Başbakan niçin başbakan?..
29 kasım 2012
Sonda söyleyeceğimizi hemen baştan belirtelim: Başbakan Tayyip Erdoğan muhalefetin istediği, düşlediği, önerdiği, iktidarda görmek istediği, uygun bulduğu, beğendiği, kendine layık bulduğu, kültür ve değerleriyle buluştuğu, alışageldiği bir başbakan değil.
Sayın Başbakan, aynı zamanda dünya standartlarında ve evrensel benchmarklarda ifadesini bulan bir başbakan çizgisine de sahip değil. Hele de ‘seçilmiş davranış’ sergilemediği, prompter’in dışına çıktığı, siyasi doğruculuk (political correctness) sınırlarını aştığı durumlarda kendisini kimsenin tutması mümkün değil.
Pek çok böyle çıkışı var. Biz son ikisine bakalım: Şu Muhteşem Yüzyıl ve Çamlıca’ya cami konusundaki sözlerine…
Tam ters köşe. “Çok beğendim. İkinci gelen birinci yapmalılardı./…Bunlar televizyon ekranındaki ecdadımızı zannediyorum Muhteşem Yüzyıl belgeselindeki gibi tanıyor.” Varsın aslında bir tane değil iki tane ikinci seçilmiş olsun. Varsın Muhteşem Yüzyıl belgesel değil dizi olmuş olsun. Önemli mi? Hayır değil. Önemli olan bambaşka bir âlemden seslenebilmek ve sonuç. Siyaset için tek amaç iktidarsa ve Başbakan katılsak da katılmasak da bu duruşu ile seçmenin nabzını tutuyor ve kendisini iktidara taşıyacak oy çoğunluğunu garantiliyorsa o zaman yapacak birşey yok.
Başbakan, kendisinin nasıl bir başbakan olmasını isteyenlerin istediği gibi bir başbakan olmadığı için, başbakan oluyor olmasın?..
Assange’ın ‘bekçi haykırışı’...
Aylardır Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nden dışarıya çıkamayan Wikileaks’in kurucusu Julian Assange bir bilişim konferansı olan Convention Camp’ın etkinliğine görüntülü olarak bağlanmış ve herzamanki görüşlerinden epeyce farklı bir tonda şöyle demiş:
“İnternet medeniyete yönelik bir tehdittir ve kullanıcılar bu tehdidi yaratanların ekmeğine yağ sürüyor.”
‘Bu yalnızca bir bekçinin haykırışı!’ diyerek ifade ettiği bu düşünceleri, yeni yazdığı ve henüz yayımlanmayan kitabında temellendiriyormuş. İnternet dünyasının idollerinden biri haline gelen Assange’ın kitabının adı da neye işaret etmeye çalıştığını gayet iyi ortaya koyuyor:
“Cypherpunks: Freedom and the Future of the Internet.” / “Kriptopunkları: Özgürlük ve Internetin Geleceği.”
Taraf gazetesindeki ilgili habere göre Assange bu kitabında “Önümüzdeki yıllarda küresel medeniyetin postmodern bir gözetleme distopyası” haline geleceğini savunuyormuş.
Uluslararası sosyal ve politik yorum dergisi NPQ, WikiLeaks’ın gündem belirlediği dönemlerde yayımlanan sayılarından birinde Nathan Gardels’ın ‘güvenliğin yeniden tanımlandığı bu çağa’ ilişkin tespiti aklıma geldi. Gardels, WikiLeaks olgusunun, iki büyük filozofu, Michel Foucault ve Aleksandr Soljenitsin’i hatırlattığını belirterek ‘iktidarın sınırları’na dikkat çekiyordu. (NPQ Türkiye. Cilt:9, Sayı:1, Yıl:2011) Doğrusu ben de Gardels’ın şu sorusunun düşünülmeye değer olduğuna inanıyorum:
“Liberal toplumlarda, totaliter baskıyla savaşma konusunda olduğu kadar, sınırsız enformasyon hürriyetinin sonuçlarını kaldırma sorumluluğuna da hazır olup olmadığımızı enine boyuna düşünmeliyiz.”
