'Bu halk bize neden oy vermiyor?..
05.12.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Büyük Türk sosyal demokratı ve emperyalizme, Batı sömürgeciliğine karşı verdiği bağımsızlık mücadelesiyle tüm mazlum toplumlara örnek olmuş bir dünya liderinin, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu partinin Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ABD'deki, tipik bir icazet ziyareti olarak algılanan 'tetkik gezisi' (!) bütün hızıyla sürüyor.
Bence en anlamlı açıklamasını ne Fethullah Hocaefendi Cemaati'nin kendisine kısa bir süredir Hizmet adını yakıştırmış olan (Neredeyse bilumum Lions ve Rotary kulüplerinin sloganı 'We Serve' – Hizmet Ediyoruz'dur) tanıtımı net olmayan geniş örgütlenme yapısının ABD'deki STK'larından Türk Amerikan Birliği ile sohbetinde yapmıştır; ne de Beyaz Ev'in (bir tek bizde bazıları ille de Beyaz Saray diyor) Türkiye Masası ile görüşmesinde...
Bizce en çarpıcı olan, yıllarca kendi tabirleriyle 'Gülen Cemaati'ni dışlamaları ve büyük tehdit olarak görmelerinin ardından, AK Parti içinde bir ikilik çıkması ihtimalini sezinleyip dershaneler konusunda Hizmet medyasının muhalefetine destek vermeleri de değil.
Bizce Sayın Genel Başkan'ın en dramatik açıklaması şu kısacık cümlenin arkasındaki devasa itirafta gizlidir: 'Dış siyasette yerimiz Batı'nın yanındadır!'...
Mustafa Kemal Atatürk mezarında iki tur dönmüştür herhalde. Kulaklarda 'Tam bağımsız Türkiye!'.. Batı emperyalizmi üzerine söylenmiş onca laf... Denebilir ki, bu açıklama 'kurumsal' değil 'durumsaldır'... Milli haysiyet ve ilkelilik herhalde bazılarımız için son derece demode iki kavram haline geldi...
Sonra da 'Bu halk bize 50 yıldır niye oy vermiyor?..'
İki marka, iki kriz!
İki dev marka hakkındaki şu iki haber başlığına dikkatinizi çekeriz:
Bir: Hayali ilacı yutturdular. (Abdi İbrahim firması hayali ilaç satışı şoku yaşıyor.)
İki: ÇBS CEO'su 'hırsızlıkla' suçlanıp kovuldu.
Bu iki büyük kurum, başlarından geçen talihsiz ve zor zamanları, bir başka deyişle 'Krizlerini' nasıl yönetiyorlar, diye biri soracak olsa açıkça 'Çok kötü yönetiyorlar' derim. Sonra da bu yanıtın ardından kilit soruyu sormadan geçemem:
Sizce algılama açısından belleğinizde oluşan resim negatif mi, pozitif mi?
Peki böyle bir sonucu mu hedeflemişlerdi? Elbette hayır.
Henüz ortada hasar yokken 'önlem almak adına' olmalı, durduk yerde haberi kendileri duyurmuşlar sanki. Başkasından duyacaklarına bizden duysunlar, diye düşünmüşler gibi. Ancak Hürriyet, hem de manşetten atlatma haber gibi vermiş, Abdi İbrahim'in krizini. Haberin girişinde de şu bilgileri vererek:
'Şirket, hayali depolara ilaç satışı yapmış gibi gösterip aylardır prim aldıkları iddiasıyla 300 kişinin işine son verdi. Çalışanlar ise 'Tazminatımızı vermemek için böyle bir iddia icat ettiler.' diyor.'
Belleklerdeki resim negatif mi yoksa pozitif mi?
