Baykal yiğitlik edip Yiğit’i dinler mi?
17 HAZİRAN 2007
Dün bizim gazetede bir Yiğit Şardan röportajı yayınlandı. Nebahat Koç arkadaşımız gayet iyi sormuş; Şardan da ‘adam’ gibi yanıtlamış...
CHP’nin şansıdır... Özellikle de Deniz Baykal’ın... Ciddi ve uluslararası tecrübeye sahip bir ajansla çalışmak değil sadece. Yiğit’le çalışmak... Seversiniz, sevmezsiniz; ama tanıyanlar bilir Yiğit lafını esirgemez... Adı gibidir. Tek soru (sorun) şu: Baykal, Yiğit’in bu açık tavrını kaldırabilecek mi?.. Fazla vakit yok çünkü. Deniz Bey teslim olmayı bilmezse, işler karışır...
Yıllar önce Bülent Tanla elimizden tuttuğu gibi bizi Ankara’ya CHP merkezine götürmüştü. Deniz Bey’le tanıştıracak. “Sadece üç koşulum var!” demiştim Tanla’ya, “Bir: Başbaşa görüşürüm, heyetle değil; İki: Saatlerce bekleyemem; ayrıca en az bir saat ayırması şart; Üç: Uzun vadeli bir iletişim çalışması olacağını peşinen kabul etmeli.”
Bülent Tanla bu görüşme için ısrarlıydı. ‘Stratejik siyasi iletişim kültürünü’ partiye yerleştirmeye çalışıyordu. Aynı günlerde Selim Oktar’la da araştırma konusunu görüşüyordu.
Tanla benim koşullardan Baykal’a söz etmiş miydi?.. Sanmıyorum... Genel Başkan’ın sinirini bozmak istememiş, benim ukalalıklarımı “kendi göğsünde sektirip, yumuşatmıştır’ büyük olasılıkla...
Ankara’ya geldik. Bir dakika bile beklemeden Baykal’ın toplantı masasına alındık. Bizi yalnız bekliyordu. Bir saat değil, tam üç saat sürdü görüşme!...
Tabii ‘görüşme’ denebilirse... ‘Birlikteliğimizin’ 2 saat 50 dakikasında Sayın Baykal konuştu. Bize ‘siyasi iletişim’ dersi verdi... Kendisine siyasi iletişim hizmeti verme şansımız yoktu, yani...
Hoş... Şu dönem Baykal farklı. Daha önce de yazdım, son iki aydır o gitti başkası geldi sanki... Umarız ‘iletişim’ konusunda ‘uzmanlığa’ saygı duyacak kadar değişmiştir....
Mürüvveti hem gösterebildim hem de gördüm...
Benim büyümem, yani çocukluktan sıyrılmam, yani, kendime aileme ve içinde yaşadığım topluma karşı sorumluluklarımın idrakine varmam, 30’lu yaşlarımda gerçekleşmiştir. Yani hayli geç bir yaşta büyüdüm ben...
Büyümemin en tipik göstergesi, babamla ilişkimin onun tarafından ve benim isteklerim doğrultusunda yönetilmesini talep etmeyi bırakıp; yönetimi tüm etkinliği ile kendi ellerimin içine almam ve her şeyi onun beklentilerini de içeren bir anlayışla yönlendirmeye başlayabilme kabiliyeti göstermemdi...
Babam Nihat Saydam’a doğru dürüst mürüvvet gösteremediğim için tam hayıflanmaya başlamıştım ki, kafama saksı düşmüş; 30’unu geçmeye başladığım yıllarda ‘büyümenin’ tadını çıkarma şansını elde etmiştim. Kırılma noktası, ‘askerlikti’ sanki... Yaşamının son dört yılında ona her türlü mürüvveti göstermeyi başardım. Sadece ülkenin en büyük yayınevlerinden birinin genel müdürlüğü görevini üstlenerek değil, neredeyse attığım her adımı ona danışarak... İyi ki de öyle yapmışım. Bugün ‘Babalar Günleri’ni gönül rahatlığı içinde geçiriyorum. ‘Irreversible’ (geri dönüşü olmayan) türde yapılmış hatalarımda olduğu gibi, her seferinde yeniden ölmüyorum...
