Çocuk ve masumiyet
13.03.2014 Yeni Şafak
Hassasiyetlerin tavan yaptığı ve kutuplaşmaların iyice kemikleşmeye başladığı, toplumsal gerilimin arttığı şu dönemde, o yavrucağı toprağa verirken içi ezilmeyen bir Allahın kulu olduğunu sanmıyoruz. Dünya görüşlerini çeşitli tasallutların ablukası altında 'hareket edemez' hale getirmiş olanlarımızın dahi, genlere kayıt olmuş binlerce yıllık 'çocuk' ve 'masum' gibi kavramları aklına getirmemiş olabileceğini düşünemiyoruz.Bir kalp gibi sakin ve derinden çalışan 'kamu vicdanı' dediğimiz o devasa sağduyu makamı, hem sabi hem de günahsız olana zarar vereni bağışlar mı? Bağışlamaz da ne yapar? Yazar bir yerlere... Gerilir en azından, hem de nasıl...
Yine aynı kamu vicdanı, tasallutlar sayesinde soluksuz bırakılmış bir dünya görüşünün emri gereğince, bir günahsızın hakkını arayanların ve güvenlik güçlerinin arasına karışarak yeni günahlar işlemeye hazır olanları da görür. O kamu vicdanının belleğinde, dirlik düzenlik yerine kaosu isteyenler de vardır elbette.
İletişim, mesajı veren ile alan arasında olağanüstü zenginlikler taşıyan, akıl ve hikmetten yararlanma imkânı sunan bir büyük mucizedir. İletişimsizlik ise mesajı veren ile alan arasındaki hayati kanalları tıkayan simsiyah bir katran... Toplumsal fay hatlarında biriken gerilimi boşaltacak da iletişimdir; habaset erbabının hedeflediği kaos odaklarının hesaplarını bozacak olan da...
Gezi'deki ilk üç gün gibi şu günlerde de iletişim fırsatı vardır. Şefaat ve şefkat muktedir olanın elindeki en etkili iletişim araçlarıdır... O günlerde de hükümetten bu iki ruh tekâmülü alanında daha cesur açıklamalar beklendi; bugünlerde de aklı selimde aynı anti-gerilim yaklaşımı beklentisi var. Aslında önemli bir fırsattır bu. Kullanılmazsa ülke adına da yazık olur; bu ülke adına onca yaptığı unutturulmaya çalışılan Başbakan adına da... Her kaçırılan fırsatın bir sonraki gerilimin daha da güçlenmesine neden olduğu aşikardır. Şu sıra Türkiye'nin önündeki bir numaralı mesele ne alt yapı yatırımlarıdır, ne de üst yapı... Tek ihtiyaç gerilime son verilmesi ve sosyal barışın yeniden tesisidir... Belki duygusal ve sürpriz kararlarla taçlandırılmış bir 'balkon konuşması'...
Geleceğimizi tasarlayanların geleceği de, ('adil ve eserler yaratmış bir iktidar tasavvuru' olarak), sağlıklı iletişimin berraklığı ile iletişimsizliğin katran karası arasındaki yol ayrımında ilkini seçmek sorumluluğunu onlara vermektir.
Geleceğimizi tasarlayanlara muhalefet edenler de aynı yol ayrımında durup sorumluluklarını bir kez daha gözden geçirmelidir. 'Ne olursa olsun', 'Benden sonrası tufan' tavrının kime yaradığını hatırlamak için 1960'lara, 80'lere, 70'lere, 90'lara dönüp bakmakta, o ortamları hatırlamakta yarar var. Bad-el harab-ül Basra (Basra harap olduktan sonra) gam neye yarar...
Çocuklarımız, siyasi kutuplaşmalarımızın araçları olamazlar. Cenab-ı Hak Belkin'e gani gani rahmet eylesin, ruhu şad olsun!..
Star sistemini tartışanlara bir küçük ders
Küçük estetik alanında düzeysizliklere pek kimse itibar etmez. Ciddiye alıp üzerine konuşan pek olmaz. Ancak bir iş çizgi dışına çıktıysa, bir film, dizi ya da başka bir sanat eseri, örneğin TV kültürü tarihine altın harflerle yazılacaksa, işte o zaman herkesin dili uzar. Kimi kıskançlıktan; kimi daha iyisi neden olmadı, diye söylenir durur...
