Bu da benim yeni yıl hediyem…
29 ARALIK 2012
Büyük estetiktir aslolan… Yani yaşama sanatı… Ancak ona giden yol küçük estetikten geçer… Yani sanattan… Sanat insanın temel ihtiyaçlarından biridir. Yaşamak, varlık olmak için değil. Var olmak için…
Eğer küçük estetikleri seçip ‘deneyimlerken’ sizi büyük estetiğe taşıyacak ‘öze’ yakın olanlarını bulup çıkaramazsanız, yandınız demektir. ‘Kötü’, anında egemen olur duygularınıza, sarar her yanınızı…
Eserin ‘İyi yapılmış – Kötü yapılmış’ olması, kültürel zenginlikten kaynaklanırken, eserin ‘iyi ya da kötü’ olması, duygusal zenginlikten ve o ‘özden’ alır kaynağını. Burada sık sık sözünü ettiğimiz, ‘İyi yapılmış iyi film (müzik vs.) – iyi yapılmış kötü film (müzik vs.) – kötü yapılmış iyi film (müzik vs.) – kötü yapılmış kötü film (müzik vs.)’ dörtlemesi, işte yukarıdaki ‘kontekst’ içinde kavranabilir ancak…
Peki, sizi büyük estetiğe taşıyacak ‘öze’ yakın olan küçük estetik ürünlerini bulup çıkarmak kolay mıdır? Hayır, son derece zordur. Öncelikle, bunlar son derece azdır. Ayrıca bunları bulup algılayacak ‘ruhsal tekâmül düzeyi’ işin kritik başarı faktörüdür…
Hat sanatını ve bu sanatın büyük ustalarından ve düşünürlerinden Hüseyin Kutlu’yu görmek, tanımak yetmez bu yüzden; onu ‘okumayı’, öğretilerini özümsemeyi bilmek lazım…
Ancak onu başarırsanız, kimin nesi kimin fesi olduklarını bir türlü çıkaramadığımız, Curnicopia’ının o garip CD’sini ve acayip parçaları ‘circle of clowns’u da sindirmeniz mümkün olabilir…
Belki ondan sonra Dücane Cündioğlu’nun ‘iki kanatla uçmak’ kavramının (Bkz. Radikal’de Berrin Karakaş röportajı) daha da derinine inme lezzetine vâkıf olabiliriz…
Siz sevgili okuyucularıma bir tür Yeni Yıl Hediyesi olarak düşündüğüm bu yazıyla yeni yılın hayırlı, esenlikli günler getirmesini diliyorum… Yeni yılda (salı günü) tekrar birlikte olmak dileği ile…
‘Hay Allah!.. Hay Allah!..’
Dostum ve büyüğüm Halit Refiğ toz kondurmazdı kendisine… İlişkideki ‘mutlakıyet duygusunu’ ilk kez onun Metin Erksan’la –benim son derece abartılı bulduğum- ilişkisinde deneyimlemiştim…
Rahmetli Metin Erksan’ın vasiyeti yasal mirasçılarının bulunduğu mahkeme heyeti huzurunda açılmış ve okunmuş. Üstad, kendisinden beklenen tipik bir ‘sinematografik’ jestüsle, eski vasiyetnamesinde tüm mirasını üç yeğenine bırakırken daha sonra hazırladığı vasiyetnamesinde de bu kararından vazgeçmiş ve demiş ki:
"Türkiye Cumhuriyet Devleti sınırları içerisindeki ve yurtdışındaki tüm menkul ve gayrimenkul malvarlığımı, tüm yasal ve hukuksal haklarımı özellikle kütüphanemde bulunan tüm kitaplarımı, tüm el yazılarımı, daktilo ve bilgisayarda yazdığım tüm yazılarımı, yayınlanmış ve yayınlanacak tüm kitaplarımı, bunların yasal, hukuksal, ekonomik tüm haklarını, fotoğraflarımı, değerli öğrencim, evladım, kızım, can yoldaşım 1973 doğumlu Zeynep Özlem Havuzlu'ya bırakmayı vasiyet ediyorum. Son arzularım bundan ibarettir."
Yeğenler itiraz etmişler... Bu konularda herkese söz hakkı düşmediğini ben de bilirim. Metin Erksan’ın yakın akrabalarını tenzih ederek bu hassas konuda hakkın rahmetine kavuşmuş çok değerli insanlarımızın bıraktıkları eserlerle ‘iletişimlerinin sürdüğü’ düşüncesiyle, bazı notların düşülmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü mesele çok geniştir ve bu konu, artık aramızda olmayan kıymetli düşünce adamlarımızın, sanatçılarımızın, arkalarında geleceğe miras olarak bir eser bırakmış ‘kıymetlerimizin’ hatıralarıyla, dolayısıyla itibarlarıyla ilgilidir.
