CHP'den yeni doğan partiler...
04 kASIM 2014
Uzun yıllardır tanıma fırsatı bulduğum, zekasına ve irfanına ayrıca da vicdanına saygı duyduğum son derece efendi siyasilerimizden eski DSP'li, eski CHP'li sevgili Emrehan Halıcı, siyasetçi kimliğinin dışında bilindiği gibi bilişim dünyasının da öncü isimlerinden biridir. Halıcı, 'Elektronik Partisi'nin bugünlerde kuruluş hazırlıkları içindeymiş. Rahmetli Ecevit'in vefatının 8. yıldönümünde kabri başındaki anma töreninden sonra yaptığı açıklamada Emrehan Bey demiş ki:
'Bir siyasi parti adına ilk internet sitesini DSP, Ecevit'in talimatıyla kurmuştur.'
Bu türden ilkler, alanlarında unutulmazlar. Kurulmakta olan Elektronik Parti de herhalde özel alanında bir ilk olacaktır. Ancak bizim asıl merak ettiğimiz, bu partinin vaadinin ne olduğudur. Ve tabii vaadi öğrendikten sonra 'nasıl' gerçekleştirmeyi düşündükleridir.
Siyasi iletişimde 'Vaad ve güven' ilişkisinin kardeşliği oluşmadan, 'ikna süreçleri' işlemez çünkü.
Aynı durum partisinden 'Bulunduğum yer zindana dönüştü' açıklamasıyla istifa eden Emine Ülker Tarhan ve arkadaşları için de geçerlidir. Meclis'te bir basın toplantısı düzenleyen Emine Ülker Hanım, uzun uzun mevcut durum tespiti yaparak 'iktidar ve muhalefet zehirlenmesi'nden dem vuruyor vurmasına da, istifası ile 'diyeceklerim var' mesajı veren bir siyasetçiye sorulması gereken 'Vaadiniz nedir?' ve 'Nasıl gerçekleştireceksiniz?' gibi çok önemli iki sorunun yanıtını katiyen vermiyor. Bu arada bu soruları soran da olmuyor... Emine Ülker Hanım'ın mevcut iktidar ve muhalefetten yakındığını çok net anlıyoruz ama söylediklerinden 'Vaat' olabilecek gibi duran işaretlere baktığımızda ufkunda soyutlamalar bulutundan başka hiçbir şey göremiyoruz:
'Bir hedefim var...' ifadesinden umutlanıyor ve devamındaki vaade odaklanmaya çalışıyoruz. Anlıyoruz ki bu hedef de fazlasıyla soyut:
'Bir hedefim var ki, o da öksüz kalmış bir davayı inşa etmek. Cumhuriyet davasını... Demokrasi davasını... Kimsesizlerin davasını... Ben bunun için mücadele vermek istiyorum.'
İstifaların çoğalacağı ve partiden kopanların başta İşçi Partisi olmak üzere pek çok muhalif grupla aynı çatı altında bir araya geleceği iddia ediliyor. Bilinen o ki Cumhurbaşkanlığı seçiminde topu bir araya gelip de Sayın Cumhurbaşkanı'na karşı varlık gösteremediler.
'Bakın eğer dünya üzerinde iyi yoksa onu icat etmek gerekir. Geleceği icat etme sürecine de farklı düşünen insan bileşimlerini katanlar kazanacaktır.'...
Emine Ülker Tarhan'ın bu laflarını duyup da halk kitlelerinin ne anlamış olabileceğini açıklayabilen beri gelsin...
Süheyl Batum da sözümona biraz daha somut vaatte bulunmuş:
'CHP'yi sarsarak kendine getirmek istiyoruz.'
Vaat ve ardından gelmesi gereken güven konusundaki belirsizlik açısından CHP'den kopmayı arzulayan ulusalcılarla yeni kurulacak olan Elektronik Parti'nin henüz netleşmeyen ufku arasında bir paralellik kurulabilir mi diye aklımızdan geçmedi değil.
CHP'yi sarsarak harekete geçirebilecek tek güç olarak akla elektronik kaynaklardan başkası gelmiyor da ondan. Biri fazlasıyla soyut, diğeri de baştan aşağı teknolojik olması nedeniyle fazlasıyla somut...
Kitlelerle iletişim kurmayı hedefliyorsanız vaat konusunda ne istediğinizi önce kendinize anlatmalısınız. Vaadiniz gerçekçi ve samimiyse ikna süreçlerinizde siyasi iletişimin gereklerini 'PR yapıyor' diye küçümsemeden yerine getireceksiniz ve kendinizi en doğru biçimde ifade etmenin yollarını size açan siyasi iletişim kültüründen nasibinizi alacaksınız... Ancak bu yolda 'Güven' dediğimiz, halkın sizi muteber addedebileceği o duyguyla buluşacaksınız.