Assange’ın bir anlamda ‘gözaltı’ sayılabilecek Londra/Ekvador deneyimi, demokrasi yoksunluğu ile sınırsız sorumsuz hürriyet arasındaki sanal salıncağın iplerini hayli inceltmiş olmalı... Ezeli sorular ve sorunlar, asırlar içinde ne çok gündemimize gelip takılıyor değil mi?
Bekçilerin işi elbette çok daha zor!
Cesaret, tutarlılık, güven
Perakende sektörü Türkiye ekonomisinin nabzının attığı halkın, girişimcilerin eğilimlerinin en doğru şekilde izlenebildiği sektörlerin başında gelir. Perakende sektörünün nabzı ise yılda bir kere artık gelenekselleşmiş hale gelen Perakende Günleri’nde atar. 12 yıldır Soysal Danışmanlık tarafından düzenlenen bu dev organizasyonun dün açılışı vardı bugün ise ikinci ve final günü var. İlk günün en ilginç olaylarından biri hiç şüphesiz 2013 yılının tahmini ile ilgili yapılan elektronik oylamaydı. 2013’ün 2012’ye kıyasla daha iyi geçeceğini söyleyenlerin oranı yüzde 65’i buluyordu. Bu rakam Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in başkanlığında yürütülmüş olan 2011 Türkiye Değerler Araştırması’nda ölçülmüş “hayattan memnuniyet” sonuçlarıyla neredeyse tamamen örtüşüyordu.
Bu duruma o meşhur deyişle “temkinli iyimserlik” denebilir mi acaba? Genelde onlarca yıldır “Biz bir toplu iğne bile üretemeyiz, motor bile yapamayız, uluslararası ticarette ana aktör olamayız” diye yakınıp duranların perakende sektörünün patron ve profesyonellerinin 2013 öngörüsüyle hemfikir olmayacakları malum. Ancak onlar Türkiye ile ilgili herhangi bir olumlu konuda da hiçbir zaman mutabık olmazlar zaten. Allahtan son 60-70 yıldır haklı çıkmıyorlar.
Bu tayfa, Sayın Suat Soysal perakende sektöründe bu tür organizasyonlara başladığında olayın bugünkü boyutlara gelebileceğine de hiç inanmamıştı. Soysal, üç özelliği ile başarıya ulaştı: Cesaret, tutarlılık, güven. Bugün Perakende Günleri’nde binlerce kişi bir araya gelip sektörün meselelerini açık yüreklilikle tartışabiliyorsa, bunu işte bu üç kavrama borçludur.
Çöp kutusuna layık düşünceler...
“Psychological Science” dergisinde yayımlanan bir araştırma, ‘olumsuz ve istenmeyen’ düşüncelerden kurtulma yolunun içimizdekileri yazarak sonra çöpe atmaktan geçtiğini ortaya koyuyormuş. .
Amerikalı ve İspanyol bilimadamlarının araştırması hakkında bilgi veren Ohio Devlet Üniversitesi’nden Richard Petty, bu çöpe atma eyleminin ‘aptalca’ gelebileceğini belirterek, düşüncelerin kağıda dökülmüş halinin atılmasının ruhsal rahatlama sağladığını, dolayısıyla işe yaradığını söylemiş. Psikolog olmaya gerek yok; zaten yazmak denilen eylem bir tür yabancılaşma ve olayın dışına çıkmayı gerektireceğinden araştırma sonucu makul geliyor.
Araştırma sonucu, olumlu düşünceleri yazıp cüzdanında saklayanların da daha huzurlu olabildiklerini ortaya koymuş.
Soyutlama gücümüzün, -olduğu kadarıyla- kıymetini bilmek, ve artısıyla, eksisiyle, zıttıyla, eşanlamlısıyla birlikte bize sunulan düşünce yöntemi nimetlerini sonuna kadar değerlendirebilmek bu dünyada daha iyi yaşamak için yollardan biri olsa gerek.
