“Cennetle cehennem iç içe…”
03 mart 2016 yeni şafak
Bugün 'dijital transformasyon'dan, Sanayide 4. Dönem'den('Sanayi 4.0'), 'nesnelerin interneti'nden söz etmek, dijital kültürün hayatın her alanında kolaylaştırıcı, hızlandırıcı, insanlık adına yüceltici özelliğine vurgu yapmak bir matah değildir…
Dijital kültüre bundan 20 yıl önce vurgu yapmak, “Türkiye'yi bilgi toplumuna hazırlama” misyonunu kendine şiar edinmek, her babayiğidin harcı değildi. Bu harcı 20 yıl önce karabilmeyi, Türkiye Bilişim Vakfı'nı (TBV) kuran sayın Faruk Eczacıbaşı ve çevresindeki az sayıdaki arkadaşları başarmışlardı. Pazartesi akşamı TBV, bellerde iz bırakacak son derece etkileyici bir organizasyonla 20 yıldır hak ettiği kutlamayı hayata geçirdi.
Kutlama son derece başarılıydı, çünkü:
Dijital kültürün içinde veya kenarında olan, ondan maksimum düzeyde yararlanmaya çalışan kuruluşların en üst düzeyde yöneticileri oradaydı.
Başta finans, telekom olmak üzere pek çok sektörden bine yakın profesyonel iş insanı, son derece verimli bir ortamda bir araya geldiler.
Wyndham Grand İstanbul'un bu tür toplantılar için birebir tasarlanmış salonu ve hizmet kalitesi, hayli seçici bir yaklaşım sergileyen kitlenin hiçbir itirazı ile karşılaşmadı. Tersine övgü aldı.
15. yılda da olduğu gibi, herhangi bir ücret talep etmeden, gelirin tamamının masraflar düştükten sonra TBV'ye kalmasını sağlamak için sahne alan Cem Yılmaz, beğeni eşikleri hayli yüksek olan bu hedef kitleyi avucunun içine almayı başardı.
Hasbelkader YK üyesi olarak biz dahil herkes geceye parasını ödeyerek geldi. Öyle ya, amaç TBV'nin onlarca projesini desteklemekti. Bu nedenle geceye davet edilmemiş olan bazı basın mensubu arkadaşlarımızın hassasiyet göstermelerini anlayışla karşılamak mümkün. Bu bağlamda da çok başarılıydı gece.
Bizce gecenin tarihe not düşecek en önemli anlarından biri Faruk Eczacıbaşı'nın büyük emekle hazırladığı her satırından belli olan açılış konuşmasıydı. Kendisinin de izniyle o konuşmadan bazı bölümleri aktarmak isteriz:
“Bundan 55 yıl önce, 5 Şubat 1961'de Çetin Altan, Milliyet'teki köşesinde şöyle yazmış:
'Karayolları Genel Müdürlüğü Amerika'dan elektronik beyin almış. Bu beyin bilmem kaç memurun, bilmem kaç ayda yaptığını, bir kaç dakikada yapıyormuş… Yalnız, insanın içine bir şüphe düşüyor; biz Allah'ın verdiği beyni kullanamazken Amerika'nın verdiğini nasıl kullanacağız bakalım.'
(…)Vakfımızın kurulduğu yıllarda bir gün, bizde ilk cep telefonu ağının kurulması dolayısıyla 24 Şubat 1994'te yapılan törende BaşbakanÇiller ile Cumhurbaşkanı Demirel'e birer cep telefonu verilmişti. Telefonu İstanbul'da alan Çiller, Ankara'daki Demirel'e, 'Merhaba Sayın Cumhurbaşkanım, ilk konuşmamı sizinle yapıyorum' demişti.
Başbakan Çiller'e göre ülkemiz, telekomünikasyon alanında Avrupa'nın önündeydi. Diyordu ki: 'Hedefimiz, 2000'li yıllarda Türkiye'yi bu alanda ilk on arasına yerleştirmektir... Artık, Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya ve yurtdışı ile cep telefonuyla konuşmak mümkün.'