Benim çocuklarım mı?... Onlar da artık müsterih olabilirler. Kızım Deniz birkaç gün önce çok yüksek bir not ortalamasıyla Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji bölümünü bitirdi, Surrey Üniversitesi’nde iletişim yüksek lisansı yapmaya hak kazandı. Oğlum Engin de 4.30’la Lise 3’e geçti... Bunlardan daha önemlisi çocuklarım neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış olduğunu biliyorlar; kendi ruhsal ve düşünsel zenginlikleri için üretebiliyorlar.
Bir baba için bundan daha büyük bir mürüvvet, bundan daha hoş bir esenlik olabilir mi?
Ahmet Kaptan’ı merak edenlere...
Yıllık iznimin bir bölümünü kullanmadığım için 40 yıl gecikmiş Mavi Yolculuk’tan da yazmaya devam ediyoruz...
Dün ahşap guletimiz Keyifli Deniz’in tatili mükemmel kılan kaptanı Ahmet Çevik’ten söz etmiştim. Arayıp soranlar için toplu bilgi verelim. Kaptanın web sitesi şöyle: http://www.guletsailingturkey.com. Girip bakın. Bizim teknenin fotoğrafları da orada...
Sinan yine yapmış ‘işini’...
Önce gazetedeki reklamları gördüm. Sonra internetten indirip filmini izledim. Hemen Sinan Çetin’i aradım. Bendeki izlenim, filmin tipik bir ‘Sinan Çetin İşi’ olduğu, reklam ajansı Yorum Publicis’in en akıllı işi yapıp Sinan’ı serbest bıraktığı idi...
Haksız değildim. “Osman (Uslu) ve arkadaşları pek karışmadılar” dedi, sadece hikâye onlara aitmiş...
Shakira’dan neşet bulan Sheküre rolünde Hasibe Eren, uyanık menajer Şevket kimliğinde Haluk Bilginer ve arkadaki ‘esmer vatandaş’ orkestrası, Sinan’ın elinde hedefi 12’den vuran bir şov haline gelmiş. Hangi hedef? Bilinirlik... O zaman tamamdır... ‘Neredesin Firuze’ tadındaki yapım, tekrar tekrar izlenebilir, son derece keyifli bir şov olmuş. Bilinirlik alanında yer tutma tamam da, sattırma atağı ardından gelir herhalde...
Büyük Almanya buluşması
Sevgili Halit Refiğ dostumuzun Türkiye ile ilgili herhangi ciddi bir analize başlayacağı zaman yaptığı ‘Amentü’ türünden bir saptaması vardır: “Türkiye ve onun içinde bulunduğu coğrafyanın dünü, bugünü ve geleceğini anlamak için Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerine bakmak gerekir!..”
‘Batı’ ile kastedilen tabii ki ‘Hıristiyan Batı’dır, yani ABD ve AB’dir. Türkiye açısından AB içindeki en önemli ülke tabii ki Almanya’dır... Hem AB’nin en güçlü üyesidir; hem de bizim tarihimizde son derece önemli bir yer tutar. AB içinde ekonomik ilişkiler açısından en etkin konumdadır. Orada yaşayan yurttaşlarımız yüzünden de geniş bir sosyal ve kültürel ağ ilişkimiz söz konusudur...
10 yaşından beri Alman kültür iklimi içinde soluk alıp vermiş biri olarak, bana sorsalardı: “İstanbul’da ‘Türk Alman Ekonomi Kongresi’ düzenleniyor. Bil bakalım kaçıncısı?” Hiç tereddüt etmeden derdim ki:“Sen de 33; ben diyeyim 63...” Oysa bu topu topu 3’üncüsüymüş... Şaşmamak elde değil. Belki daha küçük etkinlikler düzenlenmiştir, ama siyaset ve ekonomi dünyasından bu kadar üst düzeyde katılımlı olanı sadece 3’üncü... Beni şaşırttı doğrusu...
Kongre, Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası’nın başkanlığında, TOBB, Almanya Odalar Birliği ve Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası işbirliği ile düzenleniyor. Yok yok yani... Başbakan dahil 70’e yakın konuşmacı, binin üzerinde katılımcı, 200 önemli Alman firması boy gösterecek. “Sourcing Day” buluşma noktası ile işadamlarının ikili görüşmelerine de zemin sağlanacakmış. 22-24 Haziran tarihleri arasındaki kongre ile eş zamanlı olarak düzenlenecek, firmaların ürünlerini tanıtabilecekleri bir de fuar var.