Çünkü gündelik hayatlarımızdaki ‘sıradan’ düşünceler, zaman içinde fikirlerimizi de pekala yönlendirebiliyor; hatta ‘yönetebiliyor’. Oysa biliyoruz ki vasatlığın ıssız sularında esenliğin derinliği yaşanamaz.
Sayın Başbakan, aynı zamanda dünya standartlarında ve evrensel benchmarklarda ifadesini bulan bir başbakan çizgisine de sahip değil. Hele de ‘seçilmiş davranış’ sergilemediği, prompter’in dışına çıktığı, siyasi doğruculuk (political correctness) sınırlarını aştığı durumlarda kendisini kimsenin tutması mümkün değil.
Pek çok böyle çıkışı var. Biz son ikisine bakalım: Şu Muhteşem Yüzyıl ve Çamlıca’ya cami konusundaki sözlerine…
Tam ters köşe. “Çok beğendim. İkinci gelen birinci yapmalılardı./…Bunlar televizyon ekranındaki ecdadımızı zannediyorum Muhteşem Yüzyıl belgeselindeki gibi tanıyor.” Varsın aslında bir tane değil iki tane ikinci seçilmiş olsun. Varsın Muhteşem Yüzyıl belgesel değil dizi olmuş olsun. Önemli mi? Hayır değil. Önemli olan bambaşka bir âlemden seslenebilmek ve sonuç. Siyaset için tek amaç iktidarsa ve Başbakan katılsak da katılmasak da bu duruşu ile seçmenin nabzını tutuyor ve kendisini iktidara taşıyacak oy çoğunluğunu garantiliyorsa o zaman yapacak birşey yok.
Başbakan, kendisinin nasıl bir başbakan olmasını isteyenlerin istediği gibi bir başbakan olmadığı için, başbakan oluyor olmasın?..
Assange’ın ‘bekçi haykırışı’...
Aylardır Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nden dışarıya çıkamayan Wikileaks’in kurucusu Julian Assange bir bilişim konferansı olan Convention Camp’ın etkinliğine görüntülü olarak bağlanmış ve herzamanki görüşlerinden epeyce farklı bir tonda şöyle demiş:
“İnternet medeniyete yönelik bir tehdittir ve kullanıcılar bu tehdidi yaratanların ekmeğine yağ sürüyor.”
‘Bu yalnızca bir bekçinin haykırışı!’ diyerek ifade ettiği bu düşünceleri, yeni yazdığı ve henüz yayımlanmayan kitabında temellendiriyormuş. İnternet dünyasının idollerinden biri haline gelen Assange’ın kitabının adı da neye işaret etmeye çalıştığını gayet iyi ortaya koyuyor:
“Cypherpunks: Freedom and the Future of the Internet.” / “Kriptopunkları: Özgürlük ve Internetin Geleceği.”
Taraf gazetesindeki ilgili habere göre Assange bu kitabında “Önümüzdeki yıllarda küresel medeniyetin postmodern bir gözetleme distopyası” haline geleceğini savunuyormuş.
Uluslararası sosyal ve politik yorum dergisi NPQ, WikiLeaks’ın gündem belirlediği dönemlerde yayımlanan sayılarından birinde Nathan Gardels’ın ‘güvenliğin yeniden tanımlandığı bu çağa’ ilişkin tespiti aklıma geldi. Gardels, WikiLeaks olgusunun, iki büyük filozofu, Michel Foucault ve Aleksandr Soljenitsin’i hatırlattığını belirterek ‘iktidarın sınırları’na dikkat çekiyordu. (NPQ Türkiye. Cilt:9, Sayı:1, Yıl:2011) Doğrusu ben de Gardels’ın şu sorusunun düşünülmeye değer olduğuna inanıyorum:
“Liberal toplumlarda, totaliter baskıyla savaşma konusunda olduğu kadar, sınırsız enformasyon hürriyetinin sonuçlarını kaldırma sorumluluğuna da hazır olup olmadığımızı enine boyuna düşünmeliyiz.”
