Cahiliye devri ile birlikte “Cilalı İmaj Devri” de bitiyor
25 MAYIS 2003
Gazetelerde bir haber: “Menmet Ağar imajını yeniledi!”... Neymiş? Güneş gözlüklerini değiştirmiş. Eskiden Ray-Ban kullanıyormuş. Şimdi Carrera marka gözlük kullanmaya başlamış...
Bugün Türkiye’de merkez ve/veya merkez sağın liderliğine oynayabilecek bir-iki siyasetçiden biridir Mehmet Ağar. Yakından tanıyıp da kendisine gönülden bağlanmayanına rastlamadım.
Duyguya dayalı (karizmatik) liderlikle akla dayalı (rasyonel) liderliği kişiliğinde birleştirmeyi en dara düştüğü günlerde bile başarmıştır.
Mehmet Ağar’ın adının hiç mi hiç ihtiyacı yokken durduk yerde ‘imaj’ kavramıyla yanyana getirilmesi, bence onun adına büyük bir talihsizlik.
Kavram bana ait değil. ‘Cilalı imaj devrinin’ sona ermek üzere olduğunu 1995’de Can Kozanoğlu kitabında ilan etmişti. ‘Neşeli cahiliye devrinin’ de can çekişmeye başladığı yıllardı.
“İmajı değiştirmek, yenilemek, inşa etmek” bir zamanlar gündemdeydi. ‘Köşe dönmek, vurup kaçmak, entel-dantel diye bilgiyi ve aklı inkar etmek, üretenleri küçümseyip lokal zeka ve kurnazlıkla masa başından para kazanmak’ da aynı dönemde gündemdeydi. Biri genel geçer dünya görüşü... Diğeri bu dünya görüşünün iletişim biçimi...
Dünyanın ve Türkiye’nin içinde geçtiği dönüşüm süreci (transformasyon) tüm bu kavramları 90’lı yıllardan başlayarak tarihin küflü dehlizlerine gömdü.
Çünkü bilginin serbest ve hızlı dolaşımı (internet), ürün çeşidinin hızla artması sonucu pazarın daralması, ürün ve hizmetlerin arasındaki maddi farkların ortadan kalkması her şeyi değiştirdi.
İmaj yapmak artık ‘mış gibi yapmak’, kurum ya da kişide olmayan şeyleri varmış gibi göstermekle eş anlama geldi. İnsanları siyaseten de, ekonomik olarak da kandırmak giderek zorlaştı. İsrafın yerini verimlilik, kurnazlığın yerini akıl, emeksiz zenginliğin yerini üretim, değer yaratma, zarfın yerini mazruf almaya başladı...
Bu akımın iletişime yansımasında ise imajla uğraşmnın yerine algılamayı yönetmek aldı. ‘Algılama yönetimi’ bir bilim haline geldi. 100 yıllık iletişim devi McCann-Erickson World Group’un kapısından web sitesine kadar, her yerinde şu cümleye rastlarsınız: “Truth well told”... Yani hakikati iyi, doğru, güzel, hakkıyla anlatmak... Çeşitli iletişim numaralarıyla hedef kitleyi kandırmak değil...
Bu dönüşüme ayak uydurabilen şirketler, siyasetçiler, spor adamları, iş adamları, bilim adamları, iletişimciler vb. diğerlerine karşı rekabet avantajı sağladılar. Ötekiler ise, “Yahu nerede hata yaptık” noktasında debelenip durdular. Duruyorlar...
Neşeli cahiller ve imaj’cılar bitti mi... Hayır onlara daha uzun bir süre rastlayacağız... İş dünyasında, sporda, sanatta, reklamcıda, halkla ilişkilercide... Dönüşümler öyle bıçakla kesilir gibi olmaz. Yeni olan gelişirken, diğeri yavaş yavaş yok olur...
Aman sevgili Mehet Ağar... Sen sen ol, adının imaj kelimesiyle yanyana yazılmasına izin verme. Çünkü hedef kitlen, ‘miş gibi yapan’ siyasetçilere artık prim vermeyecek, ‘miş gibi yapan’ iş adamlarına, sporculara, sanatçılara, bilim adamlarına, iletişimcilere vermeyeceği gibi...
