"Başbuğ'u yaktılar"
08.08.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Ergenekon davası sonucunda açıklanan kararlara ilişkin duygularım bu konuda tezahürat yapanları anlamakta zorluk çeken bir mahiyet arz ediyor. Sıkıntılıyım… Kendimi, düşüncelerimi, duygularımı vicdanımın terazisinde tartmaya çalışıyorum. Bazılarımızın 'postal yalayıcısı' diye eleştirmesine neden olacak kadar ülke ve bölge gerçekleri açısından önemsediğim Silahlı Kuvvetler'in itibar ve onuruna değer verilmesini savunduğum halde 'Vesayet Rejimi' denen durumu hiçbir zaman desteklememişim…
Silahlı Kuvvetler'deki pek çok üst rütbeli subay gibi darbelerin karşısında, sivil seçilmiş iktidardan yana olmuşum…
12 Eylül Anayasası'na 'Evet, diyelim de gitsinler' numarasını yememiş, zarfın oyun rengini göstermesine aldırış etmeden 'Hayır' oyu atan %8'in içinde kalmışım.
28 Şubat sürecinde çevremdeki eşin dostun uyarısını değil vicdanımın sesini dinlemiş, mağdurların yanında olmuşum; hem de fiilen sahada… Bu desteği yıllarca da sürdürmüşüm…
Öyleyse şimdi sevinmem lazım değil mi? Dedikleri gibi 'Vesayet rejimi yıkılıyor… Hesap soruluyor…'
Ama hayır.. Sevinemiyorum… Tam tersine içimde bir keder… Her zaman ifade ettiğim gibi 'soft issue'lardaki (yumuşak konular, 'daha akıllı güç', Başbakan'ın yalnız bırakılması vs.) zaaflarını eleştirmeme rağmen, tarihin gerektirdiği gelişim - dönüşüm adına ve de memleket için doğru işler yaptığına inandığım iktidarın, 'vesayetsiz yaşayamayanlar' tarafından değil, 'kamu vicdanı'nda algılanması boyutunda içimde bir sıkıntı… Bugünün ötesinde, gelecek zamanların ruhuyla bugünler konusunda yüzleşilmesi boyutunda da...
Sıkıntımın nedenini bizim gazetenin dünkü manşeti bir miktar özetliyor olabilir mi acaba?
'Başbuğ'u yaktılar'…
Ya da yine bizim gazetenin internet sayfasında yayınlanan Genelkurmay'ın Ergenekon Duruşması kararlarıyla ilgili açıklamasındaki 'ses tonu' mu?..
Binlerce ordu mensubunun, binlerce tutuklu yakınının ve tüm araştırmalarda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Türkiye'nin açık ara en güvenilir kuruluşu çıkması yolunda görüş beyan eden milyonlarca insanın ve bu bağlamda ülkenin kahir çoğunluğunun ortak ruhi şekillenmesi ve vicdanının ve burun deliklerinin 'sızladığını' hissetmem mi?
Sayın Başbakan da Sayın Cumhurbaşkanı da araştırmaya, ölçümlemeye, kamu oyu ve vicdanının sesini dinlemeye en yatkın politikacılardır. Bu realiteyi de herhalde tespit ediyorlardır… Bu noktada bir 'spazm çözücü'ye ihtiyaç olduğunu görüyorlardır… Kamu vicdanındaki bu 'gönül daralmasının' çözümünü mutlaka bulacaklarına inanıyorum…
Yeni yasa mıdır; Sayın Cumhurbaşkanı'nın af yetkisini çalıştırması mıdır?... Yoksa bütün tabloyu etkileyecek farklı bir iletişim atağı mıdır, bilemem… Çalışmak lazım… Mutlaka bulunur… Yapılacak en yanlış şey, 'Genelkurmay Başkanı'nın 'sadece teşebbüs etmeyi düşündü, planladı' suçlamasıyla mahkum edilişini, rütbelerinin sökülüp, er seviyesine indirildikten sonra demir parmaklıklar arkasına atılışını, avını yerken zevkten ağlayan 'timsahın göz yaşları' içinde oturup seyreden' bir iktidar olarak tarihe geçmeyi kabullenmektir…
'Bile isteye' yapılan her iş, özel bir mesaj taşır
Ürdün, Lübnan, Mısır, Türkiye ve Irak'a sığınan yaklaşık bir milyon Suriyeli mülteciye yardım eden Birleşmiş Milletler'in Dünya Gıda Programı (WFP), 16 Temmuz tarihinde Suriye'ye 1,7 milyon kişiye yetecek kadar insani yardım göndermiş. Hedef temmuz ayının sonuna kadar üç milyon kişiye yardım ulaştırmakmış. Temmuz ayının tümünde ise Suriye içerisinde 2,5 milyon kişiye yardım gönderilmiş…
BM'in artı hanesine geçecek bir insani sorumluluk örneği... Ancak bu yardımlardan Rojava'dan (El Haseke) bir Allah'ın kulu nasiplenememiş. Dünya Gıda Programı'nın sitesinde yer alan yardımın ulaştırıldığı bölgelere ilişkin harita, BM'in, nereleri ve kimleri kayırdığını da ayan beyan ortaya koyuyor.
