Atı alan Üsküdar’ı geçer
12 ŞUBAT 2006
Kriz dönemlerinde iletişim harcamalarını kısmayan kendisine ciddi rekabet avantajı sağlar... Bu cümle 2001 krizinde özel sektörün reklamları kesmesi üzerine medya kuruluşlarınca ve iletişim uzmanları tarafından sık sık dile getirilmişti. Somut kanıtı ortaya koymak kolay değildi. Onun için kısmen araya gitti. Şimdi somut kanıtı var...
Kuş gribi patladığı günlerde tavukçuluk sektörü kafası kesik tavuk gibi oradan oraya dolanıp, “tesislerimizi nasıl satsak” diye düşünürken, Banvit, Keskinoğlu, Şeker Piliç hem reklamlara hem de PR çalışmalarına aralıksız devam ettiler; hatta yoğunluklarını artırdılar. Cuma günkü gazetelerde somut kanıtı vardı. Banvit ve Şeker Piliç hisseleri borsada tavan gidiyormuş. Bu arada iletişimi kısmayanların satışlarının, kriz öncesi duruma neredeyse %70 oranında yaklaştığı ifade ediliyor. Kim söylüyor? Beyaz Et Derneği Başkanı Demir Kunter söylüyor.
Bazıları ise Banvit’i ve reklamlara ağırlık veren diğer tavukçuları ‘ihanetle’ suçluyor. “Hani 19 şirket biraraya geldik birlikte hareket edecektik, bireysel hareket etmeyecektik” diyorlar. Rekabet sert iştir. Kendi kuralları vardır. Ahpap çavuş muhabbeti işlemez rekabette. Deri Tanıtım Grubu’nun ünlülerle yaptığı kampanya yürürken Desa reklam yaptı da kötü mü oldu? Başkasının uyanıklığını suçlayacağına sen de uyanık ol. Kural bu.
Bu arada Uğur Dündar’lı kampanya da son derece doğru çalışıyor. Borsaya etkisi tartışılmaz. Bir de kampanyanın köküne kibrit suyu ekmeye çalışanlar olmasa! SABAH Cuma günü birinci sayfadan girmiş. Elazığ’da kuş gribi tespit edilen tavukların Malatya’da iki entegre tesise gönderildiği belirlenmiş. Bu tesislerden biri de meydanlarda halka bedava tavuk ızgara ve döner dağıtmış. Hem de iki gün. Malatya’da tedirgin bir bekleyiş varmış. Al başına belayı... Sen onca emekle ‘entegre tesislere hiç bir musibet giremez’ kampanyası yap. Sonra da bu iş başına gelsin... Bu arada başarılı PR şirketi G7’yi ve 19 şirketi biraz gecikmeli olsa da ortak kampanyaları için kutluyorum. Ve heyecanla Turizm ve Kültür Bakanlığı Sayın Müsteşarı’nın ‘başlayacak’ dediği yurt dışı kampanyasını bekliyorum...
Özür
Geçen hafta “Gitt’in derdi çözülüyor” başlıklı yazımda oyuncak arabayı bulamadıklarından yakınanlardan söz ederken “Sonunda bu şikayetleri Petrol Ofisi yetkililerine ilettik” diye dilimiz sürçmüş. Opet olarak düzeltir, özür dilerim.
Polat’ın göğsündeki ‘ex libris’...
Bizim ecnebi entelektüeller yine zor durumda. Neredeyse Amerikalı Nato Generali ve filme 18 yaş sınırını koyan yasakçı Almanlar ile aynı potaya düşecekler. “ABD, çareler tükenmedikçe ordusunu ya da CIA’yi göndereceği yere Hollywood’u, MTV’yi yollar, etki alanına almak istediği ülkelere. Bu daha ekonomiktir”... Bunu ABD’li ağır entelektüeller söylüyor. (Bkz NPQ Türkiye dergisi). İkinci dünya savaşından bu yana ABD kahramanlığı, hukuk ve sağlık sisteminin mükemmelliği, demokrasinin ne kadar şahane çalıştığı ve ABD düşmanlarının ne kadar “embesil ve kaka çocuklar” olduğuna ilişkin ‘uyuz kaşıma filmlerine’ sesini çıkarma; hatta bazılarını göklere çıkar; bizim fukaralar bir lokma ‘milli uyuzumuzu kaşımaya’ kalksalar tukaka!