Sadece arkadaşlarımız işin bir ucundan tutuyor diye değil, daha çok Türkiye’nin geleceğini anlamak adına bu büyük ekonomik buluşmayı izlemek için orada olacağım.
CHP’nin şansıdır... Özellikle de Deniz Baykal’ın... Ciddi ve uluslararası tecrübeye sahip bir ajansla çalışmak değil sadece. Yiğit’le çalışmak... Seversiniz, sevmezsiniz; ama tanıyanlar bilir Yiğit lafını esirgemez... Adı gibidir. Tek soru (sorun) şu: Baykal, Yiğit’in bu açık tavrını kaldırabilecek mi?.. Fazla vakit yok çünkü. Deniz Bey teslim olmayı bilmezse, işler karışır...
Yıllar önce Bülent Tanla elimizden tuttuğu gibi bizi Ankara’ya CHP merkezine götürmüştü. Deniz Bey’le tanıştıracak. “Sadece üç koşulum var!” demiştim Tanla’ya, “Bir: Başbaşa görüşürüm, heyetle değil; İki: Saatlerce bekleyemem; ayrıca en az bir saat ayırması şart; Üç: Uzun vadeli bir iletişim çalışması olacağını peşinen kabul etmeli.”
Bülent Tanla bu görüşme için ısrarlıydı. ‘Stratejik siyasi iletişim kültürünü’ partiye yerleştirmeye çalışıyordu. Aynı günlerde Selim Oktar’la da araştırma konusunu görüşüyordu.
Tanla benim koşullardan Baykal’a söz etmiş miydi?.. Sanmıyorum... Genel Başkan’ın sinirini bozmak istememiş, benim ukalalıklarımı “kendi göğsünde sektirip, yumuşatmıştır’ büyük olasılıkla...
Ankara’ya geldik. Bir dakika bile beklemeden Baykal’ın toplantı masasına alındık. Bizi yalnız bekliyordu. Bir saat değil, tam üç saat sürdü görüşme!...
Tabii ‘görüşme’ denebilirse... ‘Birlikteliğimizin’ 2 saat 50 dakikasında Sayın Baykal konuştu. Bize ‘siyasi iletişim’ dersi verdi... Kendisine siyasi iletişim hizmeti verme şansımız yoktu, yani...
Hoş... Şu dönem Baykal farklı. Daha önce de yazdım, son iki aydır o gitti başkası geldi sanki... Umarız ‘iletişim’ konusunda ‘uzmanlığa’ saygı duyacak kadar değişmiştir....
Mürüvveti hem gösterebildim hem de gördüm...
Benim büyümem, yani çocukluktan sıyrılmam, yani, kendime aileme ve içinde yaşadığım topluma karşı sorumluluklarımın idrakine varmam, 30’lu yaşlarımda gerçekleşmiştir. Yani hayli geç bir yaşta büyüdüm ben...
Büyümemin en tipik göstergesi, babamla ilişkimin onun tarafından ve benim isteklerim doğrultusunda yönetilmesini talep etmeyi bırakıp; yönetimi tüm etkinliği ile kendi ellerimin içine almam ve her şeyi onun beklentilerini de içeren bir anlayışla yönlendirmeye başlayabilme kabiliyeti göstermemdi...
Babam Nihat Saydam’a doğru dürüst mürüvvet gösteremediğim için tam hayıflanmaya başlamıştım ki, kafama saksı düşmüş; 30’unu geçmeye başladığım yıllarda ‘büyümenin’ tadını çıkarma şansını elde etmiştim. Kırılma noktası, ‘askerlikti’ sanki... Yaşamının son dört yılında ona her türlü mürüvveti göstermeyi başardım. Sadece ülkenin en büyük yayınevlerinden birinin genel müdürlüğü görevini üstlenerek değil, neredeyse attığım her adımı ona danışarak... İyi ki de öyle yapmışım. Bugün ‘Babalar Günleri’ni gönül rahatlığı içinde geçiriyorum. ‘Irreversible’ (geri dönüşü olmayan) türde yapılmış hatalarımda olduğu gibi, her seferinde yeniden ölmüyorum...
Benim çocuklarım mı?... Onlar da artık müsterih olabilirler. Kızım Deniz birkaç gün önce çok yüksek bir not ortalamasıyla Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji bölümünü bitirdi, Surrey Üniversitesi’nde iletişim yüksek lisansı yapmaya hak kazandı. Oğlum Engin de 4.30’la Lise 3’e geçti... Bunlardan daha önemlisi çocuklarım neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış olduğunu biliyorlar; kendi ruhsal ve düşünsel zenginlikleri için üretebiliyorlar.
