Bizim sayfalar canlandı
25 eYLÜL 2014
Biz de ekonomi sütunlarında yazıyoruz ya; ister istemez dikkatimiz bu sayfaların üzerinde. Hem sayfa tasarımlarında hem de içeriğinde belirgin bir canlanmanın sizler de farkındasınızdır. Haber sayısı arttı. Gazetenin hedef kitlesi açısından baktığımızda da, ilerleyen zamanlarda 'Kimlere dokunması gerekiyor? Dokunuyor mu?' sorularına doğru yanıtlar bulmamıza izin verecek 'Siyaset, ekonomi, halk' üçlüsü arasındaki denge de tutturulmuş gibi görünüyor. Grafikler ve veri listeleri de sayfaları zenginleştirmiş.
Ekonomi ve finans gazeteciliği nasıl yapılması gerekiyorsa ona yakın bir çizgi yakalanmış.
Bir gazete ya da dergiyi amaca uygunluk konusunda ne zaman değerlendirmem gerekse aklıma gençlik yıllarımda 'Bu da bana ders olsun' kabilinden belleğimde yer eden o Münih hatırası aklıma gelir. İsviçre'de öğrenci olduğumuz yıllara ait o hatıraya 'Algılama Yönetimi' adlı kitabımızda şöyle yer vermiştim:
'Bir gün Münih'teki arkadaşlardan bir haber geldi:
İran'ın komünist partisi Tudeh'in liderlerinden biri Münih'e geliyor. Bizlerle bir çalıştay yapacak. Siz de gelin.
68 kuşağının tüm özellikleri şu veya bu boyutta hepimizin üzerine sinmişti. Bir araya gelip masum anti-Vietnam eylemleri yapmak için can atardık. Bu yüzden Almanya'dan salatalığın ucunu gösterdiler mi İsviçre'den tuzluğu kapıp koşardık.
Hemen Münih'in yolunu tuttuk. Tudeh lideri yaşlıca bir amcaydı. Hiç alışık olmadığımız bir bilgelik ve sakinlikle konuşuyor, tavrıyla sanki bizim fazla heyecanlı olmamızı eleştiriyordu.
Toplantının sonuna doğru müthiş bir heyecan ve gururla gazetemizi götürüp önüne koyduk. Taktirle karşılanacağımızdan hiç şüphemiz yoktu. Sadece ne kadar taktir edileceğimizi merak ediyorduk.
Ama heyhat!
Tudeh lideri kirli bir çaputu tutar gibi gazeteyi iki parmağının arasına sıkıştırıp kaldırdı. Önüne arkasına şöyle bir baktı, sonra kullanılmış bir kâğıt mendilden kurtulmak istercesine masanın üzerine bıraktı. Ben hemen yanı başında ayakta duruyordum. Bana döndü ve sordu:
-Siz mi çıkarıyorsunuz bunu?
-Evet, efendim
-Ne bu?
-Devrimci bir gazete!
-Bir gazete, devrimci olmadan önce gazete olmalıdır. Bu, gazete değil ki! Bu, hiçbir şey... Çıkarmayın daha iyi! Devrime hizmet değil, zarar verirsiniz bununla.
Toplantıdan çıktım. Tir tir titriyordum. Tudehli yaşlı lider bir anda gözümden düşüvermişti. Bizi anlamamıştı... Ruhunu Sovyetler'e ya da burjuvaziye satmış bir revizyonist olmalıydı. Görselliğin ne önemi vardı?
Bern'e gelene kadar yol boyu söylenip durmuştum.
Görsel algılamanın önemini kavrayıp, o bilge ustaya hak vermem için yılların geçmesi gerekecekti.'
O hatıranın bugünkü kadar taze rüzgârıyla şimdi de söyleyebilirim ki, bizim ekonomi sayfaları da olması gerektiği noktaya gelmiş bulunuyor. Fakat eksiklerini de söyleyelim: Türkiye, ekonomi konuşuyor. Reklamlar, ekonomi sayfalarına geliyor. AK Parti ekonomi modeliyle iktidarı ele geçiyor ve sonrasında da elde tutuyor. Ekonomi hayatın neredeyse merkezinde duruyor. Bizim gazetede ise en arka sayfalarda. Ve de sadece 4 sayfa.
Arkadaşlara bu durumu sözlü olarak da ifade ettim. Onlar da farkındalar. Mutlaka düzelteceklerdir. Düzeltmeliler de. Çünkü artık tüm basınla rekabet edebilecek bir ekonomi anlayışı gazeteye yerleşmiş vaziyette. Yani yolumuz açık. Geriye sadece yürümek kalmış.
Antalya Bunalım Filmleri Festivali...
