Bu mizah anlayışı bize 'ecnebi'dir
06.05.2014
Obama çiftinin katıldığı Beyaz Saray Muhabirleri Derneği'nin (WHCA) 100. Yıl yemeğiyle ilgili haberlerde özellikle 'Hoşgörülü ve esprili lider' vurgusu dikkatimizi çekti.
Amerikalı gazetecilerin 'İneklerin balosu' dedikleri bu geleneksel törende Başkan Obama'nın esprileri salonu kahkahalara boğmuş...
'Basın özgürlüğü ve demokrasi kültürü' üzerine son günlerdeki başarılı 'konu yönetimi' (Issue management) çalışmalarının bir parçası olduğunu düşündürten bu törende Obama'nın kendi medyasını 'dalga geçerek' eleştirmesi elbette Amerika'yı Amerika yapan yüzyıllık üslubun ürünüdür.
Bu üslup, aynı zamanda dünyaya yıllardır pazarladıkları ve de küresel krizin etkilerine, dünyanın nefesini telefonlardan dinleyen skandallarına, kölelik ve ırk düşmanlığının beşiği olmasına rağmen hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Denilebilir ki bu üslup, iletişim ve dolayısıyla 'algı' açısından korunan 'demokrasi' payandası sayesinde eskitemedikleri 'Amerikan rüyası'nın 'ses tonu'dur (Tone of voice).
Bu ses tonu onlara yakışıyor olabilir... Mesele, bu 'demokrasi'nin meftunu olan bizim ecnebilerimizin, Başbakan Erdoğan'ın Obama'nın stand up tarzı muhabbetinden yoksun (!) olmalarına çok üzülmelerinde, hayıflanıp hislenmelerinde...
Oysa espri anlayışı söz konusu olduğunda ABD ile kıta Avrupa'sı liderleri de birbirlerine pek benzemez. Amerikalı liderler bu konuda belki İngilizlere biraz yakındır. O da 'biraz'...
Bize gelince... Batılı'nın 'sense of humor' dediği mizah anlayışının dikalâsı bu topraklarda da vardır. Onlardan farkımız ise kültürel ortak ruhi şekillenmemizin bir gereği olarak 'irfan' dediğimiz o deryanın içinde 'olmazsa olmaz' rolünü icra eden 'saygı'ya yüklediğimiz 'değer önermesidir'. Ve de, 'epik' anlayışa daha yakın olan Doğu kültürlerinde olduğu gibi 'kuru zekâdan' çok 'akıl' ürünü 'durum komiğine' gülmemiz... (Bkz. Cem Yılmaz)...
'Ancak iki tarafın da güldüğüne mizah' denir bizde. Bir tarafın diğerini 'kafaya aldığı' ithal espri anlayışı o nedenle bizde uzun ömürlü olmaz. (Bkz. Gizli kamera şakaları)
Örneğin CNN'in kayıp Malezya uçağı üzerinden çok sık haber yayımlamasıyla ilgili olarak Obama'nın törendeki şu esprisini kaldıracak 'demokrat'ı, bizlerden başlayarak Doğu'ya doğru hiçbir yerde bulamazsınız:
'O kadar çok arıyorlar ki (Malezya uçağını) herhalde bu salonda da şimdi masalarını arıyorlardır.'
Malezyalılar'ın acısı üzerinden CNN ekiplerine şaka yapmak, bizde en azından terbiye gereği yadırganan, talihsiz ifadeler olarak görülür. Bu nedenledir ki, bizim ecnebi aydınların ölüp bittiği o 'eş.. şakası' mentalitesini oldum olası anlayamamışımdır... Cehaletim bağışlana...
Vergi verdiğini neden saklar insan...
Her sene vergi rekortmenlerinin listesi açıklandığında ismini saklayanlar hakkında tahminler yürütülüyor. Ben de nereden bakarsanız bakın, ismini gizleyene iletişim açısından tartışılmaz zararı olabilecek bu saklambaç oyununda emek zahmet gelinen noktayı cümle âlemden saklamanın manasına aklımızın basmadığını yazıp duruyorum. 100 kişilik listede 30 kişi, adının açıklanmasını istememiş.
