Bu Feyzioğlu CHP'ye yakışır
07.01.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Paraşütle gelip partinin başına mı geçer, yoksa yavaş yavaş yükselir de, önce çeşitli meclis üyeliklerinden mi geçer, sonra mı Genel Başkan olur bilemem. Ancak Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun uzun yıllardır özlemi çekilen siyaset – devlet adamı kimliğine ve 'yumuşak gücü' iyi kullanan bir muhalefet yaklaşımına çok uygun olduğu konusunda AK Partili olsun CHP'li olsun çevremizdeki kimsenin tereddüdü yok.
Uzun zamandır izliyorduk kendisini. Bu yaz Bodrum Aktur'da son derece rahat bir ortamda uzaktan uzağa konuşmalarına kulak misafiri de olduk...
Siyaset, ciddiyet – derinlik – ufuk zenginliği ile buluşmazsa, 'cazgırlık'tan öteye geçemiyor... Bu üç hasletin üçünün de kendisinde bulunduğunu bir kez daha gösterdi Feyzioğlu... Yarattığı algı şu:
1. Devletime sahip çıkarım... Hiçbir darbeye, özellikle de atanmışlardan gelenine itibar etmem. Zaman dirlik düzenlik, çözüm üretme zamanıdır.
2. Şahısla belki mutabık olmam ama makama saygımı hiçbir zaman eksik etmem. Hele konu memleket meselesiyse, 'Türkiye'ye ne olursa olsun, yeter ki bunlar gitsin' tavrı içinde olmam.
3. İstişare – İkna – İttifak üçlüsü içindeki 'Üç İ' benim siyasî iletişimi uygulayış üslubumun bir parçasıdır.
4. Neyin yanlış olduğunu değil, neyin doğru olduğunu anlatmayı tercih ederim.
5. Yapıcı muhalefet demek 'iş yapmak, çözüm üretmek' demektir, iktidara ve onun liderine küfür üretmek onu aşağılamaya çalışmak değil.
Ve nihayet: 'Bu 5 noktanın tersini yaparak 70 yıldır tek başına iktidarın yüzünü göremedik. Çağ değişti belki akl-ı selimin yolu daha etkili olabilir!..'
Tam da böyle midir, elbette bilemeyiz. İki yazıda bir burada sözünü ettiğimiz 'güçlü muhalefet demokrasinin garantisidir' düsturundan hareketle, hem AK Parti'nin kendisini yenilemesini sağlaması, hem de ülkenin selameti açısından yukarıdaki 5 maddeye yatkın bir CHP hasreti içinde kendi kendimize gelin güvey oluyoruzdur belki... Belki CHP üst yönetimi Feyzioğlu'na bir dizi yokuş yapacak, önünü kesecektir... Belki Feyzioğlu'nun hiç de böyle bir kariyer niyeti yoktur... Dedik ya, bilemeyiz... Bildiğimiz ise şudur: 'The Economist' dergisinin Türkiye'ye bakış açısını doğru veri olarak kabul edip, hükümetin ittifak arayışlarını itibarsızlaştırmaya çalışanların yaptığı gibi 'Türkiye'nin aleyhine ancak Batı'nın lehine' atılabilecek tüm adımları boşa çıkarabilecek, bir iktidar-muhalefet ilişkisine ihtiyaç duyulduğu kesin.
Belki de tamamen bu hissiyatla, Feyzioğlu'nu özlemi çekilen bir Türk siyasetçisinin tüm özelliklerini taşıdığını zannediyoruz... Bu beklentilere yanıt versin vermesin sırf bu nedenlerle işi çok zor tabii ki...
Duygunun taşıdığı duygu...
Mesaj kirliliğine ve 'O dedi bu dedi' muhabbetiyle köpürtülen müphemiyete, başımıza gelmesi muhtemel her türlü melanete karşı uygulanabilecek kriz iletişimi çalışmalarının dışında, akıl ve zekâ ile üstesinden gelinemeyecek çözümler üzerinde kafa yormaya bu hafta da devam ediyoruz.
Twitter'da başlattığımız bu çalışmanın ilkinde geçen hafta şu üç tespiti hatırlatmıştık: Bir: Sayılmış olgu = Veri, İki: Tasnif edilmiş veri = Enformasyon, Üç: Yorumlanmış enformasyon = Bilgi...
