Ayaküstü 'kurultay kararı' açıklaması
16 AĞUSTOS 2014 YENİ ŞAFAK
Yine tertip yok. Yine düzen yok. Yine iletişim ve ilişki yönetiminin temel ilkeleri yerlerde!.. Sayın Kılıçdaroğlu, Yenimahalle Devlet Hastanesi'nde tedavi gören Filistinli yaralıları ziyareti çıkışında gazetecilerin sorularını yanıtlarken, 'Meraklanmasınlar, ben kurultayı toplayacağım' demiş.
Muhalefetin en büyük partisinin lideri, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında kaynayan kazan görünümündeki partisinde bir de yeni bir rakip olarak sivrilen Muharrem İnce'nin parti görevinden istifa edeceğini söylemesiyle birlikte herkesin merak ettiği kurultay meselesini bakın nasıl 'ayaküstü' aydınlığa kavuşturuvermiş:
'Basın toplantısı yapan arkadaşlara şunu söyledim, 'kurultayı toplamak istiyorsanız imzaları getirin ben hemen kurultayı toplayacağım' diye. Ama anlaşılıyor ki imza toplamakta biraz zorluk çekecekler. Meraklanmasınlar, ben kurultayı toplayacağım. (Tarihine) Onu arkadaşlarla görüştükten sonra karar vereceğim.'
Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı seçiminin ertesinde bir açıklama yapmadığı hatırlatıldığında da 'Bu kadar merak edildiğimi bilmiyordum doğrusunu isterseniz' deyivermiş.
Halkla İlişkileri küçümserseniz, seçim sonrasında muhalefet liderinin nasıl bir aksiyon alarak değerlendirme yapması gerektiğini de elbette aklınıza bile getirmezsiniz. Halkla İlişkileri (Bunlar PR yapıyor, diye) küçümserseniz, bir partinin tarihinde önemli dönüm noktalarından biri olan 'Kurultay' gibi -hem de sancılı günlerin içinde hayli merak edilen- özel bir günün, işin önemine binaen liderin gündelik programlarından birinin arasına sıkıştırılamayacağını, ciddiyetle düzenlenen bir basın toplantısıyla, gerekçeleri açıklanarak kamuoyuna duyurulması gerektiğini de öğrenemezsiniz.
Sağlam bir dünya görüşüyle temellendirilmiş bir fikriyatın stratejilerine sahip olsanız, partinizin var oluşuna çok büyük anlamlar kattığını var saydığınız 'demokrasi' gibi bir koca kavramı, yine ayaküstü şu yanıtları verirken, 'sıkıştırıldığınızda' süpürdüklerinizi örteceğiniz bir 'halı' derekesine düşürmezsiniz:
'Biz, bu ülkeye demokrasiyi getiren bir partiyiz. Çok sesli bir partiyiz aynı zamanda. Ama parti disiplini denilen bir kurala da sıkı sıkıya bağlı olmamız gerektiğini de herkesin bilmesi gerekir. (...) Bir arkadaşımızın (Muharrem İnce) genel başkan olmak için adaylığını koyması bizim partimizin ve demokrasimizin geleneklerinde vardır. Ben, asla ve asla 'neden genel başkan adayı oldun, ben burada oturuyorum' diye bir düşünce içinde hiç olmadım, olmam da doğru da olmaz zaten. Seçimler, eğer kurultayımız yapılırsa demokratik bir süre içinde yapılır.'
Belli ki Sayın Kılıçdaroğlu, CHP'de 'Parti içi demokrasi'nin çok şahane işlediğini düşünmemizi istiyor. Ekmel Bey'in 'Çatı' adaylığına CHP desteğinin nasıl karara bağlandığını unutmuş olabilir miyiz?
Siyasi iletişimin olmazsa olmazı 'Vaat' ve 'Güven' arasındaki ilişki, parti içi demokrasinin de atar ve toplar damarı olarak tüm kadrolara uyum içinde sirayet etmediği zaman, 'Büyük Fikir, Büyük Lider, Büyük Teşkilat' üçlemesinin 'Teşkilat' ayağında sıkıntılar yaratır.
Sayın Kılıçdaroğlu, son zamanlarda, bir folklor terimi olarak bilinen, folklorcunun diğer arkadaşlarının uyumlu hareketlerini bozma tehlikesine işaret eden 'Şahsi figür atmayı', bir alışkanlık haline mi dönüştürüyor; yoksa ortada Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası için alternatif bir stratejileri ve bağlı olarak uygun aksiyonları mı yok?
Rüzgâr nereye, Kılıçdaroğlu oraya...
'Büyük Uyku'ya yatan bir büyük yıldız...