Demirel de Türkiye'nin çok önemli bir şey kazandığını, dünyanın her yeri ile konuşacak bu telefonun 'dinlenemediğini' özenle vurgulamıştı.”
(…)“Yüksek beklentilerimiz, şimdi şeylerin interneti, nesnelerin interneti (IoT) için var. Şu kadar milyar cihaz birbirine bağlanacak, dünyada hayat daha hızlı daha kolay olacak.
Ama her tezin, antitezi var: Siber güvenlik sorunları da tıpkı kanser gibi, çözülemeyen, çaresi bulunamayan bir hastalık gibi günlük hayatımızda artık.
20 yıl içinde, bugün geldiğimiz noktayı asla tahmin edemezdik.”
(…)“20 yıl önceye bakışla bugün epey kuşkulu bir iyimserlik içindeyim. Neden derseniz, size, 1859'da yazılmış bir paragraf okumak istiyorum:
'En iyi zamanlardı, en kötü zamanlardı.
Bilgelik çağıydı, aptallık çağıydı.
İnanç devriydi, kuşku devriydi.
Işık dönemiydi, karanlık dönemiydi.
Umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı.
Önümüzde her şey vardı, önümüzde
hiçbir şey yoktu.
Doğrudan cennete gidecektik, doğrudan cehenneme gidecektik.”
Bu paragrafı hatırlayan olacaktır sanırım. Dünya edebiyatının en tanınmış açılış paragraflarından birisi.
İngiliz romancı Charles Dickens'ın 'İki Şehrin Hikayesi' adlı romanının başlangıç satırları.
Romanda Fransız İhtilali'nin topluma sunduğu yeni fırsatlar, ama aynı zamanda toplumda yarattığı dehşet ve terör anlatılır.
Bu paragraflar bugünü neredeyse bir buçuk yüzyıl önce tarif etmiş.”
Faruk Eczacıbaşı'nın tarihe geçecek bu konuşmasının bizce en çarpıcı yanı olumluyla olumsuzun içiçe yaşandığı bir dünyayı anlatmasıydı. Kullandığımız her araç için bu geçerli değil mi?
Yeter ki araçla amacı karıştırmayalım…
Dijital kültüre bundan 20 yıl önce vurgu yapmak, “Türkiye'yi bilgi toplumuna hazırlama” misyonunu kendine şiar edinmek, her babayiğidin harcı değildi. Bu harcı 20 yıl önce karabilmeyi, Türkiye Bilişim Vakfı'nı (TBV) kuran sayın Faruk Eczacıbaşı ve çevresindeki az sayıdaki arkadaşları başarmışlardı. Pazartesi akşamı TBV, bellerde iz bırakacak son derece etkileyici bir organizasyonla 20 yıldır hak ettiği kutlamayı hayata geçirdi.
Kutlama son derece başarılıydı, çünkü:
Dijital kültürün içinde veya kenarında olan, ondan maksimum düzeyde yararlanmaya çalışan kuruluşların en üst düzeyde yöneticileri oradaydı.
Başta finans, telekom olmak üzere pek çok sektörden bine yakın profesyonel iş insanı, son derece verimli bir ortamda bir araya geldiler.
Wyndham Grand İstanbul'un bu tür toplantılar için birebir tasarlanmış salonu ve hizmet kalitesi, hayli seçici bir yaklaşım sergileyen kitlenin hiçbir itirazı ile karşılaşmadı. Tersine övgü aldı.
15. yılda da olduğu gibi, herhangi bir ücret talep etmeden, gelirin tamamının masraflar düştükten sonra TBV'ye kalmasını sağlamak için sahne alan Cem Yılmaz, beğeni eşikleri hayli yüksek olan bu hedef kitleyi avucunun içine almayı başardı.
Hasbelkader YK üyesi olarak biz dahil herkes geceye parasını ödeyerek geldi. Öyle ya, amaç TBV'nin onlarca projesini desteklemekti. Bu nedenle geceye davet edilmemiş olan bazı basın mensubu arkadaşlarımızın hassasiyet göstermelerini anlayışla karşılamak mümkün. Bu bağlamda da çok başarılıydı gece.