Biz, sanatlı işler üzerine kelam etmeyi iş edinmiş olanların kısmen şaşkınlık kısmen de kıskançlık içinde izledikleri Kurt Seyit ve Şura'nın sinema eleştirmeni boyutunda değerlendirilmesini işin ustalarına bırakıp, olayın star boyutundan söz etmenin daha önemli olduğunu düşünüyoruz... (İyi bir eleştirmen yazısı okumak isteyenler Ceren Şehirlioğlu hanımın makalesine internetten bulup göz atabilirler)
Star sisteminin, sinemadan (sanattan), spordan, iş dünyasından ve nihayet siyasetten ortadan kalkacağını, bunun yerini ekip sorumluluğunun ve kolektif yaratıcılıkla, başarının alacağını iddia edenlere, 'star ve lider' sisteminin dimdik ayakta durduğunun Türkiye'deki son çarpıcı kanıtı, bu dizi ile geliyor bizce. 'Anti-Hero', 'Anti-Star' sistemlerini savunarak, her şeyin 'takım ruhu', 'kolektif liderlik' yaklaşımıyla hallolacağını iddia edip, bu yolla seminer, konferans ve kitaplarla yüzlerce milyon Dolarlık sektörler yaratan iletişim gurularından hâlâ etkilenenler varsa, bu diziyle yıldızı daha da parlayan o yalın Türk starını yakından izlemeliler...
Gayet basit... Çekin alın Kıvanç Tatlıtuğ'u, bakın bu diziden geriye ne kalıyor?
Nasıl Alain Delon gibi bir star uzun yıllar gelemediyse bu dünyaya, bu delikanlının da bir benzerinin gelmesi pek kolay olmayacak gibi. Bugüne kadar kendisini tüketmemiş, medya ile ilişkisinde müptezellik etmemiş (Tekrarlayalım: Müptezel = Fazlalığından dolayı değerini yitirmiş), geniş kesimlerin ortak ruhi şekillenmesinden teğet geçmeyi başarmış olması, onun her türlü övgüyü hak ettiğinin kanıtıdır. Sürekli haberlerini yaptıkları, sayelerinde ekmek yedikleri starları yerden yere çalarak kendi ayağına kurşun sıkmalarıyla maruf magazin medyamız bile, Tatlıtuğ'a bugüne kadar 'değememiştir'...
Bu genç starın çizgisinden, eğer gereken tevazu ile bakmasını bilirlerse, sanatçı, sporcu, iş insanı ve siyasetçilerimizin öğrenecekleri çok şey vardır.
Yine aynı kamu vicdanı, tasallutlar sayesinde soluksuz bırakılmış bir dünya görüşünün emri gereğince, bir günahsızın hakkını arayanların ve güvenlik güçlerinin arasına karışarak yeni günahlar işlemeye hazır olanları da görür. O kamu vicdanının belleğinde, dirlik düzenlik yerine kaosu isteyenler de vardır elbette.
İletişim, mesajı veren ile alan arasında olağanüstü zenginlikler taşıyan, akıl ve hikmetten yararlanma imkânı sunan bir büyük mucizedir. İletişimsizlik ise mesajı veren ile alan arasındaki hayati kanalları tıkayan simsiyah bir katran... Toplumsal fay hatlarında biriken gerilimi boşaltacak da iletişimdir; habaset erbabının hedeflediği kaos odaklarının hesaplarını bozacak olan da...
Gezi'deki ilk üç gün gibi şu günlerde de iletişim fırsatı vardır. Şefaat ve şefkat muktedir olanın elindeki en etkili iletişim araçlarıdır... O günlerde de hükümetten bu iki ruh tekâmülü alanında daha cesur açıklamalar beklendi; bugünlerde de aklı selimde aynı anti-gerilim yaklaşımı beklentisi var. Aslında önemli bir fırsattır bu. Kullanılmazsa ülke adına da yazık olur; bu ülke adına onca yaptığı unutturulmaya çalışılan Başbakan adına da... Her kaçırılan fırsatın bir sonraki gerilimin daha da güçlenmesine neden olduğu aşikardır. Şu sıra Türkiye'nin önündeki bir numaralı mesele ne alt yapı yatırımlarıdır, ne de üst yapı... Tek ihtiyaç gerilime son verilmesi ve sosyal barışın yeniden tesisidir... Belki duygusal ve sürpriz kararlarla taçlandırılmış bir 'balkon konuşması'...