'Beyni olan kişilerin mutlu olacağını düşünmüyorum. Nasıl mutlu olabilirler, düşünen bir insansanız dünyayla boşanamıyorsunuz!'
Böyle demiş Lauren Bacall. O da dünya sinemasının, özellikle unutulmaz 'The Big Sleep'in yıldızlarından biri olarak semalardan kaydı gitti. Tıpkı 'Carpe Diem' kavramını hayatımıza, özellikle gençlerin diline yerleşmesine ve 'zaman' üzerine de düşünmelerine vesile olan Robin Williams gibi... (TRT'nin 'Ölü Ozanlar Derneği'ni Salı akşamı yayımlaması da ne zarif bir yayıncılık dersidir.)
Humphrey Bogart'la aşkı ve evliliği ile de sonrasında da Hayat ve Ses dergilerinde bir zamanlar bizim magazin dünyamızı renklendiren bu büyük yıldızı, Lauren Bacall'ı o derinden gelen boğuk sesiyle ve çok manalı bakışlarıyla hatırlayan ve hatırlatan rahmetli Attila İlhan'ı da bu vesileyle analım. O'nun ilk iki favorisi Marlene Dietrich ve Greta Garbo'ydu elbette.
Lauren Bacall, pek çok usta Hollywood yönetmeni ya da oyuncusu gibi sahne eğitimi alanlardan ve tiyatro oyunculuğu ile de var olanlardan biri. 20 yılı sahnede geçmiş. Bir eğlence endüstrisi 'sektör' haline eğitimle birlikte dönüşüyor.
Anlıyor musunuz neden 'bizde şöhret markası yoktur' deyişimin nedenini... Alt yapısı yok çünkü. Hukukçusu, müzisyeni, eğitimi, halkla ilişkileri ya da kıyafetinden sesine şöhretin neye ihtiyacı varsa hepsini 'besleyen' kılcal damarlarına kan götürecek olan o alt yapı...
'Tarkan ya da örneğin Beren Saat marka değiller' dediğimizde sanki 'Meşhur değiller' demişiz gibi algılanabiliyor. Şöhret olmakla, marka olmayı birbirine karıştırmanın, PR'ı küçümsemekle bir alâkası yok mudur sizce? Küçümsediğimiz kavramların ne anlama geldiği üzerine biraz kafa yorabilsek, bizim şöhretlerimizin, endüstrisi oluşamamış bir eğlence sektöründe tam anlamıyla neden bir 'marka' olamayacaklarını da idrak edebileceğiz.
Konu derin ve uzun, yerimizse dar.
Muhalefetin en büyük partisinin lideri, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında kaynayan kazan görünümündeki partisinde bir de yeni bir rakip olarak sivrilen Muharrem İnce'nin parti görevinden istifa edeceğini söylemesiyle birlikte herkesin merak ettiği kurultay meselesini bakın nasıl 'ayaküstü' aydınlığa kavuşturuvermiş:
'Basın toplantısı yapan arkadaşlara şunu söyledim, 'kurultayı toplamak istiyorsanız imzaları getirin ben hemen kurultayı toplayacağım' diye. Ama anlaşılıyor ki imza toplamakta biraz zorluk çekecekler. Meraklanmasınlar, ben kurultayı toplayacağım. (Tarihine) Onu arkadaşlarla görüştükten sonra karar vereceğim.'
Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı seçiminin ertesinde bir açıklama yapmadığı hatırlatıldığında da 'Bu kadar merak edildiğimi bilmiyordum doğrusunu isterseniz' deyivermiş.
Halkla İlişkileri küçümserseniz, seçim sonrasında muhalefet liderinin nasıl bir aksiyon alarak değerlendirme yapması gerektiğini de elbette aklınıza bile getirmezsiniz. Halkla İlişkileri (Bunlar PR yapıyor, diye) küçümserseniz, bir partinin tarihinde önemli dönüm noktalarından biri olan 'Kurultay' gibi -hem de sancılı günlerin içinde hayli merak edilen- özel bir günün, işin önemine binaen liderin gündelik programlarından birinin arasına sıkıştırılamayacağını, ciddiyetle düzenlenen bir basın toplantısıyla, gerekçeleri açıklanarak kamuoyuna duyurulması gerektiğini de öğrenemezsiniz.