Necati Şaşmaz’ın ceketine işlettiği “Abdülkadir oğlu Necati” yazan ve son derece farklı ve şık duran tuğrayı eleştiriyor bazıları. Aferin Necati’ye. Gündem böyle yönetilir işte. Sadece küçük bir öneri. Necati buna ‘tuğra’ yerine aynı kültürün Hıristiyan Batı’daki karşılığı olan ex libris kavramını kullansaydı; bak o zaman bizim entellerimiz olaya nasıl sahip çıkarlardı. Batı’ya ex libris kültürünün girişi bizim tuğradan çok sonrasına rastlar ya; olsun ‘ex libris’ daha şık dururdu değil mi?...
Görmeden fikir sahibi olmak zor
Kurtlar Vadisi’nin dizisi, filminden 10 kez daha etkili aslında. Ama pek çok ecnebi aydınımız diziyi ‘küllüm’ reddettiği için bazen küçük hatalara düşüyorlar. Örneğin sevgili dostum Ahmet Hakan “Sonunu düşünenler kahraman olamaz” sözünü anlaşılan ilk kez filmin afişinde görmüş. Kendisinin yazdığı bir yazıdan takla attırılarak kullanıldığını düşünüyor. Oysa bu söz tam üç yıldır dizide tekrarlanır durur. Dizinin ana ekseninde vardır yani bu söz. Yani Ahmet kardeşim yüksek tirajlı gazetelerde ilgiyle okuduğum yazılarına başlamadan yıllar öncesine rastlıyor ilk kullanımı...
Bu sözü senaristler diziye Em. Tümgeneral Osman Pamukoğlu’nun kitabından yola çıkarak almışlar. Bu arada küçük bir uyarıda bulunmakta yarar var. Dizide pek çok söz, başta Mevlana olmak üzere ‘halkın ortak ruhî şekillenmesini etkilemiş pek çok ‘mütefekkirden’ alıntılanarak kullanılmış! Örneğin, dizinin son bölümlerinde “Kurtlukta düşeni yemek kanundur!” diye bir söz sıkça kullanılıyor. Biri kalkıp bunu benden aldılar diyebilir. Benden uyarması; bu söz de Kemal Tahir’in ‘Kurt Kanunu’ adlı kitabından alınmıştır. Benden söylemesi...
Deşifre için tadımlık 3 tüyo!
Haftalarca, günde ortalama 6 saat ‘Kurlar Vadisi’ CD’lerini izledim ve içindeki iletişim kilidini çözdüm, diziyi deşifre ettim, dedim ya... Aldığım e-postanın haddi hesabı yok. Acaba nasıl deşifre etmişim diziyi? Ben de onlara “Tembellik yok. Siz de izleyin. Sonra tartışalım” diye yanıt veriyordum. Çünkü gördüm ki, bir tek bölümünü bile izlemeden fikir sahibi olmak isteyenlerin haddi hesabı yok.
Yine de bugün üç kilit noktaya değinmeden duramadım. Tadımlık... Birincisi yukarıda belirttiğim gibi dizide yer alan ‘öz deyişler’. Bunların seçimindeki bütünlük. Bunların halkın özlem ve değerlerini bire bir yansıtması.
İkinci kilit nokta ise pek çok kişinin gözünden kaçan bir ‘kahraman’... Ömer Baba... Üçüncüsü de yine dizinin yan kahramanlarından: Deli Hikmet... Ömer Baba kamu vicdanını simgeliyor. Hikmet kamu oyunu... Ömer Baba halkımızın ruhuna sesleniyor, Deli Hikmet aklımıza.
Peki Polat neremize sesleniyor?... O da ileride. Dedik ya, tembellik yok!