Vefat eden ünlü kişinin eserleri aracılığıyla toplumla arasındaki sessiz iletişime ailesi, ya da eşi dostu çok büyük bir katkı da sağlayabilir ancak zarar da verebilir. İnsanın ailesi ‘seçimi’ değildir. ‘Atananıdır’…
Aile, rahmetlinin hayattayken önemsediği, sevgi saygı duyduğu, değer verdiği birinden ya da birilerinden eğer çeşitli nedenlerle, belki de haklı olarak hoşlanmıyor olabilir. Galiba mesele tam da bu noktada çatallanıyor. “Ben hazzetmesem de rahmetli severdi. Bu nedenle aslolan rahmetlinin sevdiğine bizlerin de saygı göstermemiz gerekir” diyebilmek kolay gelmeyebilir insana? Bayrağı teslim alan aile, emaneti taşırken sınırsız sorumsuz özgürlüğe sahip olmalı mıdır? Tartışılacak konu budur. Ülkeye malolmuş bir büyük insanın eserlerinin telif hakkı mirasçılarına mı ait olmalıdır, onun işaret ettiklerine mi, ülkeye mi?
Emanet taşımak kolay iş değildir.
Eşimiz, annemiz ya da babamız, dedemiz, kardeşimiz ya da dostumuz olsalar da, bu dünyadan göçüp gitmeden önce eserlerini sundukları toplumla kucaklaşmış, özel mi özel kişilerin hatıralarına, kültür ve değerlerine saygı duyup duymadığımız, emanetlerini nasıl taşıdığımızla belli olur.
Bu durumda ben Metin Erksan’an en yakınlarından biri olarak gördüğüm Halit Refiğ nasıl bir tepki verirdi, diye düşündüm. Yanılmıyorsam şöyle derdi: “Hay Allah!.. Hay Allah… Demek ki böyle uygun görmüş!..”
Huzur içinde uyuyun Asım Bey!
Hayatı Türkiye’de sanayileşme süreciyle paralel yürüyen, finansal kârlılığı toplumsal kârlılıktan hiç mi hiç ayrı düşünemeyen, kumaşı farklı işadamlarımızdan birini daha kaybettik. İstanbul Erkek Liseli ağabeylerimizden biriydi Asım Kocabıyık... Oğlu Ahmet Kocabıyık da bizim liselidir.
Borusan Holding Kurucu ve Onursal Başkanı Asım Kocabıyık, “Cumhuriyete Kanat Gerenler’ kuşağının, ‘toplumun çıkarlarını kişisel çıkarlarının önünde tutan’ bir zihniyetle yetişmiş işadamlarımızdan biri. Afyon'un yüz haneli Tazlar Köyü'nde 1924 yılında doğan ve kendisine iyi bir eğitim alma imkânı sağlayan babasının firmasını ‘Borusan’ adlı büyük bir Holding’e dönüştürme başarısını gösteren bir lider.
1958 yılında 27 çalışanı ile sanayi sektörüne adım atan ve şimdi 6 bine yakın personeliyle çeşitli sanayi kuruluşlarını bünyesinde toplayan, diğer yandan da distribütörlük faaliyetlerini sürdüren Borusan Grubu’nun kurucusu... Borusan Grubu’na uzun yıllardır başarıyla iletişim danışmanlığı hizmeti veren Tribeca İletişim’in web sitesinden Asım Kocabıyık’ın hizmetlerini okuyanlar, “ait olma duygusu”, “sahip olma duygusu”nun önüne geçen az sayıdaki bir lideri kaybettiğimizi daha iyi anlayacaklardır.
Haliç Kongre Merkezi’ndeki müthiş bir törenle lanse edilmiş olan, Nebil Özgentürk’ün hazırladığı belgesel, Asım Bey’in doğduğu Tazlar Köyü'ne yolculuğuyla başlar. Bu köy de dahil, mezun olduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne destek verilmesi; ülkeye çok sayıda okul ve yurt yaptırılarak eğitime katkı sağlanması; Borusan Kocabıyık Vakfının ile oğlu Ahmet Kocabıyık’ın önderliğinde kurduğu Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve pek çok diğer eğitim, kültür etkinlikleriyle ülke üst yapısına hizmet sunulması gibi derinlikleri yaşamına sığrdırmış, tüm gezegeni sırtında taşıyormuşçasına sorumluluk duygusuyla dolu dolu yaşamış bir öncü...