Sağlam bir dünya görüşüyle temellendirilmiş bir fikriyatın stratejilerine sahip olsanız, partinizin var oluşuna çok büyük anlamlar kattığını var saydığınız 'demokrasi' gibi bir koca kavramı, yine ayaküstü şu yanıtları verirken, 'sıkıştırıldığınızda' süpürdüklerinizi örteceğiniz bir 'halı' derekesine düşürmezsiniz:
'Biz, bu ülkeye demokrasiyi getiren bir partiyiz. Çok sesli bir partiyiz aynı zamanda. Ama parti disiplini denilen bir kurala da sıkı sıkıya bağlı olmamız gerektiğini de herkesin bilmesi gerekir. (...) Bir arkadaşımızın (Muharrem İnce) genel başkan olmak için adaylığını koyması bizim partimizin ve demokrasimizin geleneklerinde vardır. Ben, asla ve asla 'neden genel başkan adayı oldun, ben burada oturuyorum' diye bir düşünce içinde hiç olmadım, olmam da doğru da olmaz zaten. Seçimler, eğer kurultayımız yapılırsa demokratik bir süre içinde yapılır.'
Belli ki Sayın Kılıçdaroğlu, CHP'de 'Parti içi demokrasi'nin çok şahane işlediğini düşünmemizi istiyor. Ekmel Bey'in 'Çatı' adaylığına CHP desteğinin nasıl karara bağlandığını unutmuş olabilir miyiz?
Siyasi iletişimin olmazsa olmazı 'Vaat' ve 'Güven' arasındaki ilişki, parti içi demokrasinin de atar ve toplar damarı olarak tüm kadrolara uyum içinde sirayet etmediği zaman, 'Büyük Fikir, Büyük Lider, Büyük Teşkilat' üçlemesinin 'Teşkilat' ayağında sıkıntılar yaratır.
Sayın Kılıçdaroğlu, son zamanlarda, bir folklor terimi olarak bilinen, folklorcunun diğer arkadaşlarının uyumlu hareketlerini bozma tehlikesine işaret eden 'Şahsi figür atmayı', bir alışkanlık haline mi dönüştürüyor; yoksa ortada Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası için alternatif bir stratejileri ve bağlı olarak uygun aksiyonları mı yok?
Rüzgâr nereye, Kılıçdaroğlu oraya...
'Büyük Uyku'ya yatan bir büyük yıldız...
'Beyni olan kişilerin mutlu olacağını düşünmüyorum. Nasıl mutlu olabilirler, düşünen bir insansanız dünyayla boşanamıyorsunuz!'
Böyle demiş Lauren Bacall. O da dünya sinemasının, özellikle unutulmaz 'The Big Sleep'in yıldızlarından biri olarak semalardan kaydı gitti. Tıpkı 'Carpe Diem' kavramını hayatımıza, özellikle gençlerin diline yerleşmesine ve 'zaman' üzerine de düşünmelerine vesile olan Robin Williams gibi... (TRT'nin 'Ölü Ozanlar Derneği'ni Salı akşamı yayımlaması da ne zarif bir yayıncılık dersidir.)
Humphrey Bogart'la aşkı ve evliliği ile de sonrasında da Hayat ve Ses dergilerinde bir zamanlar bizim magazin dünyamızı renklendiren bu büyük yıldızı, Lauren Bacall'ı o derinden gelen boğuk sesiyle ve çok manalı bakışlarıyla hatırlayan ve hatırlatan rahmetli Attila İlhan'ı da bu vesileyle analım. O'nun ilk iki favorisi Marlene Dietrich ve Greta Garbo'ydu elbette.
Lauren Bacall, pek çok usta Hollywood yönetmeni ya da oyuncusu gibi sahne eğitimi alanlardan ve tiyatro oyunculuğu ile de var olanlardan biri. 20 yılı sahnede geçmiş. Bir eğlence endüstrisi 'sektör' haline eğitimle birlikte dönüşüyor.
Anlıyor musunuz neden 'bizde şöhret markası yoktur' deyişimin nedenini... Alt yapısı yok çünkü. Hukukçusu, müzisyeni, eğitimi, halkla ilişkileri ya da kıyafetinden sesine şöhretin neye ihtiyacı varsa hepsini 'besleyen' kılcal damarlarına kan götürecek olan o alt yapı...
'Tarkan ya da örneğin Beren Saat marka değiller' dediğimizde sanki 'Meşhur değiller' demişiz gibi algılanabiliyor. Şöhret olmakla, marka olmayı birbirine karıştırmanın, PR'ı küçümsemekle bir alâkası yok mudur sizce? Küçümsediğimiz kavramların ne anlama geldiği üzerine biraz kafa yorabilsek, bizim şöhretlerimizin, endüstrisi oluşamamış bir eğlence sektöründe tam anlamıyla neden bir 'marka' olamayacaklarını da idrak edebileceğiz.
Konu derin ve uzun, yerimizse dar.