Malum çok eskiden bu listeyle 'Enayiler listesi' diye dalga geçilirdi. Denirdi ki: 'Eğer devlete borcun varsa sabret hemen ödeme. Son günü bekle. Alacağın varsa hiç bekleme, ilk gün al.' Neden böyle düşünülürdü? Çünkü her iki şıkta da devlet vazgeçebilirdi de ondan.. Artık devran değişti. 'Kurumsal Vatandaşlık' kavramı çıktı ve artık bu zihniyet, ticaretin tarihine gömüldü.
Sorumuz şudur: İsmini gizlemeyi tercih edenler haklarında nasıl düşünmemizi istiyor olabilirler? Herhalde mahcubiyetlerinden değildir. Bizim kültürümüzde hayır hasenatın reklamının yapılmaması yolundaki yaygın temayülün bu tutumda rolü olabilir mi? Olmaması lazım; çünkü vergi gibi 'kutsal' addedilen böylesi bir konuda örnek olunması gerektiği çok açık bir gerçekliktir.
Geçen yıl bu konuda şöyle demişiz:
'Kararlı bir biçimde 'Vergimi ödedim!' demekten çekinenlerin, dolayısıyla her türlü şaibeye kapıyı açık tutanların, verdikleri sponsorluk desteklerinin, uygulamaya koydukları sosyal sorumluluk projelerinin ya da -biraz da abartalım- Ramazan'da donattıkları iftar sofralarının manası kalır mı?.
Hatırlatalım, 'kurumsal vatandaşlık'taki iddianız, birinci derecede verginizi ödeme konusundaki titizliğinizle ölçülür. 'Ödüyorum tabii ama adımıza ne gerek var canım. Bizi bilen biliyor. Ayrıca şimdi durduk yerde üstümüze maliyeyi falan çekmeyelim' rahatlığına izin vermeyecek bir titizlik... Hayır, sizi bilen bilmiyor. Adama sormazlar mı? 'Kurumsal vatandaş' değilsen nesin?'
Bugün de aynı şeyleri söylüyoruz. O 30 kişinin bazıları hemen belli oluyor zaten... Deve kuşu refleksinin ne âlemi var... Paranın ve imanın kimde olduğunun bilinmemesi, feodal toplum kültürünün bir parçasıdır. Gelişmiş kapitalist toplumlarda itibar yönetiminin ayrılmaz parçası olan 'kurumsal vatandaşlık' ihmal edilirse, itibar da ihmale uğrar... İtibar da telgraf tellerindeki kuş gibidir. Bir gitti mi, getirip yerine koymak çok zordur...
Amerikalı gazetecilerin 'İneklerin balosu' dedikleri bu geleneksel törende Başkan Obama'nın esprileri salonu kahkahalara boğmuş...
'Basın özgürlüğü ve demokrasi kültürü' üzerine son günlerdeki başarılı 'konu yönetimi' (Issue management) çalışmalarının bir parçası olduğunu düşündürten bu törende Obama'nın kendi medyasını 'dalga geçerek' eleştirmesi elbette Amerika'yı Amerika yapan yüzyıllık üslubun ürünüdür.
Bu üslup, aynı zamanda dünyaya yıllardır pazarladıkları ve de küresel krizin etkilerine, dünyanın nefesini telefonlardan dinleyen skandallarına, kölelik ve ırk düşmanlığının beşiği olmasına rağmen hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Denilebilir ki bu üslup, iletişim ve dolayısıyla 'algı' açısından korunan 'demokrasi' payandası sayesinde eskitemedikleri 'Amerikan rüyası'nın 'ses tonu'dur (Tone of voice).
Bu ses tonu onlara yakışıyor olabilir... Mesele, bu 'demokrasi'nin meftunu olan bizim ecnebilerimizin, Başbakan Erdoğan'ın Obama'nın stand up tarzı muhabbetinden yoksun (!) olmalarına çok üzülmelerinde, hayıflanıp hislenmelerinde...
Oysa espri anlayışı söz konusu olduğunda ABD ile kıta Avrupa'sı liderleri de birbirlerine pek benzemez. Amerikalı liderler bu konuda belki İngilizlere biraz yakındır. O da 'biraz'...
Bize gelince... Batılı'nın 'sense of humor' dediği mizah anlayışının dikalâsı bu topraklarda da vardır. Onlardan farkımız ise kültürel ortak ruhi şekillenmemizin bir gereği olarak 'irfan' dediğimiz o deryanın içinde 'olmazsa olmaz' rolünü icra eden 'saygı'ya yüklediğimiz 'değer önermesidir'. Ve de, 'epik' anlayışa daha yakın olan Doğu kültürlerinde olduğu gibi 'kuru zekâdan' çok 'akıl' ürünü 'durum komiğine' gülmemiz... (Bkz. Cem Yılmaz)...
