Batı basını saldırıyor ve tahrif ediyorsa
2 Ocak 2014 - Yeni Şafak Gazetesi
Siz doğru yoldasınız demektir... Biraz fazla kaba oldu; ama öyle...
Dün bizim gazetede Ali Nur Kutlu'nun yazısını okudunuz mu? Gözünüzden kaçtıysa internetten bakmanızda yarar var. Cemaat'in siyasi atağına 'Akıl alacak gibi değil!' diye şaşıp kalanlara hayli ilginç bir ihtimaller manzumesi sunmuş...
Biz o akıl yürütmeye sadece küçük bir ek yapacağız:
Önce küçük fakat olmazsa olmaz bir tespit: Hıristiyan Batı özellikle Batı'nın basını ne zaman Türkiye üzerine yorum yapsa, genelde yanılmıştır. Bu durumu yıllar önce İngiliz Tarihçi Arnold Toynbee veciz ifadelerle tespit etmişti: 'Böylece, Türk, Türkün ne olacağı konusunda Batı'nın kendi zihninde yarattığı görüntüye bir türlü uymayarak Batılıyı hep şaşırtmıştır.' (Türkiye – Bir Devletin Yeniden Doğuşu)..
'Sürekli Yanılan Batı', Türkiye'de kimi desteklemişse –her ne hikmetse- o desteklenen kişi ya da kesim, kamu vicdanında karşılık bulmamıştır... Hatta genellikle kaybetmiştir.
Bu gerçeği Batı hayranı bizim 'ecnebî' Türk aydınlarına anlatmamızın zor olduğunu biliyoruz. Küçük bir ufuk turu, Batı'nın Türkiye'nin âlî menfaatlerine karşı olsa da onların çıkarlarına hizmet edecek şekilde tavır aldıkları için bağrına bastığı kişi, kurum ve grupların uzun vadede kamu vicdanında nerede yer aldıklarını gözler önüne serer. Tam tersi de geçerlidir. Kim hangi grubu aşağılayıp itibarsızlaştırmaya kalkmışsa, o taraf kamu vicdanında yerini almıştır. Peki Batı ne zaman başını öne eğer ve teslim olur? Milletinizin desteğini alır ve kesin zafer kazanırsanız... Çin Devriminden sonra Mao'ya, Vietnam savaşından Sonra Ho Chi Minh'e (ya da Gn. Giap'a), Anadolu İhtilali'nden sonra Mustafa Kemal Paşa'ya, Cuba devriminden sonra F. Castro'ya ve daha pek çok lidere yaptıkları gibi...
Şimdi Türkiye'deki mevcut durumu gözlerinizin önüne getirip bazı Batı yayın organlarının son günlerde manşetlerine taşıdıkları başlıklara bir göz atın:
Die Welt: 'Erdoğan hapse girebilir! Türkiye'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan etrafında görülen yolsuzluk skandalı, İslamcı siyasetçilerin de bu konudaki masumiyetinin bitişi anlamına gelebilir...'
Times: 'Yolsuzluk skandalı Erdoğan'ın geleceğine tehdit! Türkiye'de üç bakanı koltuğundan eden yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ülkenin en kuvvetli adamı olan Erdoğan'a yaklaşmaya başladı...'
Der Spiegel (1/14): 'Erdoğan'ın Son Oyunu. Bir yolsuzluk olayı bir devlet krizine dönüşüyor. İktidar partisi bölündü. Ülkeyi bir despot gibi yöneten Başbakan'ın siyasi geleceği tehlike altında!..'
Der Spiegel (27.12.2013: 'Erdoğan'ın büyüsü bozuluyor. Hükümetin yolsuzluk skandalı, Türkiye'yi derin bir krize sürüklüyor. AK Parti bir parçalanmanın eşiğinde. Önde gelen siyasetçiler Erdoğan'ı sorguluyor. İhanete uğradığına hiddetlenen Başbakan, vatandaşın güvenine sığınmaya çalışıyor'...
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Özellikle Alman basınına bakacak olursak, Ali Nur Kutlu'nun yazısında sözünü ettiği olasılıklar eli kulağında. Gerçekleşti gerçekleşecek...
Türkiye'yi ve son olayları, başta ABD olmak üzere uluslararası ülkenin ilişkilerinden, belgedeki konjonktürden, iç dinamiklerinden, tarihinden soyutlayıp, 'Yolsuzluk var mı yok mu!' noktasında anlamaya çalışanlar, şu yukarıda sözünü ettiğimiz basına bir göz atsalar, belki insafa gelirler...
Bir ihtimal var mı, ne dersiniz?..
Kutsalın iletişimi olur da böyle mi olur?
