Büyük Uzlaşma'dan Büyük Düş Kırıklığı'na...
03 tEMMUZ 2014 YENİ ŞAFAK
Dağ bir kez daha fare doğurdu... Dün, 6 parti, (CHP, MHP, DYP, DSP, BTP ve DP) Genel Başkanları Swiss Otel'deki ortak basın toplantısında fire vererek biraraya gelebildi. Demokrat Parti (DP), Doğru Yol Partisi'nin (DYP'nin) çağrılmasından rahatsız olunca yekpare gibi görünen 'Çatı Aday İttifakı'nda ilk çatlak meydana geldi. Alınganlık gösteren taraf, Adalet Ağaoğlu'nun bir piyesinin adını, 'Çatıdaki Çatlak'ı akla getirircesine, ayrılık mesajını göndererek Ekmel Bey'e verdikleri desteği çekti.
Dağ'ın fare doğurduğu duygusu, sadece CHP ile MHP dışındaki, oylarının toplamı %1-2'yi geçmediği tahmin edilen 'tabela partilerinin' aralarında anlaşmazlığa düşmelerinden değil, Başbakan'ın adaylığının açıklandığı toplantıya bir anlamda nazire olması gereken ve 'Büyük Buluşma Deklarasyonu' imza töreninin kaos içinde, kısa ve sönük geçmesinden, iletişim fırsatı yakalanmışken bunun bozuk para gibi harcanmasından kaynaklanmaktadır...
Siyasi söylemin atar ve toplar damarları sayılan 'Vaat' ile 'Güven' arasında uyumlu bir akışkanlık olmadığında ve bu nedenle devreler attığında, nerede yanlış yapıldığını tespit etmek zorunluluk haline gelir. Kemal Kılıçdaroğlu'nun, ömrü 5 yıldızlı otel salonlarında, gala yemeklerinde, kordiplomatik ortamlarda geçmiş, çok iyi yetişmiş elit bir akademisyen olan Ekmeleddin Bey'i hangi vaat/güven dengesinde 'Bozok Yaylası'nın Yiğit Evladı' olarak nitelediğini anlamak kolay değildir, doğrusu...
Öte yandan AK Parti'ye karşı her seçimi kaybetmeyi neredeyse kanıksamış olan CHP'nin onulmaz bir refleksi haline gelmiş 'yanlışta ısrar'ının, 'aynı şeyleri tekrarlayarak farklı sonuç elde etme arzusu' şeklindeki çocuksu ısrarının partiyi bir yere götürmediğini bugün söylemeyen pek kalmadı aslında.
Israrın temel gerekçesi olarak ileri sürülen 'mazeretlerin' (!) ise, aslında çakılmanın özünü görmemek, göstermemek için beceriksizliğin üzerini örtmeye çalışmak olarak algılanacağından kimsenin şüphesi olmasın... Erdoğan yarışın âdil olması için Başbakanlık'tan istifa etmeliymiş... Kendileri de 'çok mütevazı bir start' vermişler. O kadar mütevazıymışlar ki 'seçim bürosu bulmakta bile zorlanıyorlarmış'. Büyük bir alçakgönüllülükle 'kurumsal demokrasinin sessiz adımlarını atıyorlarmış'...
Fatih Terim geldi aklıma... Ne takımdaki sakatları bahane olarak gösterirdi, ne de saha ve veya hakem dezavantajını... Gururuna yedirmez, takımın moral motivasyonunu yüksek tutmak adına çıkış noktası ne ise onunla yetinmeyi bir ilke haline getirirdi...
Ayrıca AK Parti 2002'de sahaya çıktığında sağlam fikir, güçlü teşkilat anlayışı ve büyük bir liderden başka hangi avantajı, medyası, mali desteği vardı?
Seçmen, giderek yakınma dozunu artırana değil, hedefini açıkça belirleyip 'Vaat ve Güven' dengesini ayarlayarak kararlı adımlarla yürüyen arasındaki farkı görmüyor olabilir mi?