Daha öncede belirttiğim gibi, iletişime biraz meraklı bir kişinin yapması gereken şey “Kurtlar Vadisi”ni beğenmek - beğenmemek noktasında ‘bakmak’, ya da Trabzon’da papazı öldüren çocuğu dizinin tetikleyip tetiklemediğini tartışmak değil; tüm zamanların en çok izlenen dizisini (ikinci gösterim de rekorlar kırıyor) bir iletişim fenomeni olarak anlamaya çalışmaktır. Aksi taktirde ne siyasi iletişimde başarılı olunur, ne de ürün ve hizmet markalarının pazarlanmasında. Diğer tartışma konuları sosyologların, psikologların alanına girer; iletişimcilerin değil.
Livaneli’den sınav sorusu
Tam da gelecek Çarşamba, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi master sınıfındaki öğrencilerimize sınavda ne soralım diye düşünüyorduk. Sevgili Zülfü Livaneli imdadımıza yetişti. 5 Şubat günkü yazısında (mutlaka okuyun) bizim Habertürk’de Cuma akşamları canlı, Pazar öğlenleri tekrarı yayınlanan programdan övgüyle söz ederken bir görüşümüze takılmış. Onu tartışıyor. Biz de sınavda bu yazıyı öğrencilerimize dağıtıp tartışmalarını isteyeceğiz.
Her zaman altını çizdiğimiz husustur: Algılama Yönetimi’nin 11 temel kuralından birincisi ve en önemlisi şudur: Hedef kitlenin değerleriyle uyum içinde olmazsanız iletişimde başarılı olmanız, algılamayı yönetmeniz mümkün değildir.
Livaneli’nin karşı çıktığı nokta hiç de yabana atılır cinsten değil. Diyor ki “Galile, Mandela, Emile Zola, Nazım Hikmet, Pir Sultan Abdal, Sabahattin Ali, Che Guevara topluma ters düşmüş insanlardı. Hatta Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed, Hz. Yahya da öyleydiler. Hz. Ali, Nesimi, Hallac-ı Mansur da düzene ve iktidardaki genel geçer fikirlere ters düşmenin örnekleriydiler. Sokrates'den Leonardo Da Vinci'ye, Hezarfen Çelebi'den Nefi'ye kadar hemen hemen herkes bedel ödemişti. Son örneğim Gazi Mustafa Kemal”
Çarşamba günü öğrencilerimizin görüşlerini alalım, pazara kendi görüşlerimizi dile getiririz. Dedik ya, Livaneli’nin örneklerinin hepsi birer çetin ceviz.
Cesaret meselesi
“Yeni bir ürün çıkaracağız. Bu bir likit yumurta. Yani önceden kırılmış. Çalkalanmış. Her yerde kullanabilirsiniz... Yüksek teknoloji ürünü ve üst düzeyde sağlıklı. Bu ürünü çıkarmak ve iletişimini yapmak için en kötü zamanlama nasıl olur?” Biri bana bu soruyu sorsa, şöyle yanıt verirdim: “Kuş gribi diye bir felaket gelecek. Onu bekleyin. Bir de, madem Sayın Maliye Bakanımızın oğlu ortağınız, o zaman Maliye Bakanımız ile ilgili yolsuzluk iddialarını falan bekleyin. Bu iki kriz durumu aynı anda tecelli edince de siz de Unakıtan adını verdiğiniz markanızın reklamına başlayın!”
Bildiğiniz gibi aynen böyle oldu. Ürün iyi. Reklam iyi. Ya zamanlama?.. Cesaretlerine hayranım...
Absürd reklam
Sevgilinin vücudunun her santimetre karesi ile ses geçirmeyen boru arasında hangi mantıksal, duygusal bağ kurulabilir, diye boşuna düşünmeyin. Bayağı kurulurmuş. İşte Hakan Plastik’ten Silento’da bu bağlantı kurulmuş. Hem de İngilizce kurulmuş. Bir de “Blond bride” (Sarı gelin) türküsü yok mu finalde. En çok ona bayılıyorum... Davudi dış sesle bir önceki sahnenin de uyumsuzluğu işin cabası...
