Başbakan'dan 'Hüzün Yüzyılı'na gönderme...
24 Nisan 2014 Yeni Şafak Gazetesi
Siyasi iletişim adına Başbakan aynı gün üç değişik gündemde üç şaşırtma harekâtına imza attı:Birincisi: Tarihi açıdan büyük önem taşıyan yaklaşım, '1915 olaylarına ilişkin açıklama'dır. Bu açıklama ile bölgedeki barış, dostluk ve istikrar adına ne kadar önemli bir adım atılmış olduğu zaman içinde daha iyi anlaşılacaktır. 'Ecnebi' aydınlarımız, omu- rilikten muhalifler ve melanet cephesi ve de Diaspora'nın bir kısmı Başbakan'ın son derece derinlikli ve duygusal sözlerini 'yetersiz' falan bulabilirler.
Önemli değil. Tarihe çok ciddi bir kayıt düşülmüştür bir kere. Açıklamanın içeriğindeki tek tek çok önemli unsurlar kadar, belki de onlardan da öte 'ses tonu' (tone of voice) hedeflenen ve gerçeklere yakın olduğuna inanılan algılamayı belki tamama erdirmeyecek ancak mutlaka tetikleyecektir...
Hard Power (sert güç)-Soft Power (yumuşak güç) meselesini burada sık sık dile getirdik. Günümüzün en belirleyici kamu diplomasisi aracı Smart Power (Akıllı Güç) yaklaşımı ile nasıl bir siyasi iletişim aksiyonu alınabileceğine vurgu yapmaya çalıştık. İşte bu açıklama, tipik bir 'Smart Power' atağıdır.
Hemen yarın 'soykırım tezleri' bir anda ortadan kalkacak değildir. Olayı 'yokuşa sürecek' o kadar çok 'taraf' var ki... Ancak Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın bu yaklaşımı, 'Hüzün Yüzyılı' dediğimiz bir dönemi anlamak ve o acıların hüznünü birlikte anıp tüm tarafların gönül yaralarını birlikte sarmaya çalışmak adına çok ciddi bir 'Başlama Vuruşu' (Anglosaksonların deyişiyle 'kick off') olabilir.
İkincisi: Başbakan'ın ayaküstü yaptığı sanılan ancak arkasında son derece sağlam ve inatçı bir tedbir ve tevekkül yaklaşımı bulunduğu izlenimi veren Cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki sözleri de çarpıcıdır. Bizim 12 Nisan günü burada yayınlanmış olan 'Başbakan'ı gaza getirmeden iki kere düşünün' başlıklı yazımızı okumanızı sonra da Sayın Başbakan'ın geçmişteki Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini hatırlatarak sarf ettiği şu sözlerini dikkatle anlamlandırmanızı öneririm:
'Cumhurbaşkanı'yla aramızda hiçbir sorun olmaz... O dönemde de siz yazıyordunuz, benim adım konuşuluyordu ama ters köşeye geldiniz. Belki bu seçimde de aynısı olabilir. Yine bir ters köşe olabilir. Bizim sağımız solumuz belli olmaz. Acele etmeyin...'
Tekrar ifade edelim. Başbakan gaza gelmez. Ölçüp biçmeden hiçbir sübjektif yaklaşıma dalıp 'yatmaz'...
Üçüncüsü: Günün üçüncü çarpıcı siyasi iletişim atağı ise seçilme yaşının 18'e indirilmesi üzerineydi...
Dar Bölge vs, bunlardan çok daha çarpıcıdır 18 yaş meselesi. Gündemi Başbakan'ın peşine takılıp izleyen muhalefet bu kez tam ters köşe. '18 yaşında genç seçilse ne olacak?' dese bir türlü, demese başka türlü... Allah kolaylık versin...
'Desenin parçasıysan bütünü göremezsin!'
Hasbelkader davet edildiğimiz TV programlarında ne demişiz, bizim şahsi web sitesinde hepsi var. Dün akşamki A Haber konukluğumuzu da arkadaşlar oraya koyacaklar... Ne demişsek orada... Bugüne kadar Allah utandırmış mı utandırmamış mı, hemen belli olur. Ancak şu sıra, eğer 'antin kuntin' bir takım numaralar yapmıyorsanız bu videolara erişemiyorsunuz... Hocanın, sınıftaki bir 'pislik' yüzünden bütün sınıfı cezalandırması gibi...