Salı gecesi NTV'deki Yakın Plan programında siyasi iletişimin 'Büyük Fikir, Büyük Lider ve Büyük Teşkilat' üçgeninden söz ettiğimde Ahmet Arpat kardeşimizin 'Birleştirici güç' kavramının bu bağlamdaki yerini sormuştu. Şöyle yanıtlamıştım sorusunu: 'Bu kavram bir fikrin değil yöntemin adı olabilir. Sormamız lazım gelmez mi, 'Birleştirici ya da Uzlaştırıcı Güç, hangi fikriyatın etrafında görevini yerine getirme vaadine gönderme yapmaktadır?'
'Hadi uzlaşalım!' diyerek uzlaşılır mı? Uzlaşma siyasette ayrıştırıcı, farklılaştırıcı, gelecek tasarımına yönelik ilkeler, fikirler çerçevesinde olur; jenerik, ortalama, sıradan laf ebeliği üzerinde değil...'
Kim olduğunuzu, hangi fikriyatın etrafında biraraya geldiğinizi, ilkelerinizi, gelecek planlarınızı tane tane anlatacaksınız. Bu bağlamda 'Ortak Deklerasyon' da bir düş kırıklığı olmuştur...
Seçmenin hayal gücü üzerinde etkili olabilmesi, Muhalefet İttifakı'nın önündeki süreyi doğru aksiyonlarla değerlendirmesinde ve kafalarındaki Türkiye'yi doğru anlatabilmesinden geçiyor. Büyük Fikir, derinlikli, kendi içinde tutarlı bir dünya görüşünden başka bir şey değildir.
Söylenmek, vıdı vıdı etmek, 'aslında kazanacaktık ama eşit koşullarda yola çıkmadık' diye ağlaşmak, mücadele gücündeki kusurun bir başka ifadesidir. Söylenme huzursuzluğu, başarının değil yılgınlığın işaretidir.
Güçlü muhalefet, demokrasinin garanti belgesidir. Başbakan'ın zaman zaman altını çizdiği gibi, muhalefet güçlü olursa, iktidarın hata yapma marjını azaltır, dikkati artırır, kendisini yenilemesini zorunlu kılar. Bu da kime yarar? Ülkeye yarar.
Bu anlamda Büyük Uzlaşma'nın büyük düş kırıklığına dönüşmesi an meselesidir...
Dağ'ın fare doğurduğu duygusu, sadece CHP ile MHP dışındaki, oylarının toplamı %1-2'yi geçmediği tahmin edilen 'tabela partilerinin' aralarında anlaşmazlığa düşmelerinden değil, Başbakan'ın adaylığının açıklandığı toplantıya bir anlamda nazire olması gereken ve 'Büyük Buluşma Deklarasyonu' imza töreninin kaos içinde, kısa ve sönük geçmesinden, iletişim fırsatı yakalanmışken bunun bozuk para gibi harcanmasından kaynaklanmaktadır...
Siyasi söylemin atar ve toplar damarları sayılan 'Vaat' ile 'Güven' arasında uyumlu bir akışkanlık olmadığında ve bu nedenle devreler attığında, nerede yanlış yapıldığını tespit etmek zorunluluk haline gelir. Kemal Kılıçdaroğlu'nun, ömrü 5 yıldızlı otel salonlarında, gala yemeklerinde, kordiplomatik ortamlarda geçmiş, çok iyi yetişmiş elit bir akademisyen olan Ekmeleddin Bey'i hangi vaat/güven dengesinde 'Bozok Yaylası'nın Yiğit Evladı' olarak nitelediğini anlamak kolay değildir, doğrusu...
Öte yandan AK Parti'ye karşı her seçimi kaybetmeyi neredeyse kanıksamış olan CHP'nin onulmaz bir refleksi haline gelmiş 'yanlışta ısrar'ının, 'aynı şeyleri tekrarlayarak farklı sonuç elde etme arzusu' şeklindeki çocuksu ısrarının partiyi bir yere götürmediğini bugün söylemeyen pek kalmadı aslında.