Diğer haber ise yarım asırlık bir kurum olan ÇBS'nin, çizilen portreye göre evlere şenlik CEO'su ile ilgili... ÇBS Boya da, tıpkı Abdi İbrahim gibi Türk sanayiinin yıllarca en büyük markalarından biri olarak tanınıyor. CEO krizi yaşayarak gündeme gelmesi de bir krizle boğuştuğunun açık işareti. Holdingin ve bağlı şirketlerin CEO'su olan Hasan Safa Doğantürk'ün iş akdi, 'İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak ve işverenin meslek sırlarını ortaya atmak' gibi olağanüstü büyük ithamlar ya da gerçekler nedeniyle feshedilmiş. 6 yıl kadar şirkette çalışmış bir üst düzey yöneticinin 'karakteri'ni şimdi okuyabilmiş olmak da işin bir başka yönü tabii.
Belleklerdeki resim negatif mi, pozitif mi?
Krizlerde tespit edilmesi gereken ilk mesele, 'Hasar var mıdır, yok mudur; varsa boyutları nedir? tespitini sağlıklı olarak tamamlamaktır. Hasar ortada yokken 'varmış' gibi davranmak (İlgili örneklerde olduğu gibi 'Önce bizden duysunlar' havasına girip açıklamalarda bulunmak da dahil.) sorunu iletişim açısından vahim süreçlere yönlendiriverir.
Kendi ayağına kurşun sıkmak, diye değerlendirilebilecek böylesi 'acul' atakların bumerang etkisiyle ters tepmesi kaçınılmazdır.
Diğer yandan 'hakikat' ile 'gerçeklik' hiçbir zaman örtüşmeyeceği için kurumların başına gelebilecek muhtemel krizlerde kamuoyu vicdanında bırakacakları negatif ya da pozitif algıların isabetlilik derecesini bilmek de mümkün değildir. Ancak bu noktada, 'kurum değerleri'nin, 'yapılanlar'dan çok 'yapılmayanlar'dan oluştuğunu hatırlamak gerekir. Hep söyleriz, Çin'in bütün çayını verseler, 'yapmayacaklarınız'la değerli olursunuz.
Avea'da 'Ecnebi Türk Aydını'...
Burada zaman zaman 'Ecnebi Türk Aydını' kavramını kullanırız... Tanzimat'tan bu yana toplumumuzun idrak yollarında iltihaplanmaya yol açmış, sadece halkına yabancılaşmamış, aynı zamanda toplumun da birbirine yabancılaşmasına neden olmuş 'yarı aydın' tiplemesini hiçbir tanımlama, şu Avea reklamında Ata Demirel'in yarattığı tiplemeden daha iyi anlatamaz...
Bir kebapçıda ocak başında oturmuş bizimki... Ocakçıyla aralarında şu diyalog gelişiyor:
- Buyurun abim!..
- Ben bir 'light Adana' alayım... Rejimdeyim de...
- Öyle şey mi olur, ağabeycim ya!..
- Urfa mı alsam?.. Başka hangi şehirler olabiliyor?..
- Şehir mi?..
- Ne bileyim ben. Bir Paris Kebapı...Torino Gömmesi... Patlıcanlı Roma falan? O tip olmuyor mu?.. Ben dünyayı dolaşmış bir insanım da...
- Birader; elimde şiş var benimle oynama!..
- Şunu bir netleştirelim!.. Bu işletmede kişiye özel uygulamalar yok mu?..
- ...
- Yok!.. Skandal!.. Skandal!.. Ocakbaşı'nı çağır bana!.. Bu ocağın başı kim?..
- ...
- (yüksek sesle bağırır) Ocakbaşıııı!...
Süper bir betimleme...
İyi de ondan sonrası... Ondan sonra Avea'nın mesajı geliyor: 'Avea'nın bolluklarla dolu dünyası alışkanlık yaratır!' Sonra bir dolu hizmet ve ürün sıralanıyor. Ardından da marka vaadi ve kilit mesaj: 'Hayat değişir Avea'yla!'
Ben filmle, sonraki mesaj ve vaat arasında bir alaka kuramadım. Herhalde anlayamadım bu güzelim reklam filmini...
