Bir Avustralya masalı
28 Aralık 2008 Akşam Gazetesi
Sanki iç içe üç film izledik. Biraz uzun ama kesinlikle sıkıcı değil. Çoluk çocuk hiç çekinmeden birlikte izlenebilir. Esprileri anlamama tehlikesi sıfır (!)Ö Sadece sığır sahnelerini değil, limandaki gemileri nasıl çekmişler; özellikle de savaş sahnelerini hangi bilgisayar uygulamalarıyla o hale getirmişler sökmek kolay değil.
Avustralya'yı izlerken kafamın içinde hep aynı soru? Türkiye diye bir film çekilebilir miydi acaba?.. Önde bir aşk hikayesi; iyiler ve kötüler... Aynen masallarda olduğu gibi; iyiler çok iyi... Kötüler çok kötü... Arka planda Cumhuriyet'in kuruluşu... Ankara-İstanbul-İzmir sırayla sahne alıyorlar... O yılların şehirleri... O yılların insanları...
Olmaz mı?... Olmuyor ama...
İngiltere'nin sürgüne gönderdiği bilumum hırsız, uğursuz, katilin kurduğu ülkenin tarihinden bir kesit izlerken bir tuhaf oldum. Ataları Kuzey Amerika'da ne halt ettilerse onlar da Avustralya'da aynısını yapmışlar... Güney Afrika'daki beyazlar da siyahların tepesine binmemişler miydi? Bunlar da Aborijin'leri sistematik bir şekilde sürmüşler topraklarından, tepelemişler, öldürmüşler, horlamışlar...
Sonra başbakanları kalkmış 2008'de yani bu yıl Aborijin'lerden -kaç tane kaldılarsa- özür dilemiş... Tazminat falan ödenmesi de söz konusu değilmiş...
Film de bir nevi özür diliyor. Hem de sıkı bir 'katharsis' (arınma, temizlenme) ile...
Masalsı anlatımı konusunda bir miktar yabancılık çektim, ancak kafamdaki tüm soru işaretlerine rağmen o görüntüler karşısında kendimi kaptırıp gitmem uzun sürmedi... Bu duyguyu bir 'Out of Africa'da (Meryl Streep, Robert Redford) yaşamıştım; bir de bu filmde yaşadım... Sonsuzluk duygusu diyebiliriz belki... Belki de doğayla iç içe olma duygusu ve coşkusu...
Nicole Kidman öyle sıradan bir Hollywood yıldızı değildir. Aslen Avustralyalıymış zaten. Lars von Trier'in 2003'te çektiği zor lokmalarından biri olan Dogville'de muhteşem bir oyunculuk sergilemişti. Bu rolde o olmasaymış kimse olamazmış sanki...
Başrolleri Meg Ryan ile paylaştığı Kate & Leopold'da büyük bir keyifle izlediğim Hugh Jackman sığır çobanı rolünde pek çok genç kızın yüreğini hoplatacak. Bir başka masal kahramanı da o...
Avustralyalılara karşı 'Bu ilkel yaratıklar kalkmışlar dünyaya insanlık dersi veriyorlar!' gibi bir önyargı benliğinizi kaplamamışsa, bu masalımsı görsel şöleni keyifle izleyebilirsiniz...
İyi niyet
yetmiyor
Geçenlerde Türkiye'nin tanıtımı meselesi üzerine yaratılan kafa karışıklığı hakkında bir yazı yazmıştık... Yazıdaki temel eleştirimiz, Türkiye'nin turizm hizmetlerinin pazarlanmasıyla, Türkiye'nin marka olarak pazarlanması arasındaki ciddi farkın gözden kaçırılmasına ve aslında turizm tanıtımı için ayrıldığını tahmin ettiğimiz 100 milyon YTL'lik komik bir bütçeyle Türkiye'nin tanıtımına soyunulduğu izleniminin yaratılmaya çalışılmasınaydı...
Bir lafımız da Tülin Şahin Hanım'ın lanse ediliş biçimineydi: 'Değil mi ki, 'Türkiye'nin tanıtımı' deyip duruyorsunuz, o zaman 'Bu mu Türkiye'nin marka vaadi? Tülin Şahin mi Türkiye'nin marka vaadini temsil edecek?' şeklindeki sorulara muhatap olmaya hazırlanın... Oysa Tülin Şahin bir hizmet ürünü olarak Türkiye Turizmi'ni aslanlar gibi temsil edebilir.'
Bu yazımız üzerine sadece reklam ajansı dDF'in patronu Arhan Kayar'dan, bu süreçte belki de en masum olan kişiden bir mektup aldım. Özetle şöyle demiş sevgili Arhan Bey:
'Haber basın toplantısını anlamamış/dinlememiş veya yanlış aktarmış bir kaynaktan size ulaşmış. Tülin Şahin için hiçbir şekilde dDf veya Bakanlık tarafından 'Türkiye'nin yüzü', tabiri kullanılmamıştır.