Amaç absürd (uyumsuz, saçma) anlatımla adını duyurmaksa, bunu dört dörtlük başardı Hakan Plastik. Satışa ve marka vaadine ne katma değer getirir, işte onu bilen beri gelsin...
Ne reklamı?
Önce bir başka Fortis reklamı sandım. Aynı rengârenk parçacıklar uçuşuyor çünkü. Ha şimdi, ha biraz sonra parçacıklar birleşip Fortis logosunu oluşturacaklar diye beklerken, bir de baktım arkasından bambaşka bir ürün bambaşka marka çıkmaz mı...
Adını ilk kez duyuyorum. Bravia... Televizyonmuş... Ne emek ne zahmet... Ya Bravia reklamını yaparken Fortis’e hizmet ederse... Tut kelin perçeminden. Ne gerek vardı bunca riske... Hem de markayı yeni lanse ederken...
Darısı başınıza...
Katma değerli işler zordur. Okumak da öyle. Öylesine birikti ki okunacaklar... Bazılarını sizinle paylaşıp rahatlamalıyım.
Dünyaca ünlü üç pazarlama danışmanı ile Koç Üniversitesi akademisyenlerinden Lerzan Aksoy en önemli ve en çok kazanç getiren konu olan ‘müşteri sadakati’ni ele almış ve “Loyalty Myths” (Sadakat Mitleri) adında bir kitaba imza atmışlar. Sadece kitabın yanında gelen bilgi notundan küçük bir paragraf alıntılayacağım. Sanırım ne demek istendiğini ve istediğimi anlatacak: “Yeni bir müşteri bulmak, eski müşteriyi elde tutmaktan 5 kat daha fazla masraflıdır; sadık müşteriler gerçekten şirketin reklamını yaparlar mı; uzun vade müşteri, kısa vade müşteriden daha mı önemlidir; mutlu çalışanlar, mutlu müşteriler yaratır gibi efsaneleşmiş fikirlere kesin bir dille hayır!”
Sırada bekleyen diğer kitaplar şöyle: Merkez Kitapçılık’tan tuğla gibi, dedikleri türden bir anı kitabı. Enis Batur’a İclal Aydın’ı sormuşlar. O da “Edip ile muharrir arasında fark vardır” demiş. “Atlıkarıncada bir tur daha”nın yazarı İtalyan gazeteci Tiziano Terzani ikinci türe giriyor. Ama ne muharrir... Ama ne ilginç bir dünya gözlemi... Şöyle bir başladım kitaba. 2-3 ayda falan ancak bitiririm herhalde.
MESS müthiş kitaplar yayınlıyor. Sonuncusu Peter Drucker’dan. Adı “Gün Gün Drucker”. Bir derleme bu. Yazarım eserleri taranmış. Tüm görüşlerimi yansıtan 366 Fikir yazısı bu kitapta toplanmış. Gel de okuma...
Bu arada başımın püsküllü belası Hulusi Derici üç kitap birden göndermiş. Biri Chelsea’nin efsanevi teknik direktörü José Mourinho’nuın hayatı. Diğer ikisi MARKA reklam ajansının sponsorluğunda yayınlanmış iki Guy Kawasaki kitabı: “Devrimcileri için kurallar” ve “Rakiplerinizi çıldırtmanın yolları”. Apple markasının yaratıcısı olarak bilinen Kawasaki’nin kitapları Allah’tan kolay okunur türden...
Bir de bizim şirketler grubunun CEO’su Ayşegül Meriç’in son İngiltere seyahatinden dönüşte getirdiği iki kitap var. “Love thy customer” ve “Costumer is King”. Ama daha çok ‘costumer’ değil ‘client’ (özel müşteri) ile ilgili. Ben de ikincisiyle daha çok ilgiliyim zaten. Yazmaya soyunduğum yeni kitabın adı da “Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir” olacak ya. Ona katma değer olsun diye getirmiş, sağ olsun..