Sabah’dan yılın toplumsal sorumluluk atağı...
Çağdaş toplumu geleceğe taşıyacak temel dinamikler nelerdir, diye sorsanız. Aklı biraz başında her lise öğrencisi size: “Özel sektör, medya, sivil toplum örgütleri, üniversiteler” diye sayacaktır.
Ama bilmek ile yapmak aynı şeyler değil. Yapmak, akıl, yürek ve hız gerektiriyor. Sabah gazetesi bu alanda ilk büyük adımı bir ay önce attı. Dedi ki, her satılan Sabah gazetesinin geilirinin yüzde iksini iki önemli alandaki iki sivil toplum kuruluşuna vereceğim. TEMA ve Darüşşafaka Cemiyeti... Sürdürülebilir yaşam koşullarının iki temel direği, sağlıklı çevre ve eğitim konusunda kurumsal vatandaşlık görevini yerine getirmek için yola çıktı...
Okurlarının ceplerinden ek bir para çıkmaksızın Sabah kanalıyla bu iki kuruma aktaracakları miktarın, bugünkü tirajlarla dahi yılda bir trilyonu aşması bekleniyor. Oysa Sabah’ın tirajı her gün artıyor. Bu kuruluşlara Sabah ve okurlarının katkısı da... Brinci ayın ödemesi önümüzdeki günlerde yapılacakmış.
Sabah işi sadece okurlarıyla birlikte maddi katkı üretmekle sınırlı tutmayacağını baştan açıklamıştı. Bu kararın ilk ürünü Bingöl depreminin hemen ardından geldi. Sabah önce, yıkılan okulu tek başına yeniden yapacağını açıkladı. Ardından da Darüşşafaka Cemiyeti ile birlikte bu kez yanlarına Türkiye’nin en büyük havacılık hizmet kuruluşu Havaş’ı da alarak müthiş bir etkinlik gerçekleştirdiler: Eğitimleri yarıda kalan 150 çocuğu Havaş özel uçakla Bingöl’den İstanbul’a getirdi. İstanbul’daki ulaşımı sağladı. Çocukların ihtiyaçlarının karşılanması için ciddi maddi katkıda bulundu. Darüşşafaka, eğitim sistemini seferber etti ve tüm organizasyonu üstlendi. Ve ortaya üniversitelerde “itibar yönetimi” dersinde okutulabilecek, toplumun üç dinamiğinin içinde yer aldığı bir iletişim projesi çıktı. Kaybedenin olmadığı, herkesin kazandığı bir iletişim projesi... Darüşşafaka açıkladı: “Bu bir kampanya değil. Sürekliliği olan bir projedir”.
Umarız diğer medya kuruluşları da, itibara pek katma değer getirmeyen bağış toplama kampanyaları yerine üçlü, dörtlü dinamik işbirlikleri ile bu tür toplum projeleri üretiler.
Bu proje sürecinde yaşananların en ilginç olaylardan biri bence, Türkiye’de çok önemli bir gericiliğin aşılmasıydı. Projenin basın yansımalarını görünce gözlerime inanamadım. Bu örnek projeye, ruhu ve vizyonu kararmış biri iki basın organı dışında nerdeyse tüm medya yer vermişti. Eminim, Sabah bunu unutmayacaktır.
Sadece kendi aldıkları ödülleri açıklama, sadece kendini övme, rakibi karalayarak prim yapmaya çalışma, ‘en iyi olmak yerine, en iri olmayı’ hedefleme dönemi bitiyor mu yoksa?..
Amma teaser ha!... Yıkılıyor!
Reklam dünyası, reklam dünyası olalı böyle teaser (merak uyandırma) kampanyası görmedi: Shubuo...
Kim yaptırmış, kim yapmışsa gönülden kutlarım. Amma!!!
İşin tehlikeli bir yanı var. Çıtayı o kadar yükseye koydular, beklentiyi o kadar büyüttüler ki... 4 Haziranda ortaya çıkacak ne ise, bu çıtanın altında kaldı mı, ‘yandı gülüm keten helva!’... O teaser’in etki şiddeti, aynı hız ve şiddetle bumerang gibi geri teper...