Sonra da sorumuz gelmişti: Peki hangi bilgi = 'Bilgelik'?
Yanıtlarımızı yılın son gününde bu köşede vermeye çalışmıştık.
Bu hafta sonu ise yine üç tespitin ardından, öncekinde olduğu gibi 'basit'(!) bir soru yönelttik. 'İndirgemeciliğin bu kadarına pes!' diyecek olanların aslında pekâla başka tür bir 'toptancılık' sayılabilecek ithamlarını göze alarak üç genel tespitimizi sıraladık:
Bir: Maddenin taşıdığı düşünce = Fen bilimleri,
İki: Düşüncenin taşıdığı düşünce = Felsefe,
Üç: Duygunun taşıdığı düşünce = Psikoloji.
Üç tespitin ardından gelen sorumuz da şuydu:
Duygunun taşıdığı duyguya denk düşen kavram hangisiydi acaba?
Gelen yanıtlara teşekkür ederek bazılarına birlikte göz atalım:
Sıtkı Seviş: Duygunun taşıdığı duygu = Algı yönetimi
Fatma Bilge Taşkın: Merhamet. Zaaf.
İlayda Akın: Sevgi? (Gülme işareti)
Aziz Dede: Sanat
Ergün Köksoy: Resim, mimarlik, müzik, edebiyat, şiir... Yani sanat...
Ani Nevruzi: Bana göre ruhtur... Bedende yasayan ruh sevgiyle beslenirse güzelleşir.
Şimdi de yanıtlama sırası bizde:
Önceki hafta sonu sorduğumuz sorudan ve verdiğimiz yanıttan destek almadan 'Duygunun taşıdığı duygu' üzerine konuşamayacağımızı belirteyim. 'Hangi bilgiyi bilgelikle eşitleyebiliriz?' diye sorduğumuzda bilgeliğin, irfanın okulu ya da profesörü, öğreteni olamayacağına işaret etmiş ve kısaca 'Eşitleyemeyiz' diye yanıt vermiştik. Çünkü irfan söz konusu olduğunda 'ruhsal tekamül' ve 'vicdan'; ikisi bir arada bu alanı kaplayıveriyordu.
'Sorumuzun yanıtı; hiçbir bilgi bilgelikle, irfanla eşitlenemez. Eşitlenseydi dar boğazlardan çıkmak mümkün olmazdı' diyerek bitirmiştik bu yazımızı.
Akıl ve zekânın üstesinden gelemediği bir büyük insanlık problematiğinin doğanın katledilmesi olduğu apaçık bir gerçeklik değil mi? Dünyanın bir numaralı sorunudur canlılığın sürdürülmesi ve bunun nedenleri üzerine düşünüldüğünde 'zenginlerin gezegen üzerindeki kirli ayak izleri'nin yanısıra şu tespiti de yapmak mümkün müdür acaba? İrfan, her akıllı ve zeki insanın ya da tüm insanlığın kolaylıkla erişemeyeceği çok özel bir alan olduğu için gezegenimiz kendisini koruyamamaktadır.
Bu topraklarda yaşayanların, Anadolu halkının tarihine baktığımızda beslendiği değerler zemini açısından kazanmış olduğu farklı konumuyla ve 'vicdan'ın içine doğulmuş kültürel coğrafyasıyla (Sadece bir örnek: Mabedin kaynağı Göbeklitepe) düşündüğümüzde 'irfan'la temas açısından Batı'ya oranla çok daha fazla kısmetli olduğunu ifade edelim.
Aklın, zekânın üstesinden gelemediği az sayıdaki büyük krizlerde olduğu gibi bugün 'irfan'a her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Aklı, zekayı, ve onların taşıdığı 'düşünce'yi; dolayısıyla sayesinde fazlasıyla kirlenmiş bir önceki aşama olarak geride bırakmak ve bu kez salt 'duygunun taşıdığı duygu' olarak ifade etmeye çalıştığımız, irfan'la, (evet bir anlamda aşk'la tabii) yola devam etmek lazım. Neden biliyor musunuz? İrfan'dan ve aşk'dan nasibini almayan bir karakterin kaderinden kaygılanmakta haklıyız da ondan.