Dün bizim gazetedeki haberde geçen yıl Altın Portakal ödülünü kazananların ödemelerini ancak bugünlerde alabildikleri haberi vardı. 'En İyi' kategorisinde ödüle layık görülen film, kısa film, ilk film, belgesel, yönetmen, senarist, görüntü yönetmeni için ödenmesi gereken 500 bin TL ancak bir yıl sonra, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel Bey'in talimatıyla sahiplerine ulaşabilmiş.
'Altın Portakal' markası kaç yılı geride bırakmış? 50 yılı. Yarım asrı devirmiş.
Kimden veya hangi üründen, markadan, hizmetten söz ediyorsak ilgili kişi ya da isim hakkındaki algılama birikimlerinin tamamı olan 'itibar'ı yönetebilmek, bir iletişim stratejisi çerçevesinde gerçeklerle algılama arasındaki farkı kapatmakla mümkün. Yaptığınız işin gerçeğinin (asla şişirmeden) ve ne yapıyorsanız onun, hedef kitleniz ve sosyal paydaşlarınız nezdinde iletişimini yaparken, aslında tüm çabanız sonuçta itibar hanenize artı puan katmak içindir. 'Namınız yürüsün!' ifadesinde manasını bulan 'en kıymetli varlığımız'ın itibarıdır söz konusu olan.
Yarım asrı geçmiş ve Antalya şehriyle özdeşleşmiş festivalin itibarı, 500 bin liranın bir yıl gecikerek ödenmiş olması nedeniyle elbette sarsılmaz. Ya ne olur? Hasar görür. Bu hasar da tortu bırakır.
Menderes Türel beye bir itibar düzeltme görevi daha düşüyor: Cumartesi günkü yazımızda da biraz değinmiştik. Bu yıl geçti artık. Ancak gelecek yıldan itibaren şu festivali film sektörünün uzmanlarıyla birlikte değerlendirip ikiye bölsün:
Sanat Filmleri Festivali. Bir de Sinema Festivali...
Bu Sanat Filmleri Festivali'nde o her zamanki jürileri bir araya getirsin. Onlar da kimsenin seyretmediği bunalım filmlerine istedikleri gibi ödül versinler. Sinema Festivali'nde ise Oscar Ödül sistemini örnek alsın. En iyi kameramanı yüzlerce kameramandan oluşan bir grup, en iyi yönetmeni bu mesleğin içindeki tüm yönetmenlerden oluşan bir ekip ve bunun gibi her kategorinin emek verenleri ve uzmanlarının seçecekleri filmler ödüllendirilsin. Yani popüler, hayat dolu, insanların gitmeye hevesleneceği filmler ödül alsın. Yoksa Menderes Bey'e alternatif naçizane öğüdüm şu:
Festivalin adını değiştirsin 'Antalya Bunalım Filmleri Festivali' yapsın.
Ekonomi ve finans gazeteciliği nasıl yapılması gerekiyorsa ona yakın bir çizgi yakalanmış.
Bir gazete ya da dergiyi amaca uygunluk konusunda ne zaman değerlendirmem gerekse aklıma gençlik yıllarımda 'Bu da bana ders olsun' kabilinden belleğimde yer eden o Münih hatırası aklıma gelir. İsviçre'de öğrenci olduğumuz yıllara ait o hatıraya 'Algılama Yönetimi' adlı kitabımızda şöyle yer vermiştim:
'Bir gün Münih'teki arkadaşlardan bir haber geldi:
İran'ın komünist partisi Tudeh'in liderlerinden biri Münih'e geliyor. Bizlerle bir çalıştay yapacak. Siz de gelin.
68 kuşağının tüm özellikleri şu veya bu boyutta hepimizin üzerine sinmişti. Bir araya gelip masum anti-Vietnam eylemleri yapmak için can atardık. Bu yüzden Almanya'dan salatalığın ucunu gösterdiler mi İsviçre'den tuzluğu kapıp koşardık.
Hemen Münih'in yolunu tuttuk. Tudeh lideri yaşlıca bir amcaydı. Hiç alışık olmadığımız bir bilgelik ve sakinlikle konuşuyor, tavrıyla sanki bizim fazla heyecanlı olmamızı eleştiriyordu.
Toplantının sonuna doğru müthiş bir heyecan ve gururla gazetemizi götürüp önüne koyduk. Taktirle karşılanacağımızdan hiç şüphemiz yoktu. Sadece ne kadar taktir edileceğimizi merak ediyorduk.
Ama heyhat!
Tudeh lideri kirli bir çaputu tutar gibi gazeteyi iki parmağının arasına sıkıştırıp kaldırdı. Önüne arkasına şöyle bir baktı, sonra kullanılmış bir kâğıt mendilden kurtulmak istercesine masanın üzerine bıraktı. Ben hemen yanı başında ayakta duruyordum. Bana döndü ve sordu:
-Siz mi çıkarıyorsunuz bunu?