Sırada Osman Pamukoğlu’nun son kitabı Kara Toprak ve eşimin ve kızımın yılbaşı hediyesi olarak aldıkları iki biyografi var: Che Guevara ve Matsushita..
Anlayacağınız felaket durumdayım.. Darısı sizin de başınıza..
Kuş gribi patladığı günlerde tavukçuluk sektörü kafası kesik tavuk gibi oradan oraya dolanıp, “tesislerimizi nasıl satsak” diye düşünürken, Banvit, Keskinoğlu, Şeker Piliç hem reklamlara hem de PR çalışmalarına aralıksız devam ettiler; hatta yoğunluklarını artırdılar. Cuma günkü gazetelerde somut kanıtı vardı. Banvit ve Şeker Piliç hisseleri borsada tavan gidiyormuş. Bu arada iletişimi kısmayanların satışlarının, kriz öncesi duruma neredeyse %70 oranında yaklaştığı ifade ediliyor. Kim söylüyor? Beyaz Et Derneği Başkanı Demir Kunter söylüyor.
Bazıları ise Banvit’i ve reklamlara ağırlık veren diğer tavukçuları ‘ihanetle’ suçluyor. “Hani 19 şirket biraraya geldik birlikte hareket edecektik, bireysel hareket etmeyecektik” diyorlar. Rekabet sert iştir. Kendi kuralları vardır. Ahpap çavuş muhabbeti işlemez rekabette. Deri Tanıtım Grubu’nun ünlülerle yaptığı kampanya yürürken Desa reklam yaptı da kötü mü oldu? Başkasının uyanıklığını suçlayacağına sen de uyanık ol. Kural bu.
Bu arada Uğur Dündar’lı kampanya da son derece doğru çalışıyor. Borsaya etkisi tartışılmaz. Bir de kampanyanın köküne kibrit suyu ekmeye çalışanlar olmasa! SABAH Cuma günü birinci sayfadan girmiş. Elazığ’da kuş gribi tespit edilen tavukların Malatya’da iki entegre tesise gönderildiği belirlenmiş. Bu tesislerden biri de meydanlarda halka bedava tavuk ızgara ve döner dağıtmış. Hem de iki gün. Malatya’da tedirgin bir bekleyiş varmış. Al başına belayı... Sen onca emekle ‘entegre tesislere hiç bir musibet giremez’ kampanyası yap. Sonra da bu iş başına gelsin... Bu arada başarılı PR şirketi G7’yi ve 19 şirketi biraz gecikmeli olsa da ortak kampanyaları için kutluyorum. Ve heyecanla Turizm ve Kültür Bakanlığı Sayın Müsteşarı’nın ‘başlayacak’ dediği yurt dışı kampanyasını bekliyorum...
Özür
Geçen hafta “Gitt’in derdi çözülüyor” başlıklı yazımda oyuncak arabayı bulamadıklarından yakınanlardan söz ederken “Sonunda bu şikayetleri Petrol Ofisi yetkililerine ilettik” diye dilimiz sürçmüş. Opet olarak düzeltir, özür dilerim.
Polat’ın göğsündeki ‘ex libris’...
Bizim ecnebi entelektüeller yine zor durumda. Neredeyse Amerikalı Nato Generali ve filme 18 yaş sınırını koyan yasakçı Almanlar ile aynı potaya düşecekler. “ABD, çareler tükenmedikçe ordusunu ya da CIA’yi göndereceği yere Hollywood’u, MTV’yi yollar, etki alanına almak istediği ülkelere. Bu daha ekonomiktir”... Bunu ABD’li ağır entelektüeller söylüyor. (Bkz NPQ Türkiye dergisi). İkinci dünya savaşından bu yana ABD kahramanlığı, hukuk ve sağlık sisteminin mükemmelliği, demokrasinin ne kadar şahane çalıştığı ve ABD düşmanlarının ne kadar “embesil ve kaka çocuklar” olduğuna ilişkin ‘uyuz kaşıma filmlerine’ sesini çıkarma; hatta bazılarını göklere çıkar; bizim fukaralar bir lokma ‘milli uyuzumuzu kaşımaya’ kalksalar tukaka!