Matrix’de olduğu gibi. O kadar şişirmeselerdi, millet gidip efendi gibi izleyecek, film normal işini yapacak, üçüncü Matriks için de kapılar açık kalacaktı. Oysa bir iletişim bomardımanıdır gitti. Ortalık toz duman oldu... Çıka çıka altından bir uzak doğu dövüş sporları filmi çıkmaz mı. Git gör, diyenine, filmi yerden yere çalmayanına rastlamadım. Üçüncü filme de şimdiden, en azından Türkiye pazarı için, Allah rahmet eylesin.
Adını duyunca içim hafiften bir tuhaf olmadı desem, yalan olur. Shubuo... “Eyvah!” dedim, “Ya şu Etiler civarındaki, Türkçe isimlerini İngilizce okunuşlarıyla yazan gece kulüpleri misali, bizim kırk yıllık Şu, Bu,O olmasın bu...”
Eğer öyleyse kötü işaret. Çünkü o gece kulüplerinin hedef kitlesi rakamları 500 ile 1000 arasında değişen toplum tortusu tipler. Alan satan memnun. Hiç itirazım olmaz. Ama burada TV kullalnıldığına göre belli ki hedef kitle alabildiğine geniş. Bu nedenle de ciddi paralar harcanıyor. Herhalde harcanak da. Oysa bizim Türk milleti, ister beğenin ister beğenmeyin, kendi kültür ve değerleri ile buluşmayan hiç bir şeyi benimsemez... Başlangıçta şöyle bir bakıyor. Sonra arkasını dönüp gidiyor.
İnşallah endişelerim yerssizdir. Çünkü kim yaparsa yapsın, iletişim için yapılan her yanlış harcama benim canımı sıkıyor. Çünkü bir sonraki iş adamı yapacağı iletişim yatırımında bu tür olaylarla olumsuz yönde etkileniyor... İletişim harcamaları ise medyayı ayakta tutan en temel unsur...
Merd
Sabah’daki posta kutumda bir e-posta. MTM Medya Takip Merkezi’nden geliyor. Alev Özcan göndermiş. Sağolsun. Nisan ayı içerisinde belediye başkanları için yaptıkları medya takibi analizini yollamış. Tablo şöyle:
Bugün Türkiye’de merkez ve/veya merkez sağın liderliğine oynayabilecek bir-iki siyasetçiden biridir Mehmet Ağar. Yakından tanıyıp da kendisine gönülden bağlanmayanına rastlamadım.
Duyguya dayalı (karizmatik) liderlikle akla dayalı (rasyonel) liderliği kişiliğinde birleştirmeyi en dara düştüğü günlerde bile başarmıştır.
Mehmet Ağar’ın adının hiç mi hiç ihtiyacı yokken durduk yerde ‘imaj’ kavramıyla yanyana getirilmesi, bence onun adına büyük bir talihsizlik.
Kavram bana ait değil. ‘Cilalı imaj devrinin’ sona ermek üzere olduğunu 1995’de Can Kozanoğlu kitabında ilan etmişti. ‘Neşeli cahiliye devrinin’ de can çekişmeye başladığı yıllardı.
“İmajı değiştirmek, yenilemek, inşa etmek” bir zamanlar gündemdeydi. ‘Köşe dönmek, vurup kaçmak, entel-dantel diye bilgiyi ve aklı inkar etmek, üretenleri küçümseyip lokal zeka ve kurnazlıkla masa başından para kazanmak’ da aynı dönemde gündemdeydi. Biri genel geçer dünya görüşü... Diğeri bu dünya görüşünün iletişim biçimi...
Dünyanın ve Türkiye’nin içinde geçtiği dönüşüm süreci (transformasyon) tüm bu kavramları 90’lı yıllardan başlayarak tarihin küflü dehlizlerine gömdü.
Çünkü bilginin serbest ve hızlı dolaşımı (internet), ürün çeşidinin hızla artması sonucu pazarın daralması, ürün ve hizmetlerin arasındaki maddi farkların ortadan kalkması her şeyi değiştirdi.