Bir baba için bundan daha büyük bir mürüvvet, bundan daha hoş bir esenlik olabilir mi?
Ahmet Kaptan’ı merak edenlere...
Yıllık iznimin bir bölümünü kullanmadığım için 40 yıl gecikmiş Mavi Yolculuk’tan da yazmaya devam ediyoruz...
Dün ahşap guletimiz Keyifli Deniz’in tatili mükemmel kılan kaptanı Ahmet Çevik’ten söz etmiştim. Arayıp soranlar için toplu bilgi verelim. Kaptanın web sitesi şöyle: http://www.guletsailingturkey.com. Girip bakın. Bizim teknenin fotoğrafları da orada...
Sinan yine yapmış ‘işini’...
Önce gazetedeki reklamları gördüm. Sonra internetten indirip filmini izledim. Hemen Sinan Çetin’i aradım. Bendeki izlenim, filmin tipik bir ‘Sinan Çetin İşi’ olduğu, reklam ajansı Yorum Publicis’in en akıllı işi yapıp Sinan’ı serbest bıraktığı idi...
Haksız değildim. “Osman (Uslu) ve arkadaşları pek karışmadılar” dedi, sadece hikâye onlara aitmiş...
Shakira’dan neşet bulan Sheküre rolünde Hasibe Eren, uyanık menajer Şevket kimliğinde Haluk Bilginer ve arkadaki ‘esmer vatandaş’ orkestrası, Sinan’ın elinde hedefi 12’den vuran bir şov haline gelmiş. Hangi hedef? Bilinirlik... O zaman tamamdır... ‘Neredesin Firuze’ tadındaki yapım, tekrar tekrar izlenebilir, son derece keyifli bir şov olmuş. Bilinirlik alanında yer tutma tamam da, sattırma atağı ardından gelir herhalde...
Büyük Almanya buluşması
Sevgili Halit Refiğ dostumuzun Türkiye ile ilgili herhangi ciddi bir analize başlayacağı zaman yaptığı ‘Amentü’ türünden bir saptaması vardır: “Türkiye ve onun içinde bulunduğu coğrafyanın dünü, bugünü ve geleceğini anlamak için Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerine bakmak gerekir!..”
‘Batı’ ile kastedilen tabii ki ‘Hıristiyan Batı’dır, yani ABD ve AB’dir. Türkiye açısından AB içindeki en önemli ülke tabii ki Almanya’dır... Hem AB’nin en güçlü üyesidir; hem de bizim tarihimizde son derece önemli bir yer tutar. AB içinde ekonomik ilişkiler açısından en etkin konumdadır. Orada yaşayan yurttaşlarımız yüzünden de geniş bir sosyal ve kültürel ağ ilişkimiz söz konusudur...
10 yaşından beri Alman kültür iklimi içinde soluk alıp vermiş biri olarak, bana sorsalardı: “İstanbul’da ‘Türk Alman Ekonomi Kongresi’ düzenleniyor. Bil bakalım kaçıncısı?” Hiç tereddüt etmeden derdim ki:“Sen de 33; ben diyeyim 63...” Oysa bu topu topu 3’üncüsüymüş... Şaşmamak elde değil. Belki daha küçük etkinlikler düzenlenmiştir, ama siyaset ve ekonomi dünyasından bu kadar üst düzeyde katılımlı olanı sadece 3’üncü... Beni şaşırttı doğrusu...
Kongre, Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası’nın başkanlığında, TOBB, Almanya Odalar Birliği ve Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası işbirliği ile düzenleniyor. Yok yok yani... Başbakan dahil 70’e yakın konuşmacı, binin üzerinde katılımcı, 200 önemli Alman firması boy gösterecek. “Sourcing Day” buluşma noktası ile işadamlarının ikili görüşmelerine de zemin sağlanacakmış. 22-24 Haziran tarihleri arasındaki kongre ile eş zamanlı olarak düzenlenecek, firmaların ürünlerini tanıtabilecekleri bir de fuar var.
Sadece arkadaşlarımız işin bir ucundan tutuyor diye değil, daha çok Türkiye’nin geleceğini anlamak adına bu büyük ekonomik buluşmayı izlemek için orada olacağım.