, o yüzden de tezi yani görüşü olanların düşmanlarının da olması doğaldır’ türünden… Bazılarının Kırca’nın başarısızlığını boşuna bekleyeceklerini düşünüyorum…
Hoş geldin sevgili adaşım!...
N’olur susun Hülya Hanım, işinizi yapın!
Sevgili Hülya Hanım’ı rahat bırakacağım. O, buna izin vermiyor. Sinema oyuncusu olarak başımın üstünde taşırım. Turkmax’da başladığı sohbet programı da gayet başarılı. Bilgili, entelektüel olmaya çalışmaz, sınırları içinde kendinden emin hareket ederse, uzun yıllar götürebilir o işi… Ama…
Ama… Şu diline hakim olacak…
Bir gün Ankara’dayız. O zamanların en klas Cafe’si Milka’da oturuyoruz. Yan masada da Zeki Müren oturuyor. Ortak dostlar çıktı. Masaları birleştirdik. Entelektüel dozu hayli yüksek bir tartışma sürüyor. Müren, herkesi şaşırtan bir bilgi ve akıl dozunda yönetiyor konuşmayı. Konu: Medya ilişkileri… Tüm zamanların en büyük starı yeri geldi, şöyle dedi: “Bir gün kimse benden söz etmezse, orama bir incir yaprağı takar poz verir, yine gündeme otururum”…
Gündemde olmak için her şey mübah mıdır, o gün bugün tartışır dururum…
Hülya Avşar’ın şu sözlerini de o çerçevede ele alıyorum: (Demirhan Hararlı’nın haberinden aktarıyorum) “Artık sahneleri bıraktığını söyleyen Avşar, ‘Markalaşmak insanın doğasında olan bir şey. Doğuştan marka özellikleriniz varsa marka oluyorsunuz. Ölmemek için öldürmeye inanırım, kimsenin canını yakmadan her şeyi yapabilirim. Türkiye'de kendimi Einstein gibi görüyorum. Dilim de Einstein gibi uzun zaten’ dedi. Hülya Avşar, Ocak 2008'de piyasaya çıkacak olan Turkish Times Dergisi’ne dünyaca ünlü bilgin Albert Einstein imajıyla poz verdi.”
İyi mi?..
Neresinden tutsam elimde kalıyor… Sizin dediğiniz gibi eğer doğuştan marka olunsaydı, kapitalizm öncesi de birilerinin markadan söz etmesi gerekmez miydi?.. Mesela Mozart marka değildi… Kapitalizm, onu sonradan marka yaptı.
Büyük bir olasılıkla doğru değil ama, sahneleri niye bırakıyorsunuz? Bıraksanız bile bu böyle mi açıklanır? Bir de ‘ölmeden öldürmek’ meselesi var. Hem de çağımızın sloganı ‘Yaşa ve yaşat!’ iken… Kendinize yazık ediyorsunuz Hülya Hanım… Ha, bir de şu var: Siz Zeki Müren değilsiniz…