Necati Şaşmaz’ın ceketine işlettiği “Abdülkadir oğlu Necati” yazan ve son derece farklı ve şık duran tuğrayı eleştiriyor bazıları. Aferin Necati’ye. Gündem böyle yönetilir işte. Sadece küçük bir öneri. Necati buna ‘tuğra’ yerine aynı kültürün Hıristiyan Batı’daki karşılığı olan ex libris kavramını kullansaydı; bak o zaman bizim entellerimiz olaya nasıl sahip çıkarlardı. Batı’ya ex libris kültürünün girişi bizim tuğradan çok sonrasına rastlar ya; olsun ‘ex libris’ daha şık dururdu değil mi?...
Görmeden fikir sahibi olmak zor
Kurtlar Vadisi’nin dizisi, filminden 10 kez daha etkili aslında. Ama pek çok ecnebi aydınımız diziyi ‘küllüm’ reddettiği için bazen küçük hatalara düşüyorlar. Örneğin sevgili dostum Ahmet Hakan “Sonunu düşünenler kahraman olamaz” sözünü anlaşılan ilk kez filmin afişinde görmüş. Kendisinin yazdığı bir yazıdan takla attırılarak kullanıldığını düşünüyor. Oysa bu söz tam üç yıldır dizide tekrarlanır durur. Dizinin ana ekseninde vardır yani bu söz. Yani Ahmet kardeşim yüksek tirajlı gazetelerde ilgiyle okuduğum yazılarına başlamadan yıllar öncesine rastlıyor ilk kullanımı...
Bu sözü senaristler diziye Em. Tümgeneral Osman Pamukoğlu’nun kitabından yola çıkarak almışlar. Bu arada küçük bir uyarıda bulunmakta yarar var. Dizide pek çok söz, başta Mevlana olmak üzere ‘halkın ortak ruhî şekillenmesini etkilemiş pek çok ‘mütefekkirden’ alıntılanarak kullanılmış! Örneğin, dizinin son bölümlerinde “Kurtlukta düşeni yemek kanundur!” diye bir söz sıkça kullanılıyor. Biri kalkıp bunu benden aldılar diyebilir. Benden uyarması; bu söz de Kemal Tahir’in ‘Kurt Kanunu’ adlı kitabından alınmıştır. Benden söylemesi...
Deşifre için tadımlık 3 tüyo!
Haftalarca, günde ortalama 6 saat ‘Kurlar Vadisi’ CD’lerini izledim ve içindeki iletişim kilidini çözdüm, diziyi deşifre ettim, dedim ya... Aldığım e-postanın haddi hesabı yok. Acaba nasıl deşifre etmişim diziyi? Ben de onlara “Tembellik yok. Siz de izleyin. Sonra tartışalım” diye yanıt veriyordum. Çünkü gördüm ki, bir tek bölümünü bile izlemeden fikir sahibi olmak isteyenlerin haddi hesabı yok.
Yine de bugün üç kilit noktaya değinmeden duramadım. Tadımlık... Birincisi yukarıda belirttiğim gibi dizide yer alan ‘öz deyişler’. Bunların seçimindeki bütünlük. Bunların halkın özlem ve değerlerini bire bir yansıtması.
İkinci kilit nokta ise pek çok kişinin gözünden kaçan bir ‘kahraman’... Ömer Baba... Üçüncüsü de yine dizinin yan kahramanlarından: Deli Hikmet... Ömer Baba kamu vicdanını simgeliyor. Hikmet kamu oyunu... Ömer Baba halkımızın ruhuna sesleniyor, Deli Hikmet aklımıza.
Peki Polat neremize sesleniyor?... O da ileride. Dedik ya, tembellik yok!