İmaj yapmak artık ‘mış gibi yapmak’, kurum ya da kişide olmayan şeyleri varmış gibi göstermekle eş anlama geldi. İnsanları siyaseten de, ekonomik olarak da kandırmak giderek zorlaştı. İsrafın yerini verimlilik, kurnazlığın yerini akıl, emeksiz zenginliğin yerini üretim, değer yaratma, zarfın yerini mazruf almaya başladı...
Bu akımın iletişime yansımasında ise imajla uğraşmnın yerine algılamayı yönetmek aldı. ‘Algılama yönetimi’ bir bilim haline geldi. 100 yıllık iletişim devi McCann-Erickson World Group’un kapısından web sitesine kadar, her yerinde şu cümleye rastlarsınız: “Truth well told”... Yani hakikati iyi, doğru, güzel, hakkıyla anlatmak... Çeşitli iletişim numaralarıyla hedef kitleyi kandırmak değil...
Bu dönüşüme ayak uydurabilen şirketler, siyasetçiler, spor adamları, iş adamları, bilim adamları, iletişimciler vb. diğerlerine karşı rekabet avantajı sağladılar. Ötekiler ise, “Yahu nerede hata yaptık” noktasında debelenip durdular. Duruyorlar...
Neşeli cahiller ve imaj’cılar bitti mi... Hayır onlara daha uzun bir süre rastlayacağız... İş dünyasında, sporda, sanatta, reklamcıda, halkla ilişkilercide... Dönüşümler öyle bıçakla kesilir gibi olmaz. Yeni olan gelişirken, diğeri yavaş yavaş yok olur...
Aman sevgili Mehet Ağar... Sen sen ol, adının imaj kelimesiyle yanyana yazılmasına izin verme. Çünkü hedef kitlen, ‘miş gibi yapan’ siyasetçilere artık prim vermeyecek, ‘miş gibi yapan’ iş adamlarına, sporculara, sanatçılara, bilim adamlarına, iletişimcilere vermeyeceği gibi...
Sabah’dan yılın toplumsal sorumluluk atağı...
Çağdaş toplumu geleceğe taşıyacak temel dinamikler nelerdir, diye sorsanız. Aklı biraz başında her lise öğrencisi size: “Özel sektör, medya, sivil toplum örgütleri, üniversiteler” diye sayacaktır.
Ama bilmek ile yapmak aynı şeyler değil. Yapmak, akıl, yürek ve hız gerektiriyor. Sabah gazetesi bu alanda ilk büyük adımı bir ay önce attı. Dedi ki, her satılan Sabah gazetesinin geilirinin yüzde iksini iki önemli alandaki iki sivil toplum kuruluşuna vereceğim. TEMA ve Darüşşafaka Cemiyeti... Sürdürülebilir yaşam koşullarının iki temel direği, sağlıklı çevre ve eğitim konusunda kurumsal vatandaşlık görevini yerine getirmek için yola çıktı...
Okurlarının ceplerinden ek bir para çıkmaksızın Sabah kanalıyla bu iki kuruma aktaracakları miktarın, bugünkü tirajlarla dahi yılda bir trilyonu aşması bekleniyor. Oysa Sabah’ın tirajı her gün artıyor. Bu kuruluşlara Sabah ve okurlarının katkısı da... Brinci ayın ödemesi önümüzdeki günlerde yapılacakmış.
Sabah işi sadece okurlarıyla birlikte maddi katkı üretmekle sınırlı tutmayacağını baştan açıklamıştı. Bu kararın ilk ürünü Bingöl depreminin hemen ardından geldi. Sabah önce, yıkılan okulu tek başına yeniden yapacağını açıkladı. Ardından da Darüşşafaka Cemiyeti ile birlikte bu kez yanlarına Türkiye’nin en büyük havacılık hizmet kuruluşu Havaş’ı da alarak müthiş bir etkinlik gerçekleştirdiler: Eğitimleri yarıda kalan 150 çocuğu Havaş özel uçakla Bingöl’den İstanbul’a getirdi. İstanbul’daki ulaşımı sağladı. Çocukların ihtiyaçlarının karşılanması için ciddi maddi katkıda bulundu. Darüşşafaka, eğitim sistemini seferber etti ve tüm organizasyonu üstlendi. Ve ortaya üniversitelerde “itibar yönetimi” dersinde okutulabilecek, toplumun üç dinamiğinin içinde yer aldığı bir iletişim projesi çıktı. Kaybedenin olmadığı, herkesin kazandığı bir iletişim projesi... Darüşşafaka açıkladı: “Bu bir kampanya değil. Sürekliliği olan bir projedir”.
