Beni yak, kendini yak, her şeyi yak
19 Aralık 2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Çoğunluk, 'Yolsuzluklar varsa mutlaka sonuna kadar gidilmeli ve bedel neyse ödenmeli; ama...' diye lafa başlıyor. Biz de öyle başlayacağız ve devam edeceğiz... Dünyadaki her büyük devletin üstü kapalı (undercover) işleri vardır. Fakat bir kere çömlek patladı mı, demokrasilerde ve hukuk devletlerinde bütün kâğıtlar açılır; gereği neyse yapılır. Büyük devlet olmak böyle bir şeydir...
Oysa bizde bir süredir sahnelenen senaryolar Sezen Aksu'nun şöhrete kavuşturduğu o ünlü şarkıyı çağrıştırıyor. Hani 'bir kıvılcım yeter' diye devam eden o güzelim şarkıyı...
Uzun analizlere hiç gerek yok. Mehmet Barlas ustanın NTV'de yaptığı tespit, durumun vahametini kavramak için yeterli.
1. Üç ayrı operasyon aynı âna denk getiriliyor. (Türkiye'nin çevresindeki ülkelerle ekonomik münasebetlerinde köprübaşı rolü oynayan ve ülkenin uluslararası finans dünyasındaki konumunu şaibelerle tehdit edebilecek olan Halk Bankası olayı, Türkiye'nin büyümesinin itici gücü olan emlak sektörü ve nihayet Fatih Belediyesi çerçevesinde ve olayın tamamında siyasi bağlantılar)
2. İki yıldır devam eden takip ve araştırma Ergenekon işlemleri sessizliğiyle yürütülüyor. Ve doğrudan yürütmeyi yapan bakanların yakınlarını hedef alıyor.
3. Rastlantı denemeyecek kadar fazla sayıda yan olay bir araya geliyor.
Komiser Columbo dizisini izlemiş olanlar, Columbo'nun olay mahalline geldiği zaman yaptığı ilk sorgulamayı da hatırlarlar: 'Olan bitenden kimin çıkarı var?' Gelin bizde aynı klasik soruyu soralım.
1. Ak Parti'nin çıkarı olabilir mi? Hayır. Olamaz. Tersine bu durumdan en çok onun hasar göreceği tahmin edilmektedir.
2. Bu durumdan Cemaatin (ya da Hizmet'in) çıkarı olabilir mi? Hayır. Olamaz. Bu olan bitenin arkasından Cemaat çıkacak olursa çok büyük hasara uğrayacakları ve itibar kaybedecekleri kesin.
3. Bu durumu siyasi çıkarı doğrultusunda muhalefet yaratmış olabilir mi? Hayır. Bunun hiçbir işaretini görmüyoruz.
Bu listeyi devam ettirip kimin, kimlerin hangi ülkelerin bu işlerden çıkarı olacağını bulabilmek aslında zor değildir. En azından şu tespiti kolaylıkla yapabiliriz herhalde: Tek kazanan taraf, Türkiye'de iktidarın sallanmasında ve Başbakan'ın gücünü yitirmesinde, stabilitenin bir şekilde bozulmasında yarar gören güç odakları olacaktır.
Gelin bu yazıyı Platon'un o sevdiğimiz sözüyle bitirelim: 'Korkanlar köle olur, korkmayanlar efendi.'
Türkiye'nin marka değeri yükselmiş
Markanın öncelikle Türkiye'nin meselesi olduğunu ifade ettik. Yanı sıra şunu da eklemek lazım: Markanın, çok değerli anlamlar soyutlaması olarak üzerinde taşıdığı olağanüstü misyonlardan biri de kamu diplomasisine kattığı değerdir. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nün web sitesinden Türkiye'nin dünyada marka değerini artıran 4 ülkeden biri olduğunu öğreniyoruz. Dünya sıralamasında da 19. sıraya çıkmışız.
Marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance'ın 'En değerli ülke markaları' araştırması sonuçlarına göre, marka değerini en fazla artıran 4 ülkeden biri olan Türkiye, geçen yıl 487 milyon dolar olan marka değerini 2013'te 688 milyon dolara çıkarmış. (Yüzde 41'lik bir artış)
Bu araştırmada bir ülkenin markasına güç katan şu dört değer inceleniyormuş: Yatırım, turizm, ürünler ve yetenek. Araştırmaya göre dünyanın en değerli ülke markası ABD olmuş. (18 trilyon dolara yakın marka değeri ile) ABD'yi Çin takip etmiş. (6 trilyon doları aşkın marka değeri ile)
Marka, üzerinde biriktirdiği manalar toplamında evrensel bir dünya değeri olarak, ülkelerin gücüne güç katma potansiyelini de içinde saklı tutar. Kamu diplomasisi ise, bu potansiyeli dünyaya gösteren, işaret eden, başarıları sergileyen müthiş bir 'yumuşak güç' örgütlenmesidir.