'Karakterim kaderimdir' demiş filozof!
Paraşütle gelip partinin başına mı geçer, yoksa yavaş yavaş yükselir de, önce çeşitli meclis üyeliklerinden mi geçer, sonra mı Genel Başkan olur bilemem. Ancak Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu'nun uzun yıllardır özlemi çekilen siyaset – devlet adamı kimliğine ve 'yumuşak gücü' iyi kullanan bir muhalefet yaklaşımına çok uygun olduğu konusunda AK Partili olsun CHP'li olsun çevremizdeki kimsenin tereddüdü yok.
Uzun zamandır izliyorduk kendisini. Bu yaz Bodrum Aktur'da son derece rahat bir ortamda uzaktan uzağa konuşmalarına kulak misafiri de olduk...
Siyaset, ciddiyet – derinlik – ufuk zenginliği ile buluşmazsa, 'cazgırlık'tan öteye geçemiyor... Bu üç hasletin üçünün de kendisinde bulunduğunu bir kez daha gösterdi Feyzioğlu... Yarattığı algı şu:
1. Devletime sahip çıkarım... Hiçbir darbeye, özellikle de atanmışlardan gelenine itibar etmem. Zaman dirlik düzenlik, çözüm üretme zamanıdır.
2. Şahısla belki mutabık olmam ama makama saygımı hiçbir zaman eksik etmem. Hele konu memleket meselesiyse, 'Türkiye'ye ne olursa olsun, yeter ki bunlar gitsin' tavrı içinde olmam.
3. İstişare – İkna – İttifak üçlüsü içindeki 'Üç İ' benim siyasî iletişimi uygulayış üslubumun bir parçasıdır.
4. Neyin yanlış olduğunu değil, neyin doğru olduğunu anlatmayı tercih ederim.
5. Yapıcı muhalefet demek 'iş yapmak, çözüm üretmek' demektir, iktidara ve onun liderine küfür üretmek onu aşağılamaya çalışmak değil.
Ve nihayet: 'Bu 5 noktanın tersini yaparak 70 yıldır tek başına iktidarın yüzünü göremedik. Çağ değişti belki akl-ı selimin yolu daha etkili olabilir!..'
Tam da böyle midir, elbette bilemeyiz. İki yazıda bir burada sözünü ettiğimiz 'güçlü muhalefet demokrasinin garantisidir' düsturundan hareketle, hem AK Parti'nin kendisini yenilemesini sağlaması, hem de ülkenin selameti açısından yukarıdaki 5 maddeye yatkın bir CHP hasreti içinde kendi kendimize gelin güvey oluyoruzdur belki... Belki CHP üst yönetimi Feyzioğlu'na bir dizi yokuş yapacak, önünü kesecektir... Belki Feyzioğlu'nun hiç de böyle bir kariyer niyeti yoktur... Dedik ya, bilemeyiz... Bildiğimiz ise şudur: 'The Economist' dergisinin Türkiye'ye bakış açısını doğru veri olarak kabul edip, hükümetin ittifak arayışlarını itibarsızlaştırmaya çalışanların yaptığı gibi 'Türkiye'nin aleyhine ancak Batı'nın lehine' atılabilecek tüm adımları boşa çıkarabilecek, bir iktidar-muhalefet ilişkisine ihtiyaç duyulduğu kesin.
Belki de tamamen bu hissiyatla, Feyzioğlu'nu özlemi çekilen bir Türk siyasetçisinin tüm özelliklerini taşıdığını zannediyoruz... Bu beklentilere yanıt versin vermesin sırf bu nedenlerle işi çok zor tabii ki...
Duygunun taşıdığı duygu...
Mesaj kirliliğine ve 'O dedi bu dedi' muhabbetiyle köpürtülen müphemiyete, başımıza gelmesi muhtemel her türlü melanete karşı uygulanabilecek kriz iletişimi çalışmalarının dışında, akıl ve zekâ ile üstesinden gelinemeyecek çözümler üzerinde kafa yormaya bu hafta da devam ediyoruz.
Twitter'da başlattığımız bu çalışmanın ilkinde geçen hafta şu üç tespiti hatırlatmıştık: Bir: Sayılmış olgu = Veri, İki: Tasnif edilmiş veri = Enformasyon, Üç: Yorumlanmış enformasyon = Bilgi...