Assange’ın bir anlamda ‘gözaltı’ sayılabilecek Londra/Ekvador deneyimi, demokrasi yoksunluğu ile sınırsız sorumsuz hürriyet arasındaki sanal salıncağın iplerini hayli inceltmiş olmalı... Ezeli sorular ve sorunlar, asırlar içinde ne çok gündemimize gelip takılıyor değil mi?
Bekçilerin işi elbette çok daha zor!
Cesaret, tutarlılık, güven
Perakende sektörü Türkiye ekonomisinin nabzının attığı halkın, girişimcilerin eğilimlerinin en doğru şekilde izlenebildiği sektörlerin başında gelir. Perakende sektörünün nabzı ise yılda bir kere artık gelenekselleşmiş hale gelen Perakende Günleri’nde atar. 12 yıldır Soysal Danışmanlık tarafından düzenlenen bu dev organizasyonun dün açılışı vardı bugün ise ikinci ve final günü var. İlk günün en ilginç olaylarından biri hiç şüphesiz 2013 yılının tahmini ile ilgili yapılan elektronik oylamaydı. 2013’ün 2012’ye kıyasla daha iyi geçeceğini söyleyenlerin oranı yüzde 65’i buluyordu. Bu rakam Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in başkanlığında yürütülmüş olan 2011 Türkiye Değerler Araştırması’nda ölçülmüş “hayattan memnuniyet” sonuçlarıyla neredeyse tamamen örtüşüyordu.
Bu duruma o meşhur deyişle “temkinli iyimserlik” denebilir mi acaba? Genelde onlarca yıldır “Biz bir toplu iğne bile üretemeyiz, motor bile yapamayız, uluslararası ticarette ana aktör olamayız” diye yakınıp duranların perakende sektörünün patron ve profesyonellerinin 2013 öngörüsüyle hemfikir olmayacakları malum. Ancak onlar Türkiye ile ilgili herhangi bir olumlu konuda da hiçbir zaman mutabık olmazlar zaten. Allahtan son 60-70 yıldır haklı çıkmıyorlar.
Bu tayfa, Sayın Suat Soysal perakende sektöründe bu tür organizasyonlara başladığında olayın bugünkü boyutlara gelebileceğine de hiç inanmamıştı. Soysal, üç özelliği ile başarıya ulaştı: Cesaret, tutarlılık, güven. Bugün Perakende Günleri’nde binlerce kişi bir araya gelip sektörün meselelerini açık yüreklilikle tartışabiliyorsa, bunu işte bu üç kavrama borçludur.
Çöp kutusuna layık düşünceler...
“Psychological Science” dergisinde yayımlanan bir araştırma, ‘olumsuz ve istenmeyen’ düşüncelerden kurtulma yolunun içimizdekileri yazarak sonra çöpe atmaktan geçtiğini ortaya koyuyormuş. .
Amerikalı ve İspanyol bilimadamlarının araştırması hakkında bilgi veren Ohio Devlet Üniversitesi’nden Richard Petty, bu çöpe atma eyleminin ‘aptalca’ gelebileceğini belirterek, düşüncelerin kağıda dökülmüş halinin atılmasının ruhsal rahatlama sağladığını, dolayısıyla işe yaradığını söylemiş. Psikolog olmaya gerek yok; zaten yazmak denilen eylem bir tür yabancılaşma ve olayın dışına çıkmayı gerektireceğinden araştırma sonucu makul geliyor.
Araştırma sonucu, olumlu düşünceleri yazıp cüzdanında saklayanların da daha huzurlu olabildiklerini ortaya koymuş.
Soyutlama gücümüzün, -olduğu kadarıyla- kıymetini bilmek, ve artısıyla, eksisiyle, zıttıyla, eşanlamlısıyla birlikte bize sunulan düşünce yöntemi nimetlerini sonuna kadar değerlendirebilmek bu dünyada daha iyi yaşamak için yollardan biri olsa gerek.
Çünkü gündelik hayatlarımızdaki ‘sıradan’ düşünceler, zaman içinde fikirlerimizi de pekala yönlendirebiliyor; hatta ‘yönetebiliyor’. Oysa biliyoruz ki vasatlığın ıssız sularında esenliğin derinliği yaşanamaz.