Dünyada BM kadar tanınırlığı, bilinirliği yüksek olan kuruluşlar, günümüzün hız yarışındaki iletişim araçları cangılında attıkları her adımın, saniyesinde muhataplarına yansıdığını gayet iyi biliyorlar. 'Bile isteye' yapılan her işin özel bir mesaj taşıdığını da bizler biliyoruz.
Siyasi iletişim disiplini açısından bakıldığında (Özellikle uluslararası ilişkiler dairesinde) dünyadaki reel-politik dengeleri anlayabilmek, geleceğe dair ipuçlarını değerlendirebilmek için BM'in tutumunu çok yakından takip etmenin gerekliliği gün gibi ortada.
'Ruhun bedensel kabuktan çıkacağı âna hazırlanmak'…
Hadi itiraf edeyim. Ben her zaman 'bilge kraldan' yana oldum… Hep babamdan yana olduğum gibi… Hep 'Tanrı yoksa her şey mubahtır' sözünün doğruluğundan yana olduğum gibi… Hep çekirdek aileden, dirlik – düzenlikten yana olduğum gibi… Sınırsız sorumsuz özgürlüklerden ve onu 'sözde' düzenlemeye kalkan 'köleci toplum mirası' demokrasi türüne karşı olduğum gibi…
'Düşünceler' adlı eseri (Yapı Kredi Yayınları / Çeviren: Şadan Karadeniz), Ülkü Karaosmanoğlu altını özenle çizerek okuyup, Roma seyahatimiz sonrasında 'Tam da size göre,' notuyla gönderdiğinde, dünyaya izini bırakan o imparatordan Roma gezisi sırasında neden o kadar etkilenmiş olduğumuzu bir kez daha idrak ettik...
Pek çok benzeri gibi, kendisiyle söyleşen, hesaplaşan bir filozof o... 161-180 yıllarının Roma İmparatoru Marcus Aurelius, yaşadığı dönemden asırlar sonra günümüz dünyasının medyasına haber oldu. Çalınan büstü, sıradan bir trafik kontrolü sırasında bir arabanın bagajında bulundu.
Yaklaşık 2 bin yıl önce yaşamış –bana bizim 'Bilge Kaanları' hatırlatan– bu filozof-imparator, kitabında 'Zamanın hızlı akışını', 'İnsanın uçarken görüp gönül verdiği bir serçenin daha ona sevdalanır sevdalanmaz, kanat çırparak gözden yitip gidişine' benzetiyor.
Ve yine 'zaman' bahsinde 'bir çırpıda' denilebilecek 'hız'a dair şu cümleler yer alıyor:
'Asya ve Avrupa evrenin köşeleridir yalnızca; her okyanus bir su damlası; Athos Dağı bir avuç toprak; bütün bir şimdiki zaman, sonsuzluğun bir ânıdır. Her şey küçük, değişken, bir şimşek çakımında yitip gidiyor.'
Marcus Aurelius'un 'Acı' hakkında söylediklerini anlamak bir mazhariyet sanki:
'Acı ne katlanılmazdır, ne de sonsuz; sınırlarını göz önünde bulundurursan, kendi imgeleminle onu artırmazsan.' / 'Kendi kendime acı vermek yaraşmaz bana, çünkü başkasına hiçbir zaman isteyerek acı vermedim.' / 'Yaşamını bir bütün olarak düşünüp kaygılanma. Geçmişte başına gelen, gelecekte de gelecek olan birçok sıkıntıyı hep bir arada düşünme, karşına çıkacak her sıkıntı için kendi kendine şunu sor: 'Bunda dayanılmaz, katlanılmaz olan ne var? Yanıtın yüzünü kızartırdı!'
Kendine verdiği öğütlerinden birinde de şöyle diyor:
'... doğmamış çocuğunun, karının dölyatağından çıkacağı ânı nasıl bekliyorsan, ruhunun bedensel kabuğundan çıkacağı âna da öyle hazırla kendini.'
İyi ki çalınan büst bulunmuş. Hatırlamamıza vesile oldu. Siyasi liderlerimiz de zaman zaman hatırlasalar bilgeleri, ne iyi olur…
Bu duygu ve düşüncelerle Ramazan Bayramınızı en içten temennilerle tebrik eder esenlikler dilerim.