Görsellere bütün olarak bakıldığında alışveriş yapan, boğazı ve tarihi yarımadayı gezen, eğlenen, dinlenen, Türk kahvesinin keyfine varan dolayısıyla İstanbul'u tüm çeşitliliği ile yaşayan bir kadın resmedilmiştir. Kampanyada, Tülin Şahin 'İstanbul'u yaşayan evrensel bir kadını' temsil etmektedir. Görsellerin ana unsuru İstanbul'un kendisidir.
dDf olarak Bakanlık ile çalıştığımız süre boyunca hem basın mensupları karşısında hem de bulunduğumuz sosyal ortamlarda yapılan tanıtım kampanyalarının turizm tanıtım kampanyaları olduğunu vurguladık, asla farklı bir söylem kullanmadık.
İletişim stratejilerimizi Türkiye'nin turizm destinasyonu olarak marka değerinin yükseltilmesi, 12 ay turizm ve yüksek profilli turist hedefleyerek 2009 yılında da Genel Türkiye, İstanbul, Gençlik, Niş Kampanyalar ve Internet gibi birbirini bütünleyen kampanyalar hazırladık. Tümünü sizinle paylaşmaya, tartışmaya ve değerli yorumlarınızdan faydalanmaya hazırız.'
Arhan Bey kardeşimiz ayrıca özellikle İstanbul odaklı turizm destinasyonu pazarlama konseptlerini uzun uzun anlatmış. Dileyenler bir mail atsın hemen göndereyim. Kendisine küçük bir notum olacak: Haberi aldığım kaynaklar ve başlıkları şöyle: 'Türkiye tanıtımı için 100 milyon YTL ayrıldı... Türkiye'nin yeni yüzü manken Tülin Şahin...' (Hürriyet), 'Türkiye'nin tanıtımı Asi ve Sivaslı Cindy'ye emanet... Tülin Şahin Avrupa'ya Türkiye'yi anlatacak...' (Referans), 'Türkiye'yi 'Sivaslı Cindy' tanıtacak' (Sabah)... Ben de yazdıklarımı sektör yayınlarının internet sitelerinden almıştım...
Bu kadar fazla yayın aynı anda aynı şeyi yazmışsa, 'anlamamışlar/dinlememişler' diye kusuru medyada aramak yerine 'Demek ki terzi söküğünü yine dikememiş, kendimizi adam gibi anlatamamışız / dinletememişiz' demek daha doğru olmaz mıydı acaba, sevgili Arhan kardeşim?
Sanki iç içe üç film izledik. Biraz uzun ama kesinlikle sıkıcı değil. Çoluk çocuk hiç çekinmeden birlikte izlenebilir. Esprileri anlamama tehlikesi sıfır (!)Ö Sadece sığır sahnelerini değil, limandaki gemileri nasıl çekmişler; özellikle de savaş sahnelerini hangi bilgisayar uygulamalarıyla o hale getirmişler sökmek kolay değil.
Avustralya'yı izlerken kafamın içinde hep aynı soru? Türkiye diye bir film çekilebilir miydi acaba?.. Önde bir aşk hikayesi; iyiler ve kötüler... Aynen masallarda olduğu gibi; iyiler çok iyi... Kötüler çok kötü... Arka planda Cumhuriyet'in kuruluşu... Ankara-İstanbul-İzmir sırayla sahne alıyorlar... O yılların şehirleri... O yılların insanları...
Olmaz mı?... Olmuyor ama...
İngiltere'nin sürgüne gönderdiği bilumum hırsız, uğursuz, katilin kurduğu ülkenin tarihinden bir kesit izlerken bir tuhaf oldum. Ataları Kuzey Amerika'da ne halt ettilerse onlar da Avustralya'da aynısını yapmışlar... Güney Afrika'daki beyazlar da siyahların tepesine binmemişler miydi? Bunlar da Aborijin'leri sistematik bir şekilde sürmüşler topraklarından, tepelemişler, öldürmüşler, horlamışlar...
Sonra başbakanları kalkmış 2008'de yani bu yıl Aborijin'lerden -kaç tane kaldılarsa- özür dilemiş... Tazminat falan ödenmesi de söz konusu değilmiş...
Film de bir nevi özür diliyor. Hem de sıkı bir 'katharsis' (arınma, temizlenme) ile...
Masalsı anlatımı konusunda bir miktar yabancılık çektim, ancak kafamdaki tüm soru işaretlerine rağmen o görüntüler karşısında kendimi kaptırıp gitmem uzun sürmedi... Bu duyguyu bir 'Out of Africa'da (Meryl Streep, Robert Redford) yaşamıştım; bir de bu filmde yaşadım... Sonsuzluk duygusu diyebiliriz belki... Belki de doğayla iç içe olma duygusu ve coşkusu...