'Kutsalın iletişimi olur mu?' başlığıyla kısa bir süre önce bu köşede, Karl Marx'ın Chemnitz'deki bir bankanın kredi kartı üzerinden dünyaya baktığını ve böylelikle Che Guevara ve Deniz Gezmiş'in başına gelenlerin kaderini paylaştığını yazmıştım. Sonra da sormuştum, 'Kutsalın iletişimi olur mu?' diye. Yanıtım şöyleydi:
'Elbette olur. Kültür ve değerlerimize, sosyal sorumluluğa ya da kutsallığa dayanan bir yapılanmanın, devletin, kurumun, vakfın öncülüğünde yürütülebilecek bir iletişim stratejisinden söz ediyoruz. Örneğin İstanbul'un ya da Türkiye'nin iletişiminden...'
Bu yazımızdan haberdar olan bir dostumuz, 'Kıbleyi gösteren banka kartı çıkmış. Duydunuz mu?' diye sorduğunda Türkiye Finans Bankası'nın, üzerindeki dijital pusula ile kıble yönünü gösteren Haremeyn Şua Kartı'ndan haberdar oldum. Bu süper kart Hac, Umre ve İnanç Turizmi Fuarı'nda tanıtılmış. Parayla iman arasındaki ilişkilerde benim ahkâm kesmem söz konusu bile olamaz; ancak işin iletişim boyutu hakkında elbette fikrimizi ifade ederiz.
Önce ABD'nin sonra dünyanın geri kalanlarının, 1864 yılından bu yana üzerinde 'In god we trust' (Güvendiğimiz Tanrı'yla) yazılı Dolar'ları dünya üzerinde dolaştırdığı herkesin malumu ve bu âlemin kültür ve değerleri açısından parayla iman arasındaki sıkı işbirliğinin kapitalizmin çarklarını daha iyi döndürmesinde mutlaka etkisi ve yararı olmuştur. Kapitalizmin doğasıyla taban tabana zıt kültür ve değerlere sahip olup da başkaca bir ekonomik sistemin yaşamasına şu güne kadar izin vermemiş olan dünyamızda var olma iddiasındaki tüm toplumlar için geçerli çelişkilerden biridir parayla iman arasındaki ilişki.
İlahiyat hocaları kıbleyi gösteren kredi kartına ilişkin ne düşünürler bilmiyorum ama bu kartı 'yenilikçi ürün' olarak takdim eden bankamızın karar vericilerinin yerinde olsaydım bu ürünü piyasaya sokup sokmamaya karar vermeden önce iletişimin 'kültür ve değerler' bahsinde dersimi çalışırdım.
Siz doğru yoldasınız demektir... Biraz fazla kaba oldu; ama öyle...
Dün bizim gazetede Ali Nur Kutlu'nun yazısını okudunuz mu? Gözünüzden kaçtıysa internetten bakmanızda yarar var. Cemaat'in siyasi atağına 'Akıl alacak gibi değil!' diye şaşıp kalanlara hayli ilginç bir ihtimaller manzumesi sunmuş...
Biz o akıl yürütmeye sadece küçük bir ek yapacağız:
Önce küçük fakat olmazsa olmaz bir tespit: Hıristiyan Batı özellikle Batı'nın basını ne zaman Türkiye üzerine yorum yapsa, genelde yanılmıştır. Bu durumu yıllar önce İngiliz Tarihçi Arnold Toynbee veciz ifadelerle tespit etmişti: 'Böylece, Türk, Türkün ne olacağı konusunda Batı'nın kendi zihninde yarattığı görüntüye bir türlü uymayarak Batılıyı hep şaşırtmıştır.' (Türkiye – Bir Devletin Yeniden Doğuşu)..
'Sürekli Yanılan Batı', Türkiye'de kimi desteklemişse –her ne hikmetse- o desteklenen kişi ya da kesim, kamu vicdanında karşılık bulmamıştır... Hatta genellikle kaybetmiştir.
Bu gerçeği Batı hayranı bizim 'ecnebî' Türk aydınlarına anlatmamızın zor olduğunu biliyoruz. Küçük bir ufuk turu, Batı'nın Türkiye'nin âlî menfaatlerine karşı olsa da onların çıkarlarına hizmet edecek şekilde tavır aldıkları için bağrına bastığı kişi, kurum ve grupların uzun vadede kamu vicdanında nerede yer aldıklarını gözler önüne serer. Tam tersi de geçerlidir. Kim hangi grubu aşağılayıp itibarsızlaştırmaya kalkmışsa, o taraf kamu vicdanında yerini almıştır. Peki Batı ne zaman başını öne eğer ve teslim olur? Milletinizin desteğini alır ve kesin zafer kazanırsanız... Çin Devriminden sonra Mao'ya, Vietnam savaşından Sonra Ho Chi Minh'e (ya da Gn. Giap'a), Anadolu İhtilali'nden sonra Mustafa Kemal Paşa'ya, Cuba devriminden sonra F. Castro'ya ve daha pek çok lidere yaptıkları gibi...