Büyük Türk sosyal demokratı ve emperyalizme, Batı sömürgeciliğine karşı verdiği bağımsızlık mücadelesiyle tüm mazlum toplumlara örnek olmuş bir dünya liderinin, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu partinin Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ABD'deki, tipik bir icazet ziyareti olarak algılanan 'tetkik gezisi' (!) bütün hızıyla sürüyor.
Bence en anlamlı açıklamasını ne Fethullah Hocaefendi Cemaati'nin kendisine kısa bir süredir Hizmet adını yakıştırmış olan (Neredeyse bilumum Lions ve Rotary kulüplerinin sloganı 'We Serve' – Hizmet Ediyoruz'dur) tanıtımı net olmayan geniş örgütlenme yapısının ABD'deki STK'larından Türk Amerikan Birliği ile sohbetinde yapmıştır; ne de Beyaz Ev'in (bir tek bizde bazıları ille de Beyaz Saray diyor) Türkiye Masası ile görüşmesinde...
Bizce en çarpıcı olan, yıllarca kendi tabirleriyle 'Gülen Cemaati'ni dışlamaları ve büyük tehdit olarak görmelerinin ardından, AK Parti içinde bir ikilik çıkması ihtimalini sezinleyip dershaneler konusunda Hizmet medyasının muhalefetine destek vermeleri de değil.
Bizce Sayın Genel Başkan'ın en dramatik açıklaması şu kısacık cümlenin arkasındaki devasa itirafta gizlidir: 'Dış siyasette yerimiz Batı'nın yanındadır!'...
Mustafa Kemal Atatürk mezarında iki tur dönmüştür herhalde. Kulaklarda 'Tam bağımsız Türkiye!'.. Batı emperyalizmi üzerine söylenmiş onca laf... Denebilir ki, bu açıklama 'kurumsal' değil 'durumsaldır'... Milli haysiyet ve ilkelilik herhalde bazılarımız için son derece demode iki kavram haline geldi...
Sonra da 'Bu halk bize 50 yıldır niye oy vermiyor?..'
İki marka, iki kriz!
İki dev marka hakkındaki şu iki haber başlığına dikkatinizi çekeriz:
Bir: Hayali ilacı yutturdular. (Abdi İbrahim firması hayali ilaç satışı şoku yaşıyor.)
İki: ÇBS CEO'su 'hırsızlıkla' suçlanıp kovuldu.
Bu iki büyük kurum, başlarından geçen talihsiz ve zor zamanları, bir başka deyişle 'Krizlerini' nasıl yönetiyorlar, diye biri soracak olsa açıkça 'Çok kötü yönetiyorlar' derim. Sonra da bu yanıtın ardından kilit soruyu sormadan geçemem:
Sizce algılama açısından belleğinizde oluşan resim negatif mi, pozitif mi?
Peki böyle bir sonucu mu hedeflemişlerdi? Elbette hayır.
Henüz ortada hasar yokken 'önlem almak adına' olmalı, durduk yerde haberi kendileri duyurmuşlar sanki. Başkasından duyacaklarına bizden duysunlar, diye düşünmüşler gibi. Ancak Hürriyet, hem de manşetten atlatma haber gibi vermiş, Abdi İbrahim'in krizini. Haberin girişinde de şu bilgileri vererek:
'Şirket, hayali depolara ilaç satışı yapmış gibi gösterip aylardır prim aldıkları iddiasıyla 300 kişinin işine son verdi. Çalışanlar ise 'Tazminatımızı vermemek için böyle bir iddia icat ettiler.' diyor.'
Belleklerdeki resim negatif mi yoksa pozitif mi?