Çoğunluk, 'Yolsuzluklar varsa mutlaka sonuna kadar gidilmeli ve bedel neyse ödenmeli; ama...' diye lafa başlıyor. Biz de öyle başlayacağız ve devam edeceğiz... Dünyadaki her büyük devletin üstü kapalı (undercover) işleri vardır. Fakat bir kere çömlek patladı mı, demokrasilerde ve hukuk devletlerinde bütün kâğıtlar açılır; gereği neyse yapılır. Büyük devlet olmak böyle bir şeydir...
Oysa bizde bir süredir sahnelenen senaryolar Sezen Aksu'nun şöhrete kavuşturduğu o ünlü şarkıyı çağrıştırıyor. Hani 'bir kıvılcım yeter' diye devam eden o güzelim şarkıyı...
Uzun analizlere hiç gerek yok. Mehmet Barlas ustanın NTV'de yaptığı tespit, durumun vahametini kavramak için yeterli.
1. Üç ayrı operasyon aynı âna denk getiriliyor. (Türkiye'nin çevresindeki ülkelerle ekonomik münasebetlerinde köprübaşı rolü oynayan ve ülkenin uluslararası finans dünyasındaki konumunu şaibelerle tehdit edebilecek olan Halk Bankası olayı, Türkiye'nin büyümesinin itici gücü olan emlak sektörü ve nihayet Fatih Belediyesi çerçevesinde ve olayın tamamında siyasi bağlantılar)
2. İki yıldır devam eden takip ve araştırma Ergenekon işlemleri sessizliğiyle yürütülüyor. Ve doğrudan yürütmeyi yapan bakanların yakınlarını hedef alıyor.
3. Rastlantı denemeyecek kadar fazla sayıda yan olay bir araya geliyor.
Komiser Columbo dizisini izlemiş olanlar, Columbo'nun olay mahalline geldiği zaman yaptığı ilk sorgulamayı da hatırlarlar: 'Olan bitenden kimin çıkarı var?' Gelin bizde aynı klasik soruyu soralım.
1. Ak Parti'nin çıkarı olabilir mi? Hayır. Olamaz. Tersine bu durumdan en çok onun hasar göreceği tahmin edilmektedir.
2. Bu durumdan Cemaatin (ya da Hizmet'in) çıkarı olabilir mi? Hayır. Olamaz. Bu olan bitenin arkasından Cemaat çıkacak olursa çok büyük hasara uğrayacakları ve itibar kaybedecekleri kesin.
3. Bu durumu siyasi çıkarı doğrultusunda muhalefet yaratmış olabilir mi? Hayır. Bunun hiçbir işaretini görmüyoruz.
Bu listeyi devam ettirip kimin, kimlerin hangi ülkelerin bu işlerden çıkarı olacağını bulabilmek aslında zor değildir. En azından şu tespiti kolaylıkla yapabiliriz herhalde: Tek kazanan taraf, Türkiye'de iktidarın sallanmasında ve Başbakan'ın gücünü yitirmesinde, stabilitenin bir şekilde bozulmasında yarar gören güç odakları olacaktır.
Gelin bu yazıyı Platon'un o sevdiğimiz sözüyle bitirelim: 'Korkanlar köle olur, korkmayanlar efendi.'
Türkiye'nin marka değeri yükselmiş
Markanın öncelikle Türkiye'nin meselesi olduğunu ifade ettik. Yanı sıra şunu da eklemek lazım: Markanın, çok değerli anlamlar soyutlaması olarak üzerinde taşıdığı olağanüstü misyonlardan biri de kamu diplomasisine kattığı değerdir. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nün web sitesinden Türkiye'nin dünyada marka değerini artıran 4 ülkeden biri olduğunu öğreniyoruz. Dünya sıralamasında da 19. sıraya çıkmışız.
Marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance'ın 'En değerli ülke markaları' araştırması sonuçlarına göre, marka değerini en fazla artıran 4 ülkeden biri olan Türkiye, geçen yıl 487 milyon dolar olan marka değerini 2013'te 688 milyon dolara çıkarmış. (Yüzde 41'lik bir artış)
Bu araştırmada bir ülkenin markasına güç katan şu dört değer inceleniyormuş: Yatırım, turizm, ürünler ve yetenek. Araştırmaya göre dünyanın en değerli ülke markası ABD olmuş. (18 trilyon dolara yakın marka değeri ile) ABD'yi Çin takip etmiş. (6 trilyon doları aşkın marka değeri ile)
Marka, üzerinde biriktirdiği manalar toplamında evrensel bir dünya değeri olarak, ülkelerin gücüne güç katma potansiyelini de içinde saklı tutar. Kamu diplomasisi ise, bu potansiyeli dünyaya gösteren, işaret eden, başarıları sergileyen müthiş bir 'yumuşak güç' örgütlenmesidir.