Şimdi Türkiye'deki mevcut durumu gözlerinizin önüne getirip bazı Batı yayın organlarının son günlerde manşetlerine taşıdıkları başlıklara bir göz atın:
Die Welt: 'Erdoğan hapse girebilir! Türkiye'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan etrafında görülen yolsuzluk skandalı, İslamcı siyasetçilerin de bu konudaki masumiyetinin bitişi anlamına gelebilir...'
Times: 'Yolsuzluk skandalı Erdoğan'ın geleceğine tehdit! Türkiye'de üç bakanı koltuğundan eden yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ülkenin en kuvvetli adamı olan Erdoğan'a yaklaşmaya başladı...'
Der Spiegel (1/14): 'Erdoğan'ın Son Oyunu. Bir yolsuzluk olayı bir devlet krizine dönüşüyor. İktidar partisi bölündü. Ülkeyi bir despot gibi yöneten Başbakan'ın siyasi geleceği tehlike altında!..'
Der Spiegel (27.12.2013: 'Erdoğan'ın büyüsü bozuluyor. Hükümetin yolsuzluk skandalı, Türkiye'yi derin bir krize sürüklüyor. AK Parti bir parçalanmanın eşiğinde. Önde gelen siyasetçiler Erdoğan'ı sorguluyor. İhanete uğradığına hiddetlenen Başbakan, vatandaşın güvenine sığınmaya çalışıyor'...
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Özellikle Alman basınına bakacak olursak, Ali Nur Kutlu'nun yazısında sözünü ettiği olasılıklar eli kulağında. Gerçekleşti gerçekleşecek...
Türkiye'yi ve son olayları, başta ABD olmak üzere uluslararası ülkenin ilişkilerinden, belgedeki konjonktürden, iç dinamiklerinden, tarihinden soyutlayıp, 'Yolsuzluk var mı yok mu!' noktasında anlamaya çalışanlar, şu yukarıda sözünü ettiğimiz basına bir göz atsalar, belki insafa gelirler...
Bir ihtimal var mı, ne dersiniz?..
Kutsalın iletişimi olur da böyle mi olur?
'Kutsalın iletişimi olur mu?' başlığıyla kısa bir süre önce bu köşede, Karl Marx'ın Chemnitz'deki bir bankanın kredi kartı üzerinden dünyaya baktığını ve böylelikle Che Guevara ve Deniz Gezmiş'in başına gelenlerin kaderini paylaştığını yazmıştım. Sonra da sormuştum, 'Kutsalın iletişimi olur mu?' diye. Yanıtım şöyleydi:
'Elbette olur. Kültür ve değerlerimize, sosyal sorumluluğa ya da kutsallığa dayanan bir yapılanmanın, devletin, kurumun, vakfın öncülüğünde yürütülebilecek bir iletişim stratejisinden söz ediyoruz. Örneğin İstanbul'un ya da Türkiye'nin iletişiminden...'
Bu yazımızdan haberdar olan bir dostumuz, 'Kıbleyi gösteren banka kartı çıkmış. Duydunuz mu?' diye sorduğunda Türkiye Finans Bankası'nın, üzerindeki dijital pusula ile kıble yönünü gösteren Haremeyn Şua Kartı'ndan haberdar oldum. Bu süper kart Hac, Umre ve İnanç Turizmi Fuarı'nda tanıtılmış. Parayla iman arasındaki ilişkilerde benim ahkâm kesmem söz konusu bile olamaz; ancak işin iletişim boyutu hakkında elbette fikrimizi ifade ederiz.
Önce ABD'nin sonra dünyanın geri kalanlarının, 1864 yılından bu yana üzerinde 'In god we trust' (Güvendiğimiz Tanrı'yla) yazılı Dolar'ları dünya üzerinde dolaştırdığı herkesin malumu ve bu âlemin kültür ve değerleri açısından parayla iman arasındaki sıkı işbirliğinin kapitalizmin çarklarını daha iyi döndürmesinde mutlaka etkisi ve yararı olmuştur. Kapitalizmin doğasıyla taban tabana zıt kültür ve değerlere sahip olup da başkaca bir ekonomik sistemin yaşamasına şu güne kadar izin vermemiş olan dünyamızda var olma iddiasındaki tüm toplumlar için geçerli çelişkilerden biridir parayla iman arasındaki ilişki.
İlahiyat hocaları kıbleyi gösteren kredi kartına ilişkin ne düşünürler bilmiyorum ama bu kartı 'yenilikçi ürün' olarak takdim eden bankamızın karar vericilerinin yerinde olsaydım bu ürünü piyasaya sokup sokmamaya karar vermeden önce iletişimin 'kültür ve değerler' bahsinde dersimi çalışırdım.