Diğer haber ise yarım asırlık bir kurum olan ÇBS'nin, çizilen portreye göre evlere şenlik CEO'su ile ilgili... ÇBS Boya da, tıpkı Abdi İbrahim gibi Türk sanayiinin yıllarca en büyük markalarından biri olarak tanınıyor. CEO krizi yaşayarak gündeme gelmesi de bir krizle boğuştuğunun açık işareti. Holdingin ve bağlı şirketlerin CEO'su olan Hasan Safa Doğantürk'ün iş akdi, 'İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak ve işverenin meslek sırlarını ortaya atmak' gibi olağanüstü büyük ithamlar ya da gerçekler nedeniyle feshedilmiş. 6 yıl kadar şirkette çalışmış bir üst düzey yöneticinin 'karakteri'ni şimdi okuyabilmiş olmak da işin bir başka yönü tabii.
Belleklerdeki resim negatif mi, pozitif mi?
Krizlerde tespit edilmesi gereken ilk mesele, 'Hasar var mıdır, yok mudur; varsa boyutları nedir? tespitini sağlıklı olarak tamamlamaktır. Hasar ortada yokken 'varmış' gibi davranmak (İlgili örneklerde olduğu gibi 'Önce bizden duysunlar' havasına girip açıklamalarda bulunmak da dahil.) sorunu iletişim açısından vahim süreçlere yönlendiriverir.
Kendi ayağına kurşun sıkmak, diye değerlendirilebilecek böylesi 'acul' atakların bumerang etkisiyle ters tepmesi kaçınılmazdır.
Diğer yandan 'hakikat' ile 'gerçeklik' hiçbir zaman örtüşmeyeceği için kurumların başına gelebilecek muhtemel krizlerde kamuoyu vicdanında bırakacakları negatif ya da pozitif algıların isabetlilik derecesini bilmek de mümkün değildir. Ancak bu noktada, 'kurum değerleri'nin, 'yapılanlar'dan çok 'yapılmayanlar'dan oluştuğunu hatırlamak gerekir. Hep söyleriz, Çin'in bütün çayını verseler, 'yapmayacaklarınız'la değerli olursunuz.
Avea'da 'Ecnebi Türk Aydını'...
Burada zaman zaman 'Ecnebi Türk Aydını' kavramını kullanırız... Tanzimat'tan bu yana toplumumuzun idrak yollarında iltihaplanmaya yol açmış, sadece halkına yabancılaşmamış, aynı zamanda toplumun da birbirine yabancılaşmasına neden olmuş 'yarı aydın' tiplemesini hiçbir tanımlama, şu Avea reklamında Ata Demirel'in yarattığı tiplemeden daha iyi anlatamaz...
Bir kebapçıda ocak başında oturmuş bizimki... Ocakçıyla aralarında şu diyalog gelişiyor:
- Buyurun abim!..
- Ben bir 'light Adana' alayım... Rejimdeyim de...
- Öyle şey mi olur, ağabeycim ya!..
- Urfa mı alsam?.. Başka hangi şehirler olabiliyor?..
- Şehir mi?..
- Ne bileyim ben. Bir Paris Kebapı...Torino Gömmesi... Patlıcanlı Roma falan? O tip olmuyor mu?.. Ben dünyayı dolaşmış bir insanım da...
- Birader; elimde şiş var benimle oynama!..
- Şunu bir netleştirelim!.. Bu işletmede kişiye özel uygulamalar yok mu?..
- ...
- Yok!.. Skandal!.. Skandal!.. Ocakbaşı'nı çağır bana!.. Bu ocağın başı kim?..
- ...
- (yüksek sesle bağırır) Ocakbaşıııı!...
Süper bir betimleme...
İyi de ondan sonrası... Ondan sonra Avea'nın mesajı geliyor: 'Avea'nın bolluklarla dolu dünyası alışkanlık yaratır!' Sonra bir dolu hizmet ve ürün sıralanıyor. Ardından da marka vaadi ve kilit mesaj: 'Hayat değişir Avea'yla!'
Ben filmle, sonraki mesaj ve vaat arasında bir alaka kuramadım. Herhalde anlayamadım bu güzelim reklam filmini...