Bizce gecenin tarihe not düşecek en önemli anlarından biri Faruk Eczacıbaşı'nın büyük emekle hazırladığı her satırından belli olan açılış konuşmasıydı. Kendisinin de izniyle o konuşmadan bazı bölümleri aktarmak isteriz:
“Bundan 55 yıl önce, 5 Şubat 1961'de Çetin Altan, Milliyet'teki köşesinde şöyle yazmış:
'Karayolları Genel Müdürlüğü Amerika'dan elektronik beyin almış. Bu beyin bilmem kaç memurun, bilmem kaç ayda yaptığını, bir kaç dakikada yapıyormuş… Yalnız, insanın içine bir şüphe düşüyor; biz Allah'ın verdiği beyni kullanamazken Amerika'nın verdiğini nasıl kullanacağız bakalım.'
(…)Vakfımızın kurulduğu yıllarda bir gün, bizde ilk cep telefonu ağının kurulması dolayısıyla 24 Şubat 1994'te yapılan törende BaşbakanÇiller ile Cumhurbaşkanı Demirel'e birer cep telefonu verilmişti. Telefonu İstanbul'da alan Çiller, Ankara'daki Demirel'e, 'Merhaba Sayın Cumhurbaşkanım, ilk konuşmamı sizinle yapıyorum' demişti.
Başbakan Çiller'e göre ülkemiz, telekomünikasyon alanında Avrupa'nın önündeydi. Diyordu ki: 'Hedefimiz, 2000'li yıllarda Türkiye'yi bu alanda ilk on arasına yerleştirmektir... Artık, Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya ve yurtdışı ile cep telefonuyla konuşmak mümkün.'
Demirel de Türkiye'nin çok önemli bir şey kazandığını, dünyanın her yeri ile konuşacak bu telefonun 'dinlenemediğini' özenle vurgulamıştı.”
(…)“Yüksek beklentilerimiz, şimdi şeylerin interneti, nesnelerin interneti (IoT) için var. Şu kadar milyar cihaz birbirine bağlanacak, dünyada hayat daha hızlı daha kolay olacak.
Ama her tezin, antitezi var: Siber güvenlik sorunları da tıpkı kanser gibi, çözülemeyen, çaresi bulunamayan bir hastalık gibi günlük hayatımızda artık.
20 yıl içinde, bugün geldiğimiz noktayı asla tahmin edemezdik.”
(…)“20 yıl önceye bakışla bugün epey kuşkulu bir iyimserlik içindeyim. Neden derseniz, size, 1859'da yazılmış bir paragraf okumak istiyorum:
'En iyi zamanlardı, en kötü zamanlardı.
Bilgelik çağıydı, aptallık çağıydı.
İnanç devriydi, kuşku devriydi.
Işık dönemiydi, karanlık dönemiydi.
Umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı.
Önümüzde her şey vardı, önümüzde
hiçbir şey yoktu.
Doğrudan cennete gidecektik, doğrudan cehenneme gidecektik.”
Bu paragrafı hatırlayan olacaktır sanırım. Dünya edebiyatının en tanınmış açılış paragraflarından birisi.
İngiliz romancı Charles Dickens'ın 'İki Şehrin Hikayesi' adlı romanının başlangıç satırları.
Romanda Fransız İhtilali'nin topluma sunduğu yeni fırsatlar, ama aynı zamanda toplumda yarattığı dehşet ve terör anlatılır.
Bu paragraflar bugünü neredeyse bir buçuk yüzyıl önce tarif etmiş.”
Faruk Eczacıbaşı'nın tarihe geçecek bu konuşmasının bizce en çarpıcı yanı olumluyla olumsuzun içiçe yaşandığı bir dünyayı anlatmasıydı. Kullandığımız her araç için bu geçerli değil mi?
Yeter ki araçla amacı karıştırmayalım…