Umarız diğer medya kuruluşları da, itibara pek katma değer getirmeyen bağış toplama kampanyaları yerine üçlü, dörtlü dinamik işbirlikleri ile bu tür toplum projeleri üretiler.
Bu proje sürecinde yaşananların en ilginç olaylardan biri bence, Türkiye’de çok önemli bir gericiliğin aşılmasıydı. Projenin basın yansımalarını görünce gözlerime inanamadım. Bu örnek projeye, ruhu ve vizyonu kararmış biri iki basın organı dışında nerdeyse tüm medya yer vermişti. Eminim, Sabah bunu unutmayacaktır.
Sadece kendi aldıkları ödülleri açıklama, sadece kendini övme, rakibi karalayarak prim yapmaya çalışma, ‘en iyi olmak yerine, en iri olmayı’ hedefleme dönemi bitiyor mu yoksa?..
Amma teaser ha!... Yıkılıyor!
Reklam dünyası, reklam dünyası olalı böyle teaser (merak uyandırma) kampanyası görmedi: Shubuo...
Kim yaptırmış, kim yapmışsa gönülden kutlarım. Amma!!!
İşin tehlikeli bir yanı var. Çıtayı o kadar yükseye koydular, beklentiyi o kadar büyüttüler ki... 4 Haziranda ortaya çıkacak ne ise, bu çıtanın altında kaldı mı, ‘yandı gülüm keten helva!’... O teaser’in etki şiddeti, aynı hız ve şiddetle bumerang gibi geri teper...
Matrix’de olduğu gibi. O kadar şişirmeselerdi, millet gidip efendi gibi izleyecek, film normal işini yapacak, üçüncü Matriks için de kapılar açık kalacaktı. Oysa bir iletişim bomardımanıdır gitti. Ortalık toz duman oldu... Çıka çıka altından bir uzak doğu dövüş sporları filmi çıkmaz mı. Git gör, diyenine, filmi yerden yere çalmayanına rastlamadım. Üçüncü filme de şimdiden, en azından Türkiye pazarı için, Allah rahmet eylesin.
Adını duyunca içim hafiften bir tuhaf olmadı desem, yalan olur. Shubuo... “Eyvah!” dedim, “Ya şu Etiler civarındaki, Türkçe isimlerini İngilizce okunuşlarıyla yazan gece kulüpleri misali, bizim kırk yıllık Şu, Bu,O olmasın bu...”
Eğer öyleyse kötü işaret. Çünkü o gece kulüplerinin hedef kitlesi rakamları 500 ile 1000 arasında değişen toplum tortusu tipler. Alan satan memnun. Hiç itirazım olmaz. Ama burada TV kullalnıldığına göre belli ki hedef kitle alabildiğine geniş. Bu nedenle de ciddi paralar harcanıyor. Herhalde harcanak da. Oysa bizim Türk milleti, ister beğenin ister beğenmeyin, kendi kültür ve değerleri ile buluşmayan hiç bir şeyi benimsemez... Başlangıçta şöyle bir bakıyor. Sonra arkasını dönüp gidiyor.
İnşallah endişelerim yerssizdir. Çünkü kim yaparsa yapsın, iletişim için yapılan her yanlış harcama benim canımı sıkıyor. Çünkü bir sonraki iş adamı yapacağı iletişim yatırımında bu tür olaylarla olumsuz yönde etkileniyor... İletişim harcamaları ise medyayı ayakta tutan en temel unsur...