Geleceğimizi tasarlayanların geleceği de, ('adil ve eserler yaratmış bir iktidar tasavvuru' olarak), sağlıklı iletişimin berraklığı ile iletişimsizliğin katran karası arasındaki yol ayrımında ilkini seçmek sorumluluğunu onlara vermektir.
Geleceğimizi tasarlayanlara muhalefet edenler de aynı yol ayrımında durup sorumluluklarını bir kez daha gözden geçirmelidir. 'Ne olursa olsun', 'Benden sonrası tufan' tavrının kime yaradığını hatırlamak için 1960'lara, 80'lere, 70'lere, 90'lara dönüp bakmakta, o ortamları hatırlamakta yarar var. Bad-el harab-ül Basra (Basra harap olduktan sonra) gam neye yarar...
Çocuklarımız, siyasi kutuplaşmalarımızın araçları olamazlar. Cenab-ı Hak Belkin'e gani gani rahmet eylesin, ruhu şad olsun!..
Star sistemini tartışanlara bir küçük ders
Küçük estetik alanında düzeysizliklere pek kimse itibar etmez. Ciddiye alıp üzerine konuşan pek olmaz. Ancak bir iş çizgi dışına çıktıysa, bir film, dizi ya da başka bir sanat eseri, örneğin TV kültürü tarihine altın harflerle yazılacaksa, işte o zaman herkesin dili uzar. Kimi kıskançlıktan; kimi daha iyisi neden olmadı, diye söylenir durur...
Biz, sanatlı işler üzerine kelam etmeyi iş edinmiş olanların kısmen şaşkınlık kısmen de kıskançlık içinde izledikleri Kurt Seyit ve Şura'nın sinema eleştirmeni boyutunda değerlendirilmesini işin ustalarına bırakıp, olayın star boyutundan söz etmenin daha önemli olduğunu düşünüyoruz... (İyi bir eleştirmen yazısı okumak isteyenler Ceren Şehirlioğlu hanımın makalesine internetten bulup göz atabilirler)
Star sisteminin, sinemadan (sanattan), spordan, iş dünyasından ve nihayet siyasetten ortadan kalkacağını, bunun yerini ekip sorumluluğunun ve kolektif yaratıcılıkla, başarının alacağını iddia edenlere, 'star ve lider' sisteminin dimdik ayakta durduğunun Türkiye'deki son çarpıcı kanıtı, bu dizi ile geliyor bizce. 'Anti-Hero', 'Anti-Star' sistemlerini savunarak, her şeyin 'takım ruhu', 'kolektif liderlik' yaklaşımıyla hallolacağını iddia edip, bu yolla seminer, konferans ve kitaplarla yüzlerce milyon Dolarlık sektörler yaratan iletişim gurularından hâlâ etkilenenler varsa, bu diziyle yıldızı daha da parlayan o yalın Türk starını yakından izlemeliler...
Gayet basit... Çekin alın Kıvanç Tatlıtuğ'u, bakın bu diziden geriye ne kalıyor?
Nasıl Alain Delon gibi bir star uzun yıllar gelemediyse bu dünyaya, bu delikanlının da bir benzerinin gelmesi pek kolay olmayacak gibi. Bugüne kadar kendisini tüketmemiş, medya ile ilişkisinde müptezellik etmemiş (Tekrarlayalım: Müptezel = Fazlalığından dolayı değerini yitirmiş), geniş kesimlerin ortak ruhi şekillenmesinden teğet geçmeyi başarmış olması, onun her türlü övgüyü hak ettiğinin kanıtıdır. Sürekli haberlerini yaptıkları, sayelerinde ekmek yedikleri starları yerden yere çalarak kendi ayağına kurşun sıkmalarıyla maruf magazin medyamız bile, Tatlıtuğ'a bugüne kadar 'değememiştir'...
Bu genç starın çizgisinden, eğer gereken tevazu ile bakmasını bilirlerse, sanatçı, sporcu, iş insanı ve siyasetçilerimizin öğrenecekleri çok şey vardır.