Daha öncede belirttiğim gibi, iletişime biraz meraklı bir kişinin yapması gereken şey “Kurtlar Vadisi”ni beğenmek - beğenmemek noktasında ‘bakmak’, ya da Trabzon’da papazı öldüren çocuğu dizinin tetikleyip tetiklemediğini tartışmak değil; tüm zamanların en çok izlenen dizisini (ikinci gösterim de rekorlar kırıyor) bir iletişim fenomeni olarak anlamaya çalışmaktır. Aksi taktirde ne siyasi iletişimde başarılı olunur, ne de ürün ve hizmet markalarının pazarlanmasında. Diğer tartışma konuları sosyologların, psikologların alanına girer; iletişimcilerin değil.
Livaneli’den sınav sorusu
Tam da gelecek Çarşamba, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi master sınıfındaki öğrencilerimize sınavda ne soralım diye düşünüyorduk. Sevgili Zülfü Livaneli imdadımıza yetişti. 5 Şubat günkü yazısında (mutlaka okuyun) bizim Habertürk’de Cuma akşamları canlı, Pazar öğlenleri tekrarı yayınlanan programdan övgüyle söz ederken bir görüşümüze takılmış. Onu tartışıyor. Biz de sınavda bu yazıyı öğrencilerimize dağıtıp tartışmalarını isteyeceğiz.
Her zaman altını çizdiğimiz husustur: Algılama Yönetimi’nin 11 temel kuralından birincisi ve en önemlisi şudur: Hedef kitlenin değerleriyle uyum içinde olmazsanız iletişimde başarılı olmanız, algılamayı yönetmeniz mümkün değildir.
Livaneli’nin karşı çıktığı nokta hiç de yabana atılır cinsten değil. Diyor ki “Galile, Mandela, Emile Zola, Nazım Hikmet, Pir Sultan Abdal, Sabahattin Ali, Che Guevara topluma ters düşmüş insanlardı. Hatta Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed, Hz. Yahya da öyleydiler. Hz. Ali, Nesimi, Hallac-ı Mansur da düzene ve iktidardaki genel geçer fikirlere ters düşmenin örnekleriydiler. Sokrates'den Leonardo Da Vinci'ye, Hezarfen Çelebi'den Nefi'ye kadar hemen hemen herkes bedel ödemişti. Son örneğim Gazi Mustafa Kemal”
Çarşamba günü öğrencilerimizin görüşlerini alalım, pazara kendi görüşlerimizi dile getiririz. Dedik ya, Livaneli’nin örneklerinin hepsi birer çetin ceviz.
Cesaret meselesi
“Yeni bir ürün çıkaracağız. Bu bir likit yumurta. Yani önceden kırılmış. Çalkalanmış. Her yerde kullanabilirsiniz... Yüksek teknoloji ürünü ve üst düzeyde sağlıklı. Bu ürünü çıkarmak ve iletişimini yapmak için en kötü zamanlama nasıl olur?” Biri bana bu soruyu sorsa, şöyle yanıt verirdim: “Kuş gribi diye bir felaket gelecek. Onu bekleyin. Bir de, madem Sayın Maliye Bakanımızın oğlu ortağınız, o zaman Maliye Bakanımız ile ilgili yolsuzluk iddialarını falan bekleyin. Bu iki kriz durumu aynı anda tecelli edince de siz de Unakıtan adını verdiğiniz markanızın reklamına başlayın!”
Bildiğiniz gibi aynen böyle oldu. Ürün iyi. Reklam iyi. Ya zamanlama?.. Cesaretlerine hayranım...
Absürd reklam
Sevgilinin vücudunun her santimetre karesi ile ses geçirmeyen boru arasında hangi mantıksal, duygusal bağ kurulabilir, diye boşuna düşünmeyin. Bayağı kurulurmuş. İşte Hakan Plastik’ten Silento’da bu bağlantı kurulmuş. Hem de İngilizce kurulmuş. Bir de “Blond bride” (Sarı gelin) türküsü yok mu finalde. En çok ona bayılıyorum... Davudi dış sesle bir önceki sahnenin de uyumsuzluğu işin cabası...
Amaç absürd (uyumsuz, saçma) anlatımla adını duyurmaksa, bunu dört dörtlük başardı Hakan Plastik. Satışa ve marka vaadine ne katma değer getirir, işte onu bilen beri gelsin...