Youtube'a ulaşamamak demek, aradığın bilginin izini sürerken önemli ölçüde elinin kolunun bağlanması anlamına da gelebiliyor. Diğer yandan 17 Aralık sonrasında ayağının altındaki halının çekilmesi tehlikesini sarsıntılarla yaşayan ve boğayı boynuzlarından tutup oturtmasını da beceren bir iktidarın, şu sıralar benzer risklere kapı aralamamak arzusuyla hem Youtube ve hem de 1 Mayıs konusundaki tutumunu da 'anlamamak' için, ya zekâ özürlü olmak, ya akıl ya da ruh...
Avustralyalı şair Sarah Day ne demiş: 'Eğer deseni oluşturan bir parçaysan / zor olur bütünü görmek...'
Sözümüz elbette ki, siyaset dünyamızı fanatikçe ve amigo tavrıyla algılayanlara değil.
Geçtiğimiz günlerde bu köşede 'Kendi Twitter'ını kendin yap' başlıklı yazımızda demiştik ki:
'Twitter veya Facebook, Youtube gibi sosyal medya kanallarının her biri, aslında iletişim alanında ünlü birer yabancı sermaye temsilcileri ise, yapılması gereken üç çözüme işaret etmemiz gerekiyor, demektir:
Bir: Kendi Twitter'ını kendin kur. Kendi Youtube'unu aç. Kendi yazılımlarını devreye sok. Vahşi özgürlük ortamından medenî ve beşeri özgürlük ortama geç...
İki: Söz konusu medya kanallarını yasaklamak yerine taleplerimizi karşılamaları için elinden gelen 'Milli' yasal süreçlerini devreye sok...
Üç: Her türlü bireysel ve/veya toplumsal saldırıyı, karşı bireysel ve/veya toplumsal saldırıyla geri püskürtmeni sistematiğini kur...'
Görülen o ki, karar vericiler de yukarıdaki yöntemlere itibar etme yolunu seçtiler ve Twitter şirketi yetkilileri ile İstanbul'da görüşüldü. Sonrasında bazı sitelerin buzlandırılması gibi farklı uygulamalar devreye sokuldu. Anayasa Mahkemesi kararıyla açılan Twitter'da da 17 Aralık sonrası çılgınlığın bumerang gibi ters dönüp kimleri nasıl vurduğu görülmüş olmalı ki, ortalık duruluverdi. Başbakan'ın Anayasa Mahkemesi'ne başvurması da işin tuzu biberi idi... Erdoğan bir kez daha şaşırtmıştı onu 'izleyen' bürokratik ve siyasi muhalefeti...
Önemli değil. Tarihe çok ciddi bir kayıt düşülmüştür bir kere. Açıklamanın içeriğindeki tek tek çok önemli unsurlar kadar, belki de onlardan da öte 'ses tonu' (tone of voice) hedeflenen ve gerçeklere yakın olduğuna inanılan algılamayı belki tamama erdirmeyecek ancak mutlaka tetikleyecektir...
Hard Power (sert güç)-Soft Power (yumuşak güç) meselesini burada sık sık dile getirdik. Günümüzün en belirleyici kamu diplomasisi aracı Smart Power (Akıllı Güç) yaklaşımı ile nasıl bir siyasi iletişim aksiyonu alınabileceğine vurgu yapmaya çalıştık. İşte bu açıklama, tipik bir 'Smart Power' atağıdır.
Hemen yarın 'soykırım tezleri' bir anda ortadan kalkacak değildir. Olayı 'yokuşa sürecek' o kadar çok 'taraf' var ki... Ancak Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın bu yaklaşımı, 'Hüzün Yüzyılı' dediğimiz bir dönemi anlamak ve o acıların hüznünü birlikte anıp tüm tarafların gönül yaralarını birlikte sarmaya çalışmak adına çok ciddi bir 'Başlama Vuruşu' (Anglosaksonların deyişiyle 'kick off') olabilir.