Huzur içinde uyuyun Asım Bey! Biz sizin kuşağa çok şey borçluyuz…
Eğer küçük estetikleri seçip ‘deneyimlerken’ sizi büyük estetiğe taşıyacak ‘öze’ yakın olanlarını bulup çıkaramazsanız, yandınız demektir. ‘Kötü’, anında egemen olur duygularınıza, sarar her yanınızı…
Eserin ‘İyi yapılmış – Kötü yapılmış’ olması, kültürel zenginlikten kaynaklanırken, eserin ‘iyi ya da kötü’ olması, duygusal zenginlikten ve o ‘özden’ alır kaynağını. Burada sık sık sözünü ettiğimiz, ‘İyi yapılmış iyi film (müzik vs.) – iyi yapılmış kötü film (müzik vs.) – kötü yapılmış iyi film (müzik vs.) – kötü yapılmış kötü film (müzik vs.)’ dörtlemesi, işte yukarıdaki ‘kontekst’ içinde kavranabilir ancak…
Peki, sizi büyük estetiğe taşıyacak ‘öze’ yakın olan küçük estetik ürünlerini bulup çıkarmak kolay mıdır? Hayır, son derece zordur. Öncelikle, bunlar son derece azdır. Ayrıca bunları bulup algılayacak ‘ruhsal tekâmül düzeyi’ işin kritik başarı faktörüdür…
Hat sanatını ve bu sanatın büyük ustalarından ve düşünürlerinden Hüseyin Kutlu’yu görmek, tanımak yetmez bu yüzden; onu ‘okumayı’, öğretilerini özümsemeyi bilmek lazım…
Ancak onu başarırsanız, kimin nesi kimin fesi olduklarını bir türlü çıkaramadığımız, Curnicopia’ının o garip CD’sini ve acayip parçaları ‘circle of clowns’u da sindirmeniz mümkün olabilir…
Belki ondan sonra Dücane Cündioğlu’nun ‘iki kanatla uçmak’ kavramının (Bkz. Radikal’de Berrin Karakaş röportajı) daha da derinine inme lezzetine vâkıf olabiliriz…
Siz sevgili okuyucularıma bir tür Yeni Yıl Hediyesi olarak düşündüğüm bu yazıyla yeni yılın hayırlı, esenlikli günler getirmesini diliyorum… Yeni yılda (salı günü) tekrar birlikte olmak dileği ile…
‘Hay Allah!.. Hay Allah!..’
Dostum ve büyüğüm Halit Refiğ toz kondurmazdı kendisine… İlişkideki ‘mutlakıyet duygusunu’ ilk kez onun Metin Erksan’la –benim son derece abartılı bulduğum- ilişkisinde deneyimlemiştim…
Rahmetli Metin Erksan’ın vasiyeti yasal mirasçılarının bulunduğu mahkeme heyeti huzurunda açılmış ve okunmuş. Üstad, kendisinden beklenen tipik bir ‘sinematografik’ jestüsle, eski vasiyetnamesinde tüm mirasını üç yeğenine bırakırken daha sonra hazırladığı vasiyetnamesinde de bu kararından vazgeçmiş ve demiş ki:
"Türkiye Cumhuriyet Devleti sınırları içerisindeki ve yurtdışındaki tüm menkul ve gayrimenkul malvarlığımı, tüm yasal ve hukuksal haklarımı özellikle kütüphanemde bulunan tüm kitaplarımı, tüm el yazılarımı, daktilo ve bilgisayarda yazdığım tüm yazılarımı, yayınlanmış ve yayınlanacak tüm kitaplarımı, bunların yasal, hukuksal, ekonomik tüm haklarını, fotoğraflarımı, değerli öğrencim, evladım, kızım, can yoldaşım 1973 doğumlu Zeynep Özlem Havuzlu'ya bırakmayı vasiyet ediyorum. Son arzularım bundan ibarettir."
Yeğenler itiraz etmişler... Bu konularda herkese söz hakkı düşmediğini ben de bilirim. Metin Erksan’ın yakın akrabalarını tenzih ederek bu hassas konuda hakkın rahmetine kavuşmuş çok değerli insanlarımızın bıraktıkları eserlerle ‘iletişimlerinin sürdüğü’ düşüncesiyle, bazı notların düşülmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü mesele çok geniştir ve bu konu, artık aramızda olmayan kıymetli düşünce adamlarımızın, sanatçılarımızın, arkalarında geleceğe miras olarak bir eser bırakmış ‘kıymetlerimizin’ hatıralarıyla, dolayısıyla itibarlarıyla ilgilidir.