Nicole Kidman öyle sıradan bir Hollywood yıldızı değildir. Aslen Avustralyalıymış zaten. Lars von Trier'in 2003'te çektiği zor lokmalarından biri olan Dogville'de muhteşem bir oyunculuk sergilemişti. Bu rolde o olmasaymış kimse olamazmış sanki...
Başrolleri Meg Ryan ile paylaştığı Kate & Leopold'da büyük bir keyifle izlediğim Hugh Jackman sığır çobanı rolünde pek çok genç kızın yüreğini hoplatacak. Bir başka masal kahramanı da o...
Avustralyalılara karşı 'Bu ilkel yaratıklar kalkmışlar dünyaya insanlık dersi veriyorlar!' gibi bir önyargı benliğinizi kaplamamışsa, bu masalımsı görsel şöleni keyifle izleyebilirsiniz...
İyi niyet
yetmiyor
Geçenlerde Türkiye'nin tanıtımı meselesi üzerine yaratılan kafa karışıklığı hakkında bir yazı yazmıştık... Yazıdaki temel eleştirimiz, Türkiye'nin turizm hizmetlerinin pazarlanmasıyla, Türkiye'nin marka olarak pazarlanması arasındaki ciddi farkın gözden kaçırılmasına ve aslında turizm tanıtımı için ayrıldığını tahmin ettiğimiz 100 milyon YTL'lik komik bir bütçeyle Türkiye'nin tanıtımına soyunulduğu izleniminin yaratılmaya çalışılmasınaydı...
Bir lafımız da Tülin Şahin Hanım'ın lanse ediliş biçimineydi: 'Değil mi ki, 'Türkiye'nin tanıtımı' deyip duruyorsunuz, o zaman 'Bu mu Türkiye'nin marka vaadi? Tülin Şahin mi Türkiye'nin marka vaadini temsil edecek?' şeklindeki sorulara muhatap olmaya hazırlanın... Oysa Tülin Şahin bir hizmet ürünü olarak Türkiye Turizmi'ni aslanlar gibi temsil edebilir.'
Bu yazımız üzerine sadece reklam ajansı dDF'in patronu Arhan Kayar'dan, bu süreçte belki de en masum olan kişiden bir mektup aldım. Özetle şöyle demiş sevgili Arhan Bey:
'Haber basın toplantısını anlamamış/dinlememiş veya yanlış aktarmış bir kaynaktan size ulaşmış. Tülin Şahin için hiçbir şekilde dDf veya Bakanlık tarafından 'Türkiye'nin yüzü', tabiri kullanılmamıştır.
Görsellere bütün olarak bakıldığında alışveriş yapan, boğazı ve tarihi yarımadayı gezen, eğlenen, dinlenen, Türk kahvesinin keyfine varan dolayısıyla İstanbul'u tüm çeşitliliği ile yaşayan bir kadın resmedilmiştir. Kampanyada, Tülin Şahin 'İstanbul'u yaşayan evrensel bir kadını' temsil etmektedir. Görsellerin ana unsuru İstanbul'un kendisidir.
dDf olarak Bakanlık ile çalıştığımız süre boyunca hem basın mensupları karşısında hem de bulunduğumuz sosyal ortamlarda yapılan tanıtım kampanyalarının turizm tanıtım kampanyaları olduğunu vurguladık, asla farklı bir söylem kullanmadık.
İletişim stratejilerimizi Türkiye'nin turizm destinasyonu olarak marka değerinin yükseltilmesi, 12 ay turizm ve yüksek profilli turist hedefleyerek 2009 yılında da Genel Türkiye, İstanbul, Gençlik, Niş Kampanyalar ve Internet gibi birbirini bütünleyen kampanyalar hazırladık. Tümünü sizinle paylaşmaya, tartışmaya ve değerli yorumlarınızdan faydalanmaya hazırız.'
Arhan Bey kardeşimiz ayrıca özellikle İstanbul odaklı turizm destinasyonu pazarlama konseptlerini uzun uzun anlatmış. Dileyenler bir mail atsın hemen göndereyim. Kendisine küçük bir notum olacak: Haberi aldığım kaynaklar ve başlıkları şöyle: 'Türkiye tanıtımı için 100 milyon YTL ayrıldı... Türkiye'nin yeni yüzü manken Tülin Şahin...' (Hürriyet), 'Türkiye'nin tanıtımı Asi ve Sivaslı Cindy'ye emanet... Tülin Şahin Avrupa'ya Türkiye'yi anlatacak...' (Referans), 'Türkiye'yi 'Sivaslı Cindy' tanıtacak' (Sabah)... Ben de yazdıklarımı sektör yayınlarının internet sitelerinden almıştım...
Bu kadar fazla yayın aynı anda aynı şeyi yazmışsa, 'anlamamışlar/dinlememişler' diye kusuru medyada aramak yerine 'Demek ki terzi söküğünü yine dikememiş, kendimizi adam gibi anlatamamışız / dinletememişiz' demek daha doğru olmaz mıydı acaba, sevgili Arhan kardeşim?