-Evet, efendim
-Ne bu?
-Devrimci bir gazete!
-Bir gazete, devrimci olmadan önce gazete olmalıdır. Bu, gazete değil ki! Bu, hiçbir şey... Çıkarmayın daha iyi! Devrime hizmet değil, zarar verirsiniz bununla.
Toplantıdan çıktım. Tir tir titriyordum. Tudehli yaşlı lider bir anda gözümden düşüvermişti. Bizi anlamamıştı... Ruhunu Sovyetler'e ya da burjuvaziye satmış bir revizyonist olmalıydı. Görselliğin ne önemi vardı?
Bern'e gelene kadar yol boyu söylenip durmuştum.
Görsel algılamanın önemini kavrayıp, o bilge ustaya hak vermem için yılların geçmesi gerekecekti.'
O hatıranın bugünkü kadar taze rüzgârıyla şimdi de söyleyebilirim ki, bizim ekonomi sayfaları da olması gerektiği noktaya gelmiş bulunuyor. Fakat eksiklerini de söyleyelim: Türkiye, ekonomi konuşuyor. Reklamlar, ekonomi sayfalarına geliyor. AK Parti ekonomi modeliyle iktidarı ele geçiyor ve sonrasında da elde tutuyor. Ekonomi hayatın neredeyse merkezinde duruyor. Bizim gazetede ise en arka sayfalarda. Ve de sadece 4 sayfa.
Arkadaşlara bu durumu sözlü olarak da ifade ettim. Onlar da farkındalar. Mutlaka düzelteceklerdir. Düzeltmeliler de. Çünkü artık tüm basınla rekabet edebilecek bir ekonomi anlayışı gazeteye yerleşmiş vaziyette. Yani yolumuz açık. Geriye sadece yürümek kalmış.
Antalya Bunalım Filmleri Festivali...
Dün bizim gazetedeki haberde geçen yıl Altın Portakal ödülünü kazananların ödemelerini ancak bugünlerde alabildikleri haberi vardı. 'En İyi' kategorisinde ödüle layık görülen film, kısa film, ilk film, belgesel, yönetmen, senarist, görüntü yönetmeni için ödenmesi gereken 500 bin TL ancak bir yıl sonra, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel Bey'in talimatıyla sahiplerine ulaşabilmiş.
'Altın Portakal' markası kaç yılı geride bırakmış? 50 yılı. Yarım asrı devirmiş.
Kimden veya hangi üründen, markadan, hizmetten söz ediyorsak ilgili kişi ya da isim hakkındaki algılama birikimlerinin tamamı olan 'itibar'ı yönetebilmek, bir iletişim stratejisi çerçevesinde gerçeklerle algılama arasındaki farkı kapatmakla mümkün. Yaptığınız işin gerçeğinin (asla şişirmeden) ve ne yapıyorsanız onun, hedef kitleniz ve sosyal paydaşlarınız nezdinde iletişimini yaparken, aslında tüm çabanız sonuçta itibar hanenize artı puan katmak içindir. 'Namınız yürüsün!' ifadesinde manasını bulan 'en kıymetli varlığımız'ın itibarıdır söz konusu olan.
Yarım asrı geçmiş ve Antalya şehriyle özdeşleşmiş festivalin itibarı, 500 bin liranın bir yıl gecikerek ödenmiş olması nedeniyle elbette sarsılmaz. Ya ne olur? Hasar görür. Bu hasar da tortu bırakır.
Menderes Türel beye bir itibar düzeltme görevi daha düşüyor: Cumartesi günkü yazımızda da biraz değinmiştik. Bu yıl geçti artık. Ancak gelecek yıldan itibaren şu festivali film sektörünün uzmanlarıyla birlikte değerlendirip ikiye bölsün:
Sanat Filmleri Festivali. Bir de Sinema Festivali...
Bu Sanat Filmleri Festivali'nde o her zamanki jürileri bir araya getirsin. Onlar da kimsenin seyretmediği bunalım filmlerine istedikleri gibi ödül versinler. Sinema Festivali'nde ise Oscar Ödül sistemini örnek alsın. En iyi kameramanı yüzlerce kameramandan oluşan bir grup, en iyi yönetmeni bu mesleğin içindeki tüm yönetmenlerden oluşan bir ekip ve bunun gibi her kategorinin emek verenleri ve uzmanlarının seçecekleri filmler ödüllendirilsin. Yani popüler, hayat dolu, insanların gitmeye hevesleneceği filmler ödül alsın. Yoksa Menderes Bey'e alternatif naçizane öğüdüm şu:
Festivalin adını değiştirsin 'Antalya Bunalım Filmleri Festivali' yapsın.