Ergenekon davası sonucunda açıklanan kararlara ilişkin duygularım bu konuda tezahürat yapanları anlamakta zorluk çeken bir mahiyet arz ediyor. Sıkıntılıyım… Kendimi, düşüncelerimi, duygularımı vicdanımın terazisinde tartmaya çalışıyorum. Bazılarımızın 'postal yalayıcısı' diye eleştirmesine neden olacak kadar ülke ve bölge gerçekleri açısından önemsediğim Silahlı Kuvvetler'in itibar ve onuruna değer verilmesini savunduğum halde 'Vesayet Rejimi' denen durumu hiçbir zaman desteklememişim…
Silahlı Kuvvetler'deki pek çok üst rütbeli subay gibi darbelerin karşısında, sivil seçilmiş iktidardan yana olmuşum…
12 Eylül Anayasası'na 'Evet, diyelim de gitsinler' numarasını yememiş, zarfın oyun rengini göstermesine aldırış etmeden 'Hayır' oyu atan %8'in içinde kalmışım.
28 Şubat sürecinde çevremdeki eşin dostun uyarısını değil vicdanımın sesini dinlemiş, mağdurların yanında olmuşum; hem de fiilen sahada… Bu desteği yıllarca da sürdürmüşüm…
Öyleyse şimdi sevinmem lazım değil mi? Dedikleri gibi 'Vesayet rejimi yıkılıyor… Hesap soruluyor…'
Ama hayır.. Sevinemiyorum… Tam tersine içimde bir keder… Her zaman ifade ettiğim gibi 'soft issue'lardaki (yumuşak konular, 'daha akıllı güç', Başbakan'ın yalnız bırakılması vs.) zaaflarını eleştirmeme rağmen, tarihin gerektirdiği gelişim - dönüşüm adına ve de memleket için doğru işler yaptığına inandığım iktidarın, 'vesayetsiz yaşayamayanlar' tarafından değil, 'kamu vicdanı'nda algılanması boyutunda içimde bir sıkıntı… Bugünün ötesinde, gelecek zamanların ruhuyla bugünler konusunda yüzleşilmesi boyutunda da...
Sıkıntımın nedenini bizim gazetenin dünkü manşeti bir miktar özetliyor olabilir mi acaba?
'Başbuğ'u yaktılar'…
Ya da yine bizim gazetenin internet sayfasında yayınlanan Genelkurmay'ın Ergenekon Duruşması kararlarıyla ilgili açıklamasındaki 'ses tonu' mu?..
Binlerce ordu mensubunun, binlerce tutuklu yakınının ve tüm araştırmalarda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Türkiye'nin açık ara en güvenilir kuruluşu çıkması yolunda görüş beyan eden milyonlarca insanın ve bu bağlamda ülkenin kahir çoğunluğunun ortak ruhi şekillenmesi ve vicdanının ve burun deliklerinin 'sızladığını' hissetmem mi?
Sayın Başbakan da Sayın Cumhurbaşkanı da araştırmaya, ölçümlemeye, kamu oyu ve vicdanının sesini dinlemeye en yatkın politikacılardır. Bu realiteyi de herhalde tespit ediyorlardır… Bu noktada bir 'spazm çözücü'ye ihtiyaç olduğunu görüyorlardır… Kamu vicdanındaki bu 'gönül daralmasının' çözümünü mutlaka bulacaklarına inanıyorum…
Yeni yasa mıdır; Sayın Cumhurbaşkanı'nın af yetkisini çalıştırması mıdır?... Yoksa bütün tabloyu etkileyecek farklı bir iletişim atağı mıdır, bilemem… Çalışmak lazım… Mutlaka bulunur… Yapılacak en yanlış şey, 'Genelkurmay Başkanı'nın 'sadece teşebbüs etmeyi düşündü, planladı' suçlamasıyla mahkum edilişini, rütbelerinin sökülüp, er seviyesine indirildikten sonra demir parmaklıklar arkasına atılışını, avını yerken zevkten ağlayan 'timsahın göz yaşları' içinde oturup seyreden' bir iktidar olarak tarihe geçmeyi kabullenmektir…
'Bile isteye' yapılan her iş, özel bir mesaj taşır
Ürdün, Lübnan, Mısır, Türkiye ve Irak'a sığınan yaklaşık bir milyon Suriyeli mülteciye yardım eden Birleşmiş Milletler'in Dünya Gıda Programı (WFP), 16 Temmuz tarihinde Suriye'ye 1,7 milyon kişiye yetecek kadar insani yardım göndermiş. Hedef temmuz ayının sonuna kadar üç milyon kişiye yardım ulaştırmakmış. Temmuz ayının tümünde ise Suriye içerisinde 2,5 milyon kişiye yardım gönderilmiş…
BM'in artı hanesine geçecek bir insani sorumluluk örneği... Ancak bu yardımlardan Rojava'dan (El Haseke) bir Allah'ın kulu nasiplenememiş. Dünya Gıda Programı'nın sitesinde yer alan yardımın ulaştırıldığı bölgelere ilişkin harita, BM'in, nereleri ve kimleri kayırdığını da ayan beyan ortaya koyuyor.