Israrın temel gerekçesi olarak ileri sürülen 'mazeretlerin' (!) ise, aslında çakılmanın özünü görmemek, göstermemek için beceriksizliğin üzerini örtmeye çalışmak olarak algılanacağından kimsenin şüphesi olmasın... Erdoğan yarışın âdil olması için Başbakanlık'tan istifa etmeliymiş... Kendileri de 'çok mütevazı bir start' vermişler. O kadar mütevazıymışlar ki 'seçim bürosu bulmakta bile zorlanıyorlarmış'. Büyük bir alçakgönüllülükle 'kurumsal demokrasinin sessiz adımlarını atıyorlarmış'...
Fatih Terim geldi aklıma... Ne takımdaki sakatları bahane olarak gösterirdi, ne de saha ve veya hakem dezavantajını... Gururuna yedirmez, takımın moral motivasyonunu yüksek tutmak adına çıkış noktası ne ise onunla yetinmeyi bir ilke haline getirirdi...
Ayrıca AK Parti 2002'de sahaya çıktığında sağlam fikir, güçlü teşkilat anlayışı ve büyük bir liderden başka hangi avantajı, medyası, mali desteği vardı?
Seçmen, giderek yakınma dozunu artırana değil, hedefini açıkça belirleyip 'Vaat ve Güven' dengesini ayarlayarak kararlı adımlarla yürüyen arasındaki farkı görmüyor olabilir mi?
Salı gecesi NTV'deki Yakın Plan programında siyasi iletişimin 'Büyük Fikir, Büyük Lider ve Büyük Teşkilat' üçgeninden söz ettiğimde Ahmet Arpat kardeşimizin 'Birleştirici güç' kavramının bu bağlamdaki yerini sormuştu. Şöyle yanıtlamıştım sorusunu: 'Bu kavram bir fikrin değil yöntemin adı olabilir. Sormamız lazım gelmez mi, 'Birleştirici ya da Uzlaştırıcı Güç, hangi fikriyatın etrafında görevini yerine getirme vaadine gönderme yapmaktadır?'
'Hadi uzlaşalım!' diyerek uzlaşılır mı? Uzlaşma siyasette ayrıştırıcı, farklılaştırıcı, gelecek tasarımına yönelik ilkeler, fikirler çerçevesinde olur; jenerik, ortalama, sıradan laf ebeliği üzerinde değil...'
Kim olduğunuzu, hangi fikriyatın etrafında biraraya geldiğinizi, ilkelerinizi, gelecek planlarınızı tane tane anlatacaksınız. Bu bağlamda 'Ortak Deklerasyon' da bir düş kırıklığı olmuştur...
Seçmenin hayal gücü üzerinde etkili olabilmesi, Muhalefet İttifakı'nın önündeki süreyi doğru aksiyonlarla değerlendirmesinde ve kafalarındaki Türkiye'yi doğru anlatabilmesinden geçiyor. Büyük Fikir, derinlikli, kendi içinde tutarlı bir dünya görüşünden başka bir şey değildir.
Söylenmek, vıdı vıdı etmek, 'aslında kazanacaktık ama eşit koşullarda yola çıkmadık' diye ağlaşmak, mücadele gücündeki kusurun bir başka ifadesidir. Söylenme huzursuzluğu, başarının değil yılgınlığın işaretidir.
Güçlü muhalefet, demokrasinin garanti belgesidir. Başbakan'ın zaman zaman altını çizdiği gibi, muhalefet güçlü olursa, iktidarın hata yapma marjını azaltır, dikkati artırır, kendisini yenilemesini zorunlu kılar. Bu da kime yarar? Ülkeye yarar.
Bu anlamda Büyük Uzlaşma'nın büyük düş kırıklığına dönüşmesi an meselesidir...