Sonra da sorumuz gelmişti: Peki hangi bilgi = 'Bilgelik'?
Yanıtlarımızı yılın son gününde bu köşede vermeye çalışmıştık.
Bu hafta sonu ise yine üç tespitin ardından, öncekinde olduğu gibi 'basit'(!) bir soru yönelttik. 'İndirgemeciliğin bu kadarına pes!' diyecek olanların aslında pekâla başka tür bir 'toptancılık' sayılabilecek ithamlarını göze alarak üç genel tespitimizi sıraladık:
Bir: Maddenin taşıdığı düşünce = Fen bilimleri,
İki: Düşüncenin taşıdığı düşünce = Felsefe,
Üç: Duygunun taşıdığı düşünce = Psikoloji.
Üç tespitin ardından gelen sorumuz da şuydu:
Duygunun taşıdığı duyguya denk düşen kavram hangisiydi acaba?
Gelen yanıtlara teşekkür ederek bazılarına birlikte göz atalım:
Sıtkı Seviş: Duygunun taşıdığı duygu = Algı yönetimi
Fatma Bilge Taşkın: Merhamet. Zaaf.
İlayda Akın: Sevgi? (Gülme işareti)
Aziz Dede: Sanat
Ergün Köksoy: Resim, mimarlik, müzik, edebiyat, şiir... Yani sanat...
Ani Nevruzi: Bana göre ruhtur... Bedende yasayan ruh sevgiyle beslenirse güzelleşir.
Şimdi de yanıtlama sırası bizde:
Önceki hafta sonu sorduğumuz sorudan ve verdiğimiz yanıttan destek almadan 'Duygunun taşıdığı duygu' üzerine konuşamayacağımızı belirteyim. 'Hangi bilgiyi bilgelikle eşitleyebiliriz?' diye sorduğumuzda bilgeliğin, irfanın okulu ya da profesörü, öğreteni olamayacağına işaret etmiş ve kısaca 'Eşitleyemeyiz' diye yanıt vermiştik. Çünkü irfan söz konusu olduğunda 'ruhsal tekamül' ve 'vicdan'; ikisi bir arada bu alanı kaplayıveriyordu.
'Sorumuzun yanıtı; hiçbir bilgi bilgelikle, irfanla eşitlenemez. Eşitlenseydi dar boğazlardan çıkmak mümkün olmazdı' diyerek bitirmiştik bu yazımızı.
Akıl ve zekânın üstesinden gelemediği bir büyük insanlık problematiğinin doğanın katledilmesi olduğu apaçık bir gerçeklik değil mi? Dünyanın bir numaralı sorunudur canlılığın sürdürülmesi ve bunun nedenleri üzerine düşünüldüğünde 'zenginlerin gezegen üzerindeki kirli ayak izleri'nin yanısıra şu tespiti de yapmak mümkün müdür acaba? İrfan, her akıllı ve zeki insanın ya da tüm insanlığın kolaylıkla erişemeyeceği çok özel bir alan olduğu için gezegenimiz kendisini koruyamamaktadır.
Bu topraklarda yaşayanların, Anadolu halkının tarihine baktığımızda beslendiği değerler zemini açısından kazanmış olduğu farklı konumuyla ve 'vicdan'ın içine doğulmuş kültürel coğrafyasıyla (Sadece bir örnek: Mabedin kaynağı Göbeklitepe) düşündüğümüzde 'irfan'la temas açısından Batı'ya oranla çok daha fazla kısmetli olduğunu ifade edelim.
Aklın, zekânın üstesinden gelemediği az sayıdaki büyük krizlerde olduğu gibi bugün 'irfan'a her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Aklı, zekayı, ve onların taşıdığı 'düşünce'yi; dolayısıyla sayesinde fazlasıyla kirlenmiş bir önceki aşama olarak geride bırakmak ve bu kez salt 'duygunun taşıdığı duygu' olarak ifade etmeye çalıştığımız, irfan'la, (evet bir anlamda aşk'la tabii) yola devam etmek lazım. Neden biliyor musunuz? İrfan'dan ve aşk'dan nasibini almayan bir karakterin kaderinden kaygılanmakta haklıyız da ondan.
'Karakterim kaderimdir' demiş filozof!