'Ancak iki tarafın da güldüğüne mizah' denir bizde. Bir tarafın diğerini 'kafaya aldığı' ithal espri anlayışı o nedenle bizde uzun ömürlü olmaz. (Bkz. Gizli kamera şakaları)
Örneğin CNN'in kayıp Malezya uçağı üzerinden çok sık haber yayımlamasıyla ilgili olarak Obama'nın törendeki şu esprisini kaldıracak 'demokrat'ı, bizlerden başlayarak Doğu'ya doğru hiçbir yerde bulamazsınız:
'O kadar çok arıyorlar ki (Malezya uçağını) herhalde bu salonda da şimdi masalarını arıyorlardır.'
Malezyalılar'ın acısı üzerinden CNN ekiplerine şaka yapmak, bizde en azından terbiye gereği yadırganan, talihsiz ifadeler olarak görülür. Bu nedenledir ki, bizim ecnebi aydınların ölüp bittiği o 'eş.. şakası' mentalitesini oldum olası anlayamamışımdır... Cehaletim bağışlana...
Vergi verdiğini neden saklar insan...
Her sene vergi rekortmenlerinin listesi açıklandığında ismini saklayanlar hakkında tahminler yürütülüyor. Ben de nereden bakarsanız bakın, ismini gizleyene iletişim açısından tartışılmaz zararı olabilecek bu saklambaç oyununda emek zahmet gelinen noktayı cümle âlemden saklamanın manasına aklımızın basmadığını yazıp duruyorum. 100 kişilik listede 30 kişi, adının açıklanmasını istememiş.
Malum çok eskiden bu listeyle 'Enayiler listesi' diye dalga geçilirdi. Denirdi ki: 'Eğer devlete borcun varsa sabret hemen ödeme. Son günü bekle. Alacağın varsa hiç bekleme, ilk gün al.' Neden böyle düşünülürdü? Çünkü her iki şıkta da devlet vazgeçebilirdi de ondan.. Artık devran değişti. 'Kurumsal Vatandaşlık' kavramı çıktı ve artık bu zihniyet, ticaretin tarihine gömüldü.
Sorumuz şudur: İsmini gizlemeyi tercih edenler haklarında nasıl düşünmemizi istiyor olabilirler? Herhalde mahcubiyetlerinden değildir. Bizim kültürümüzde hayır hasenatın reklamının yapılmaması yolundaki yaygın temayülün bu tutumda rolü olabilir mi? Olmaması lazım; çünkü vergi gibi 'kutsal' addedilen böylesi bir konuda örnek olunması gerektiği çok açık bir gerçekliktir.
Geçen yıl bu konuda şöyle demişiz:
'Kararlı bir biçimde 'Vergimi ödedim!' demekten çekinenlerin, dolayısıyla her türlü şaibeye kapıyı açık tutanların, verdikleri sponsorluk desteklerinin, uygulamaya koydukları sosyal sorumluluk projelerinin ya da -biraz da abartalım- Ramazan'da donattıkları iftar sofralarının manası kalır mı?.
Hatırlatalım, 'kurumsal vatandaşlık'taki iddianız, birinci derecede verginizi ödeme konusundaki titizliğinizle ölçülür. 'Ödüyorum tabii ama adımıza ne gerek var canım. Bizi bilen biliyor. Ayrıca şimdi durduk yerde üstümüze maliyeyi falan çekmeyelim' rahatlığına izin vermeyecek bir titizlik... Hayır, sizi bilen bilmiyor. Adama sormazlar mı? 'Kurumsal vatandaş' değilsen nesin?'
Bugün de aynı şeyleri söylüyoruz. O 30 kişinin bazıları hemen belli oluyor zaten... Deve kuşu refleksinin ne âlemi var... Paranın ve imanın kimde olduğunun bilinmemesi, feodal toplum kültürünün bir parçasıdır. Gelişmiş kapitalist toplumlarda itibar yönetiminin ayrılmaz parçası olan 'kurumsal vatandaşlık' ihmal edilirse, itibar da ihmale uğrar... İtibar da telgraf tellerindeki kuş gibidir. Bir gitti mi, getirip yerine koymak çok zordur...