Ne reklamı?
Önce bir başka Fortis reklamı sandım. Aynı rengârenk parçacıklar uçuşuyor çünkü. Ha şimdi, ha biraz sonra parçacıklar birleşip Fortis logosunu oluşturacaklar diye beklerken, bir de baktım arkasından bambaşka bir ürün bambaşka marka çıkmaz mı...
Adını ilk kez duyuyorum. Bravia... Televizyonmuş... Ne emek ne zahmet... Ya Bravia reklamını yaparken Fortis’e hizmet ederse... Tut kelin perçeminden. Ne gerek vardı bunca riske... Hem de markayı yeni lanse ederken...
Darısı başınıza...
Katma değerli işler zordur. Okumak da öyle. Öylesine birikti ki okunacaklar... Bazılarını sizinle paylaşıp rahatlamalıyım.
Dünyaca ünlü üç pazarlama danışmanı ile Koç Üniversitesi akademisyenlerinden Lerzan Aksoy en önemli ve en çok kazanç getiren konu olan ‘müşteri sadakati’ni ele almış ve “Loyalty Myths” (Sadakat Mitleri) adında bir kitaba imza atmışlar. Sadece kitabın yanında gelen bilgi notundan küçük bir paragraf alıntılayacağım. Sanırım ne demek istendiğini ve istediğimi anlatacak: “Yeni bir müşteri bulmak, eski müşteriyi elde tutmaktan 5 kat daha fazla masraflıdır; sadık müşteriler gerçekten şirketin reklamını yaparlar mı; uzun vade müşteri, kısa vade müşteriden daha mı önemlidir; mutlu çalışanlar, mutlu müşteriler yaratır gibi efsaneleşmiş fikirlere kesin bir dille hayır!”
Sırada bekleyen diğer kitaplar şöyle: Merkez Kitapçılık’tan tuğla gibi, dedikleri türden bir anı kitabı. Enis Batur’a İclal Aydın’ı sormuşlar. O da “Edip ile muharrir arasında fark vardır” demiş. “Atlıkarıncada bir tur daha”nın yazarı İtalyan gazeteci Tiziano Terzani ikinci türe giriyor. Ama ne muharrir... Ama ne ilginç bir dünya gözlemi... Şöyle bir başladım kitaba. 2-3 ayda falan ancak bitiririm herhalde.
MESS müthiş kitaplar yayınlıyor. Sonuncusu Peter Drucker’dan. Adı “Gün Gün Drucker”. Bir derleme bu. Yazarım eserleri taranmış. Tüm görüşlerimi yansıtan 366 Fikir yazısı bu kitapta toplanmış. Gel de okuma...
Bu arada başımın püsküllü belası Hulusi Derici üç kitap birden göndermiş. Biri Chelsea’nin efsanevi teknik direktörü José Mourinho’nuın hayatı. Diğer ikisi MARKA reklam ajansının sponsorluğunda yayınlanmış iki Guy Kawasaki kitabı: “Devrimcileri için kurallar” ve “Rakiplerinizi çıldırtmanın yolları”. Apple markasının yaratıcısı olarak bilinen Kawasaki’nin kitapları Allah’tan kolay okunur türden...
Bir de bizim şirketler grubunun CEO’su Ayşegül Meriç’in son İngiltere seyahatinden dönüşte getirdiği iki kitap var. “Love thy customer” ve “Costumer is King”. Ama daha çok ‘costumer’ değil ‘client’ (özel müşteri) ile ilgili. Ben de ikincisiyle daha çok ilgiliyim zaten. Yazmaya soyunduğum yeni kitabın adı da “Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir” olacak ya. Ona katma değer olsun diye getirmiş, sağ olsun..
Sırada Osman Pamukoğlu’nun son kitabı Kara Toprak ve eşimin ve kızımın yılbaşı hediyesi olarak aldıkları iki biyografi var: Che Guevara ve Matsushita..
Anlayacağınız felaket durumdayım.. Darısı sizin de başınıza..