Yoksa, 'Zindandayım. Hava kirliliği var. İktidar, muhalefet zehirlenmesi var. Öksüz kalmış bir davayı inşa edeceğim. Cumhuriyet davasını inşa edeceğim. Partiyi sarsarak kendine getireceğiz' gibi 'havada bulut, sen beni unut' söylemiyle bugüne kadar yapılandan farklı bir icattan geçtim, farklı bir fikir kırıntınız olmadığını, bu nedenle elinizdeki söylemle ancak patinaj yapılabileceğini kabullenmelisiniz.
Unutanlar bu vesileyle hatırlasınlar:
Siyaset patinajlarda zaman yitirmek için değil, iktidar olmak için yapılır.
Airbus'ın sorunu var
Türk Hava Kurumu Genel Müdürü ve saz heyetinin yaptıklarını 'merkez', 'yandaş', 'bağımsız', 'havuz', 'paralel' ne derseniz deyin, her türden medya bütün ayrıntısıyla verdi. İki şeyin altının yeterli çizilmediğini tespit etmek mümkün.
Bir: Yolsuzluklar bu hükümet tarafından demek ki halının altına süpürülmüyor.
İki: Rüşveti alandan herkes söz ediyor da verenden bahis yok.
Helikopter ihalesinde 1 milyon TL'ye yakın bir rakamın 'danışmanlık ücreti' olarak Genel Müdür oğluna ödendiği, arada tabir-i amiyane ile 'fake şirketler' (düzmece şirketler) kurularak sayın Genel Müdüre yüksek meblağlar aktarıldığı biliniyor. Peki kim aktarıyormuş bu paraları?
Bunu ancak çeşitli kaynakların satır aralarından bulup çıkarmak mümkün. 'Danışmanlık bedeli'ni Gökçen Havacılık ödemiş. Gökçen Havacılık da bir THK kuruluşu imiş. 17 helikopterin ihalesini kim kazanmış? Gökçen Havacılık... Peki bu şirket kimin helikopterlerini satmış? Eurocopter'in... Bu arada Eurocopter'in adı değişmiş. Airbus Helicopters olmuş... Yani Eurocopter kimin şirketiymiş? Airbus'ın... O halde kriz aynı zamanda kimin kriziymiş? Airbus'ın...
Lockheed'in Türkiye'deki rüşvet skandalını, F-104 (Starfighter) uçaklarıyla ilgili Türkiye'de ödediği rüşvetler sonucu ortaya çıkan skandalı yaşı tutanlar bilir, bilmeyen de bir zahmet Google'dan hafızasını tazeleyiversin.
Erdemsizliğin küçüğü büyüğü olmaz. Bu nedenle şu ana kadar susmuş olan Airbus eğer bu olayla bir ilgisi varsa da, yoksa da derhal gerekli kriz iletişim planını devreye sokmalı, gerçeğin ortaya çıkmasına katkıda bulunmalı. Aksi halde şüuyu vukuundan beter olan bu yolsuzluk iddiası ona da bulaşır kalır.
'Bir siyasi parti adına ilk internet sitesini DSP, Ecevit'in talimatıyla kurmuştur.'
Bu türden ilkler, alanlarında unutulmazlar. Kurulmakta olan Elektronik Parti de herhalde özel alanında bir ilk olacaktır. Ancak bizim asıl merak ettiğimiz, bu partinin vaadinin ne olduğudur. Ve tabii vaadi öğrendikten sonra 'nasıl' gerçekleştirmeyi düşündükleridir.
Siyasi iletişimde 'Vaad ve güven' ilişkisinin kardeşliği oluşmadan, 'ikna süreçleri' işlemez çünkü.
Aynı durum partisinden 'Bulunduğum yer zindana dönüştü' açıklamasıyla istifa eden Emine Ülker Tarhan ve arkadaşları için de geçerlidir. Meclis'te bir basın toplantısı düzenleyen Emine Ülker Hanım, uzun uzun mevcut durum tespiti yaparak 'iktidar ve muhalefet zehirlenmesi'nden dem vuruyor vurmasına da, istifası ile 'diyeceklerim var' mesajı veren bir siyasetçiye sorulması gereken 'Vaadiniz nedir?' ve 'Nasıl gerçekleştireceksiniz?' gibi çok önemli iki sorunun yanıtını katiyen vermiyor. Bu arada bu soruları soran da olmuyor... Emine Ülker Hanım'ın mevcut iktidar ve muhalefetten yakındığını çok net anlıyoruz ama söylediklerinden 'Vaat' olabilecek gibi duran işaretlere baktığımızda ufkunda soyutlamalar bulutundan başka hiçbir şey göremiyoruz:
'Bir hedefim var...' ifadesinden umutlanıyor ve devamındaki vaade odaklanmaya çalışıyoruz. Anlıyoruz ki bu hedef de fazlasıyla soyut:
'Bir hedefim var ki, o da öksüz kalmış bir davayı inşa etmek. Cumhuriyet davasını... Demokrasi davasını... Kimsesizlerin davasını... Ben bunun için mücadele vermek istiyorum.'