Merd
Sabah’daki posta kutumda bir e-posta. MTM Medya Takip Merkezi’nden geliyor. Alev Özcan göndermiş. Sağolsun. Nisan ayı içerisinde belediye başkanları için yaptıkları medya takibi analizini yollamış. Tablo şöyle:
Bak şimdi Alev kardeşim. Seni çok iyi anlıyorum. Yapılan medya ilişkileri çalışmalarının ne ölçüde başarılı olduğunu anlatmaya çalışıyorsun. Bu doğru bir yaklaşım. Tebrik ederim. Ama kullandığın yöntem, yani çıkan haberin reklam karşılığını yaratılmış değer olarak ölçmek, inan bana artık çağ dışı kaldı. Buharlı trenler gibi...
Hatta onlardan beter. Böyle medya ölçümlemesi yapanları dünyada neredeyse meslekten men edecekler. Bana inanmıyorsan, halkla ilişkilercilerin dünya örgütü İPRA’nın bundan 15 sene önce yayınlanmış, Koç Holding sponsorluğunda HDD tarafından Türkçeye çevrilmiş 10 kitapçığından ikincisinin 8’inci sayfasına bak. Önce kendine sonra hizmet verdiklerine nasıl zarar veriyorsun gör.
Abdullah Öcalanla ilgili haberleri vur sütun santime. Çarp o sayfaların reklam değerleriyle. Türkiye bütçesine yakın rakamlar bulursun. O kadarlık değer mi yaratıldı Abdullah Öcalan için. Ya da Necati Doğru bir gün yazısında iki satır, “Türk Hava Yolları müthiş hizmet veriyor ve çok güvenlidir” diye yazsa, bunun THY itibarına etkisi, yarattığı iletişim değeri 75 Dolar mıdır?
Necati Doğru ve diyer yazarlar, senin analizi böyle yaptığını duysalar, bir daha Mustafa Sarıgül’ün adını ağızlarına alırlar mı? Senin bu raporlarını gören, medyaların reklam departmanları, böyle değerlendirmelere kızıp yazı işlerine, “koymayın şunların haberlerini de biraz reklam versinler”, diye baskı yapmazlar mı?
Niyetinin iyi olduğundan hiç şüphem yok, canım kardeşim. Ama akıl ve bilgi ile donanmamış iyi niyet taşları, Cehenneme yol olurmuş, biliyorsun. Ne yapmalısın? Çözüm bir iki tık uzağında. Gir internete. Dünyadaki tüm, Türkiye’deki bazı medya ölçümleme şirketleri ne yapıyorlar bak. Buna “Benchmarking” deniyor. Yani kıyaslama. İnan bana bir günde bomba gibi rapolar üretmeye başlarsın.
Yok mu bu işi hâlâ kendi bindiği dalı keser gibi yapan ‘arkaik’ şirket ve PR ajansları? Tek tük de kalmış olsalar, var tabii. Dünyanın bir yerlerinde buharlı trenler de var Alev kardeşim...
Kısa... Kısa...
Marka savaşçıları
· İletişim konusuna keyifle kafa yoranlara bu hafta tavsiye edeceğim kitap MARKA yayınlarından MediaCat Kitapları olarak yayınlanmış. Fiona Gilmore imzalı: “Marka Savaşçıları”... Kitabın bence tek eksiği var. MARKA, reklam dünyasının yaramaz çocuk, ‘cin’lerinden Hulusi Derici’nin Başkanı olduğu bir ajans... Nerede onun önsözü?.. Herhalde kitap kadar ilginç olurdu, belki daha da ilginç...
Kim vurdu’ya gitmeyin
· Reklamverenler Derneği ile Reklamcılar Derneği bir araya gelmişler. Çalışma ilkelerini, sözleşme standartlarını belirlemişler. Çok doğru bir iş yapmışlar. Bunu da web sitelerine yerleştirmişler. Reklam verme konusunda kafası kesik tavuklar gibi oraya buraya savrulup, kim vurdu’ya gitmek, parayı sokağa atmak istemeyen, özellikle reklam verme işine yeni girecek tüm genç kuruluşlar mutlaka bir göz atmalı...