Vefat eden ünlü kişinin eserleri aracılığıyla toplumla arasındaki sessiz iletişime ailesi, ya da eşi dostu çok büyük bir katkı da sağlayabilir ancak zarar da verebilir. İnsanın ailesi ‘seçimi’ değildir. ‘Atananıdır’…
Aile, rahmetlinin hayattayken önemsediği, sevgi saygı duyduğu, değer verdiği birinden ya da birilerinden eğer çeşitli nedenlerle, belki de haklı olarak hoşlanmıyor olabilir. Galiba mesele tam da bu noktada çatallanıyor. “Ben hazzetmesem de rahmetli severdi. Bu nedenle aslolan rahmetlinin sevdiğine bizlerin de saygı göstermemiz gerekir” diyebilmek kolay gelmeyebilir insana? Bayrağı teslim alan aile, emaneti taşırken sınırsız sorumsuz özgürlüğe sahip olmalı mıdır? Tartışılacak konu budur. Ülkeye malolmuş bir büyük insanın eserlerinin telif hakkı mirasçılarına mı ait olmalıdır, onun işaret ettiklerine mi, ülkeye mi?
Emanet taşımak kolay iş değildir.
Eşimiz, annemiz ya da babamız, dedemiz, kardeşimiz ya da dostumuz olsalar da, bu dünyadan göçüp gitmeden önce eserlerini sundukları toplumla kucaklaşmış, özel mi özel kişilerin hatıralarına, kültür ve değerlerine saygı duyup duymadığımız, emanetlerini nasıl taşıdığımızla belli olur.
Bu durumda ben Metin Erksan’an en yakınlarından biri olarak gördüğüm Halit Refiğ nasıl bir tepki verirdi, diye düşündüm. Yanılmıyorsam şöyle derdi: “Hay Allah!.. Hay Allah… Demek ki böyle uygun görmüş!..”
Huzur içinde uyuyun Asım Bey!
Hayatı Türkiye’de sanayileşme süreciyle paralel yürüyen, finansal kârlılığı toplumsal kârlılıktan hiç mi hiç ayrı düşünemeyen, kumaşı farklı işadamlarımızdan birini daha kaybettik. İstanbul Erkek Liseli ağabeylerimizden biriydi Asım Kocabıyık... Oğlu Ahmet Kocabıyık da bizim liselidir.
Borusan Holding Kurucu ve Onursal Başkanı Asım Kocabıyık, “Cumhuriyete Kanat Gerenler’ kuşağının, ‘toplumun çıkarlarını kişisel çıkarlarının önünde tutan’ bir zihniyetle yetişmiş işadamlarımızdan biri. Afyon'un yüz haneli Tazlar Köyü'nde 1924 yılında doğan ve kendisine iyi bir eğitim alma imkânı sağlayan babasının firmasını ‘Borusan’ adlı büyük bir Holding’e dönüştürme başarısını gösteren bir lider.
1958 yılında 27 çalışanı ile sanayi sektörüne adım atan ve şimdi 6 bine yakın personeliyle çeşitli sanayi kuruluşlarını bünyesinde toplayan, diğer yandan da distribütörlük faaliyetlerini sürdüren Borusan Grubu’nun kurucusu... Borusan Grubu’na uzun yıllardır başarıyla iletişim danışmanlığı hizmeti veren Tribeca İletişim’in web sitesinden Asım Kocabıyık’ın hizmetlerini okuyanlar, “ait olma duygusu”, “sahip olma duygusu”nun önüne geçen az sayıdaki bir lideri kaybettiğimizi daha iyi anlayacaklardır.
Haliç Kongre Merkezi’ndeki müthiş bir törenle lanse edilmiş olan, Nebil Özgentürk’ün hazırladığı belgesel, Asım Bey’in doğduğu Tazlar Köyü'ne yolculuğuyla başlar. Bu köy de dahil, mezun olduğu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne destek verilmesi; ülkeye çok sayıda okul ve yurt yaptırılarak eğitime katkı sağlanması; Borusan Kocabıyık Vakfının ile oğlu Ahmet Kocabıyık’ın önderliğinde kurduğu Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve pek çok diğer eğitim, kültür etkinlikleriyle ülke üst yapısına hizmet sunulması gibi derinlikleri yaşamına sığrdırmış, tüm gezegeni sırtında taşıyormuşçasına sorumluluk duygusuyla dolu dolu yaşamış bir öncü...
Huzur içinde uyuyun Asım Bey! Biz sizin kuşağa çok şey borçluyuz…