İstifaların çoğalacağı ve partiden kopanların başta İşçi Partisi olmak üzere pek çok muhalif grupla aynı çatı altında bir araya geleceği iddia ediliyor. Bilinen o ki Cumhurbaşkanlığı seçiminde topu bir araya gelip de Sayın Cumhurbaşkanı'na karşı varlık gösteremediler.
'Bakın eğer dünya üzerinde iyi yoksa onu icat etmek gerekir. Geleceği icat etme sürecine de farklı düşünen insan bileşimlerini katanlar kazanacaktır.'...
Emine Ülker Tarhan'ın bu laflarını duyup da halk kitlelerinin ne anlamış olabileceğini açıklayabilen beri gelsin...
Süheyl Batum da sözümona biraz daha somut vaatte bulunmuş:
'CHP'yi sarsarak kendine getirmek istiyoruz.'
Vaat ve ardından gelmesi gereken güven konusundaki belirsizlik açısından CHP'den kopmayı arzulayan ulusalcılarla yeni kurulacak olan Elektronik Parti'nin henüz netleşmeyen ufku arasında bir paralellik kurulabilir mi diye aklımızdan geçmedi değil.
CHP'yi sarsarak harekete geçirebilecek tek güç olarak akla elektronik kaynaklardan başkası gelmiyor da ondan. Biri fazlasıyla soyut, diğeri de baştan aşağı teknolojik olması nedeniyle fazlasıyla somut...
Kitlelerle iletişim kurmayı hedefliyorsanız vaat konusunda ne istediğinizi önce kendinize anlatmalısınız. Vaadiniz gerçekçi ve samimiyse ikna süreçlerinizde siyasi iletişimin gereklerini 'PR yapıyor' diye küçümsemeden yerine getireceksiniz ve kendinizi en doğru biçimde ifade etmenin yollarını size açan siyasi iletişim kültüründen nasibinizi alacaksınız... Ancak bu yolda 'Güven' dediğimiz, halkın sizi muteber addedebileceği o duyguyla buluşacaksınız.
Yoksa, 'Zindandayım. Hava kirliliği var. İktidar, muhalefet zehirlenmesi var. Öksüz kalmış bir davayı inşa edeceğim. Cumhuriyet davasını inşa edeceğim. Partiyi sarsarak kendine getireceğiz' gibi 'havada bulut, sen beni unut' söylemiyle bugüne kadar yapılandan farklı bir icattan geçtim, farklı bir fikir kırıntınız olmadığını, bu nedenle elinizdeki söylemle ancak patinaj yapılabileceğini kabullenmelisiniz.
Unutanlar bu vesileyle hatırlasınlar:
Siyaset patinajlarda zaman yitirmek için değil, iktidar olmak için yapılır.
Airbus'ın sorunu var
Türk Hava Kurumu Genel Müdürü ve saz heyetinin yaptıklarını 'merkez', 'yandaş', 'bağımsız', 'havuz', 'paralel' ne derseniz deyin, her türden medya bütün ayrıntısıyla verdi. İki şeyin altının yeterli çizilmediğini tespit etmek mümkün.
Bir: Yolsuzluklar bu hükümet tarafından demek ki halının altına süpürülmüyor.
İki: Rüşveti alandan herkes söz ediyor da verenden bahis yok.
Helikopter ihalesinde 1 milyon TL'ye yakın bir rakamın 'danışmanlık ücreti' olarak Genel Müdür oğluna ödendiği, arada tabir-i amiyane ile 'fake şirketler' (düzmece şirketler) kurularak sayın Genel Müdüre yüksek meblağlar aktarıldığı biliniyor. Peki kim aktarıyormuş bu paraları?
Bunu ancak çeşitli kaynakların satır aralarından bulup çıkarmak mümkün. 'Danışmanlık bedeli'ni Gökçen Havacılık ödemiş. Gökçen Havacılık da bir THK kuruluşu imiş. 17 helikopterin ihalesini kim kazanmış? Gökçen Havacılık... Peki bu şirket kimin helikopterlerini satmış? Eurocopter'in... Bu arada Eurocopter'in adı değişmiş. Airbus Helicopters olmuş... Yani Eurocopter kimin şirketiymiş? Airbus'ın... O halde kriz aynı zamanda kimin kriziymiş? Airbus'ın...
Lockheed'in Türkiye'deki rüşvet skandalını, F-104 (Starfighter) uçaklarıyla ilgili Türkiye'de ödediği rüşvetler sonucu ortaya çıkan skandalı yaşı tutanlar bilir, bilmeyen de bir zahmet Google'dan hafızasını tazeleyiversin.
Erdemsizliğin küçüğü büyüğü olmaz. Bu nedenle şu ana kadar susmuş olan Airbus eğer bu olayla bir ilgisi varsa da, yoksa da derhal gerekli kriz iletişim planını devreye sokmalı, gerçeğin ortaya çıkmasına katkıda bulunmalı. Aksi halde şüuyu vukuundan beter olan bu yolsuzluk iddiası ona da bulaşır kalır.