Dünyada BM kadar tanınırlığı, bilinirliği yüksek olan kuruluşlar, günümüzün hız yarışındaki iletişim araçları cangılında attıkları her adımın, saniyesinde muhataplarına yansıdığını gayet iyi biliyorlar. 'Bile isteye' yapılan her işin özel bir mesaj taşıdığını da bizler biliyoruz.
Siyasi iletişim disiplini açısından bakıldığında (Özellikle uluslararası ilişkiler dairesinde) dünyadaki reel-politik dengeleri anlayabilmek, geleceğe dair ipuçlarını değerlendirebilmek için BM'in tutumunu çok yakından takip etmenin gerekliliği gün gibi ortada.
'Ruhun bedensel kabuktan çıkacağı âna hazırlanmak'…
Hadi itiraf edeyim. Ben her zaman 'bilge kraldan' yana oldum… Hep babamdan yana olduğum gibi… Hep 'Tanrı yoksa her şey mubahtır' sözünün doğruluğundan yana olduğum gibi… Hep çekirdek aileden, dirlik – düzenlikten yana olduğum gibi… Sınırsız sorumsuz özgürlüklerden ve onu 'sözde' düzenlemeye kalkan 'köleci toplum mirası' demokrasi türüne karşı olduğum gibi…
'Düşünceler' adlı eseri (Yapı Kredi Yayınları / Çeviren: Şadan Karadeniz), Ülkü Karaosmanoğlu altını özenle çizerek okuyup, Roma seyahatimiz sonrasında 'Tam da size göre,' notuyla gönderdiğinde, dünyaya izini bırakan o imparatordan Roma gezisi sırasında neden o kadar etkilenmiş olduğumuzu bir kez daha idrak ettik...
Pek çok benzeri gibi, kendisiyle söyleşen, hesaplaşan bir filozof o... 161-180 yıllarının Roma İmparatoru Marcus Aurelius, yaşadığı dönemden asırlar sonra günümüz dünyasının medyasına haber oldu. Çalınan büstü, sıradan bir trafik kontrolü sırasında bir arabanın bagajında bulundu.
Yaklaşık 2 bin yıl önce yaşamış –bana bizim 'Bilge Kaanları' hatırlatan– bu filozof-imparator, kitabında 'Zamanın hızlı akışını', 'İnsanın uçarken görüp gönül verdiği bir serçenin daha ona sevdalanır sevdalanmaz, kanat çırparak gözden yitip gidişine' benzetiyor.
Ve yine 'zaman' bahsinde 'bir çırpıda' denilebilecek 'hız'a dair şu cümleler yer alıyor:
'Asya ve Avrupa evrenin köşeleridir yalnızca; her okyanus bir su damlası; Athos Dağı bir avuç toprak; bütün bir şimdiki zaman, sonsuzluğun bir ânıdır. Her şey küçük, değişken, bir şimşek çakımında yitip gidiyor.'
Marcus Aurelius'un 'Acı' hakkında söylediklerini anlamak bir mazhariyet sanki:
'Acı ne katlanılmazdır, ne de sonsuz; sınırlarını göz önünde bulundurursan, kendi imgeleminle onu artırmazsan.' / 'Kendi kendime acı vermek yaraşmaz bana, çünkü başkasına hiçbir zaman isteyerek acı vermedim.' / 'Yaşamını bir bütün olarak düşünüp kaygılanma. Geçmişte başına gelen, gelecekte de gelecek olan birçok sıkıntıyı hep bir arada düşünme, karşına çıkacak her sıkıntı için kendi kendine şunu sor: 'Bunda dayanılmaz, katlanılmaz olan ne var? Yanıtın yüzünü kızartırdı!'
Kendine verdiği öğütlerinden birinde de şöyle diyor:
'... doğmamış çocuğunun, karının dölyatağından çıkacağı ânı nasıl bekliyorsan, ruhunun bedensel kabuğundan çıkacağı âna da öyle hazırla kendini.'
İyi ki çalınan büst bulunmuş. Hatırlamamıza vesile oldu. Siyasi liderlerimiz de zaman zaman hatırlasalar bilgeleri, ne iyi olur…
Bu duygu ve düşüncelerle Ramazan Bayramınızı en içten temennilerle tebrik eder esenlikler dilerim.