1. Bonissimo
2. Linens ‘Meltem-Haluk-Perde’
3. Milupa
4. Molfix ‘Külkedisi’
5. Ülker ‘Çamlıca’
6. Doğuş Çay
7. Nokia 'Hikâyeni yaşa'
8. Ceyo ‘Light Selami ve Dominand Teyze’
9. Rejoice ‘Kepekli saçlar’
10. Polaris
Hatta onlardan beter. Böyle medya ölçümlemesi yapanları dünyada neredeyse meslekten men edecekler. Bana inanmıyorsan, halkla ilişkilercilerin dünya örgütü İPRA’nın bundan 15 sene önce yayınlanmış, Koç Holding sponsorluğunda HDD tarafından Türkçeye çevrilmiş 10 kitapçığından ikincisinin 8’inci sayfasına bak. Önce kendine sonra hizmet verdiklerine nasıl zarar veriyorsun gör.
Abdullah Öcalanla ilgili haberleri vur sütun santime. Çarp o sayfaların reklam değerleriyle. Türkiye bütçesine yakın rakamlar bulursun. O kadarlık değer mi yaratıldı Abdullah Öcalan için. Ya da Necati Doğru bir gün yazısında iki satır, “Türk Hava Yolları müthiş hizmet veriyor ve çok güvenlidir” diye yazsa, bunun THY itibarına etkisi, yarattığı iletişim değeri 75 Dolar mıdır?
Necati Doğru ve diyer yazarlar, senin analizi böyle yaptığını duysalar, bir daha Mustafa Sarıgül’ün adını ağızlarına alırlar mı? Senin bu raporlarını gören, medyaların reklam departmanları, böyle değerlendirmelere kızıp yazı işlerine, “koymayın şunların haberlerini de biraz reklam versinler”, diye baskı yapmazlar mı?
Niyetinin iyi olduğundan hiç şüphem yok, canım kardeşim. Ama akıl ve bilgi ile donanmamış iyi niyet taşları, Cehenneme yol olurmuş, biliyorsun. Ne yapmalısın? Çözüm bir iki tık uzağında. Gir internete. Dünyadaki tüm, Türkiye’deki bazı medya ölçümleme şirketleri ne yapıyorlar bak. Buna “Benchmarking” deniyor. Yani kıyaslama. İnan bana bir günde bomba gibi rapolar üretmeye başlarsın.
Yok mu bu işi hâlâ kendi bindiği dalı keser gibi yapan ‘arkaik’ şirket ve PR ajansları? Tek tük de kalmış olsalar, var tabii. Dünyanın bir yerlerinde buharlı trenler de var Alev kardeşim...
Kısa... Kısa...
Marka savaşçıları
· İletişim konusuna keyifle kafa yoranlara bu hafta tavsiye edeceğim kitap MARKA yayınlarından MediaCat Kitapları olarak yayınlanmış. Fiona Gilmore imzalı: “Marka Savaşçıları”... Kitabın bence tek eksiği var. MARKA, reklam dünyasının yaramaz çocuk, ‘cin’lerinden Hulusi Derici’nin Başkanı olduğu bir ajans... Nerede onun önsözü?.. Herhalde kitap kadar ilginç olurdu, belki daha da ilginç...
Kim vurdu’ya gitmeyin
· Reklamverenler Derneği ile Reklamcılar Derneği bir araya gelmişler. Çalışma ilkelerini, sözleşme standartlarını belirlemişler. Çok doğru bir iş yapmışlar. Bunu da web sitelerine yerleştirmişler. Reklam verme konusunda kafası kesik tavuklar gibi oraya buraya savrulup, kim vurdu’ya gitmek, parayı sokağa atmak istemeyen, özellikle reklam verme işine yeni girecek tüm genç kuruluşlar mutlaka bir göz atmalı...
1. Bonissimo
2. Linens ‘Meltem-Haluk-Perde’
3. Milupa
4. Molfix ‘Külkedisi’
5. Ülker ‘Çamlıca’
6. Doğuş Çay
7. Nokia 'Hikâyeni yaşa'
8. Ceyo ‘Light Selami ve Dominand Teyze’
9. Rejoice ‘Kepekli saçlar’
10. Polaris