İkincisi: Başbakan'ın ayaküstü yaptığı sanılan ancak arkasında son derece sağlam ve inatçı bir tedbir ve tevekkül yaklaşımı bulunduğu izlenimi veren Cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki sözleri de çarpıcıdır. Bizim 12 Nisan günü burada yayınlanmış olan 'Başbakan'ı gaza getirmeden iki kere düşünün' başlıklı yazımızı okumanızı sonra da Sayın Başbakan'ın geçmişteki Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini hatırlatarak sarf ettiği şu sözlerini dikkatle anlamlandırmanızı öneririm:
'Cumhurbaşkanı'yla aramızda hiçbir sorun olmaz... O dönemde de siz yazıyordunuz, benim adım konuşuluyordu ama ters köşeye geldiniz. Belki bu seçimde de aynısı olabilir. Yine bir ters köşe olabilir. Bizim sağımız solumuz belli olmaz. Acele etmeyin...'
Tekrar ifade edelim. Başbakan gaza gelmez. Ölçüp biçmeden hiçbir sübjektif yaklaşıma dalıp 'yatmaz'...
Üçüncüsü: Günün üçüncü çarpıcı siyasi iletişim atağı ise seçilme yaşının 18'e indirilmesi üzerineydi...
Dar Bölge vs, bunlardan çok daha çarpıcıdır 18 yaş meselesi. Gündemi Başbakan'ın peşine takılıp izleyen muhalefet bu kez tam ters köşe. '18 yaşında genç seçilse ne olacak?' dese bir türlü, demese başka türlü... Allah kolaylık versin...
'Desenin parçasıysan bütünü göremezsin!'
Hasbelkader davet edildiğimiz TV programlarında ne demişiz, bizim şahsi web sitesinde hepsi var. Dün akşamki A Haber konukluğumuzu da arkadaşlar oraya koyacaklar... Ne demişsek orada... Bugüne kadar Allah utandırmış mı utandırmamış mı, hemen belli olur. Ancak şu sıra, eğer 'antin kuntin' bir takım numaralar yapmıyorsanız bu videolara erişemiyorsunuz... Hocanın, sınıftaki bir 'pislik' yüzünden bütün sınıfı cezalandırması gibi...
Youtube'a ulaşamamak demek, aradığın bilginin izini sürerken önemli ölçüde elinin kolunun bağlanması anlamına da gelebiliyor. Diğer yandan 17 Aralık sonrasında ayağının altındaki halının çekilmesi tehlikesini sarsıntılarla yaşayan ve boğayı boynuzlarından tutup oturtmasını da beceren bir iktidarın, şu sıralar benzer risklere kapı aralamamak arzusuyla hem Youtube ve hem de 1 Mayıs konusundaki tutumunu da 'anlamamak' için, ya zekâ özürlü olmak, ya akıl ya da ruh...
Avustralyalı şair Sarah Day ne demiş: 'Eğer deseni oluşturan bir parçaysan / zor olur bütünü görmek...'
Sözümüz elbette ki, siyaset dünyamızı fanatikçe ve amigo tavrıyla algılayanlara değil.
Geçtiğimiz günlerde bu köşede 'Kendi Twitter'ını kendin yap' başlıklı yazımızda demiştik ki:
'Twitter veya Facebook, Youtube gibi sosyal medya kanallarının her biri, aslında iletişim alanında ünlü birer yabancı sermaye temsilcileri ise, yapılması gereken üç çözüme işaret etmemiz gerekiyor, demektir:
Bir: Kendi Twitter'ını kendin kur. Kendi Youtube'unu aç. Kendi yazılımlarını devreye sok. Vahşi özgürlük ortamından medenî ve beşeri özgürlük ortama geç...
İki: Söz konusu medya kanallarını yasaklamak yerine taleplerimizi karşılamaları için elinden gelen 'Milli' yasal süreçlerini devreye sok...
Üç: Her türlü bireysel ve/veya toplumsal saldırıyı, karşı bireysel ve/veya toplumsal saldırıyla geri püskürtmeni sistematiğini kur...'
Görülen o ki, karar vericiler de yukarıdaki yöntemlere itibar etme yolunu seçtiler ve Twitter şirketi yetkilileri ile İstanbul'da görüşüldü. Sonrasında bazı sitelerin buzlandırılması gibi farklı uygulamalar devreye sokuldu. Anayasa Mahkemesi kararıyla açılan Twitter'da da 17 Aralık sonrası çılgınlığın bumerang gibi ters dönüp kimleri nasıl vurduğu görülmüş olmalı ki, ortalık duruluverdi. Başbakan'ın Anayasa Mahkemesi'ne başvurması da işin tuzu biberi idi... Erdoğan bir kez daha şaşırtmıştı onu 'izleyen' bürokratik ve siyasi muhalefeti...