Cumhurbaşkanı adayının 'lansman toplantısı' (!)..
21 HAZİRAN 2014 YENİ ŞAFAK
Yazının devamını okumadan beni birincil uzmanlık alanımın 'ilişki ve iletişim yönetimi' olduğunu belirtip şu 5 tespitimi okumanızı istirham edebilir miyim:
1. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu'nun (kendisine nickname olarak Ekmel'i seçmiş) şahsı ile ilgili son derece olumlu duygularla doluyum… Yazılarıyla ilk kez NPQ dergisi yıllarında karılaşmıştım. Seçilecek olursa, Türkiye adına karalar bağlamam.
2. Türkiye'de demokrasinin canlılığını koruması için güçlü muhalefet şart. O nedenle güçlü bir Cumhurbaşkanı adayı tüm ülkenin yararınadır.
3. Liderle yönetici arasındaki farkı anlamadan siyasi iletişim konusunda ahkâm kesmek son derece yanlıştır… Her iyi yöneticiden iyi bir lider çıkamayacağı gibi, her iyi lider de iyi bir yönetici olamayabilmektedir. (Örneğin, benim bu ikinci gruba girebileceğimi söyleyebiliriz.)
4. Ekmel bey için yürütülen siyasi iletişim faaliyetlerindeki plansızlık, beceriksizlik ve sakarlığı eleştirmek, ne Ekmel beyin şahsını eleştirmek demektir, ne de anlı şanlı CHP camiasının tamamını…
5. Zaman kısa olduğu için siyasi iletişim sürecinin aşamalarında yapılacak en küçük hatalar, düzeltilmeleri için yeterli süre kalmayacağından, normal zaman mesafelerinde kolaylıkla çözülebilecek çelişkilerin daha büyük yaşanmasına neden olabilir…
99 depreminde bir jeoloji profesörümüz tamamen mesleki bir heyecana kendisini kaptırarak dünyayı bir laboratuar derekesine düşürüp 'Yakışıklı deprem' ifadesini kullanmıştı da, çok yadırganmıştı. Benzer bir durumu bendeniz de, Ekmel bey'in kameralarla 'Cumhurbaşkanı adayı' olarak ilk kez karşılaştığı anların görüntülerini izlerken yaşadım…
Düşünsenize… Muhalefet hayli uzun bir süredir 'ciddi' bir arayış sürdürüyordu. Kemal bey bizzat sivil toplum örgütleri, çıkar grupları ve çeşitli toplumsal platformlarla derin istişarelere girişmişti. Almanyalarda arayışlarına devam etmiş, beklentileri sürekli yukarı çekmiş ve merak unsurunu alabildiğine geliştirmişti…
Nihayetinde düğümün çözülme anından (climax) bir önceki aşamaya gelindi ve isim açıklandı… Ekmeleddin İhsanoğlu… Sıra Climax (zirve) anına gelmişti. Bir sonraki adım adayın medya dünyası vasıtasıyla 'seçmen'e takdim edilip sevdirme sürecinin başlatılacağı bir tür 'lansman' toplantısı ya da kampanya 'başlama vuruşu' etkinliği bekleniyordu…
'Tanımıyorsunuz Ekmeleddin Bey'i, ancak zamanla seveceksiniz' dememiş miydi Kemal Bey… İşte o tanışma için heyecanla bekleyen kitlelere sunum yapılmak üzereydi!..
A Haber'de Duygu Leloğlu'nun konuğu olarak tam da bu konuyu konuşuyoruz ve birden 'yakışıklı deprem' ifadesindeki mesleki illüzyon durumu beni de sarıveriyor sanki. Muhalefetin adayını tanımak isteyenler için çok değerli olması gerekip de beklentiyi yerle bir edebilecek o ' talihsiz iletişim sürprizi' denebilecek görüntüler üzerine biraz da düş kırıklığıyla 'içimden geldiği' gibi –seçilmiş değil- yorumlar yaparken, hoşgörü sınırlarını zorluyor muyum acaba, diye düşünmedim desem, yalan olur…
O sokak arasında, kapı önünde gazetecilerin sorularına, 'konuşsam mı, konuşmasam mı?' tereddüdü içinde verdiği yanıtların ve asıl bu yanıtlardan çok, trafiğin işlediği, cep telefonlarının çaldığı, çöp bidonlarının göründüğü, arkada kadraja girmek için çeşitli 'halk hareketleri' yapan site görevlilerinin 'havası', bir aracın nerdeyse çarpacakmış gibi Ekmel beyi sıyırarak geçmesi, bir VW arabanın Cumhurbaşkanı adayımıza tahsis edilmesi (ya da kendi arabası olarak kullanılması), şoförün değil site güvenlik görevlisinin Cumhurbaşkanı adayımıza önce yanlış, sonra doğru kapıyı açmış olması, Allah korusun devletin gelecek 5 yıl için zirvesinin emanet edilmesi düşünülen kişiye tek bir koruma aracı ve/veya görevlisinin tahsis edilmemiş olması ve nihayet bu 'lansman'ın iletişim tarihine geçecek düzeyde durum komikliğine dönüşmesi karşısında biraz daha 'anlayışlı' olsam, daha mı az haksızlık etmiş olurdum Ekmel Bey'e?.. (Video için bkz. goo.gl/6Mi4jw)
Bu ilk ekran deneyiminin nasıl olması gerektiğini iyi bilen iletişimci arkadaşlarımız beni anlayacaklardır. Başbakan'ın yüksek tavanlı geniş toplantı odasında Akil Adamlar Heyeti'ni bir araya topladığı ekran görüntülerini bir an için hatırlayacak olursanız, tam da böylesi bir atmosfer gerektiren 'Muhalefetin Cumhurbaşkanı Adayı'nın ilk tanıtım lansmanı'nın sokak arasındaki gündelik hayatı da yansıtan amatör görüntülerle sunulması öncelikle mesleki açıdan hakikaten komiktir. 'Ne var yani Ekmel bey halk adamı!' numarasını da kimse yemez müsaadenizle…
'Şifahi bir toplumuz'
Kenan Evren'in 96 ve Tahsin Şahinkaya'nın da 89 yaşında aldıkları müebbet cezasını, 'Şaka mı bu?' diye azımsayanların, simgeler ya da sembollerle bir alakası olmadıklarından değil, kendi arzularının hilafına bir duruma tepki gösterdikleri şeklinde anlamamız gerekiyor herhalde.
Evren'in Anayasası'na 'Evet' oyu verenlerin bugün nereye saklanmış olabileceklerini bilmemiz mümkün değil. Türkiye'nin neredeyse 'hayır' demiş %8.63'ünün içine sığmışlar sanki… Kime baksan sülâleden 'Hayırcı' ve de Anti-Evren durumunda…
O zamanlar video kayıtları pek gelişmemişti… Cep telefonları falan… Kılıçdaroğlu'nun damdan düşer gibi bir süre önce '12 Eylül'ün hesabını soramazlar!', 'Soracaklar da ne olacak!', 'Zaten müruru zamana uğrar!' şeklindeki kayda geçmiş veciz ifadeleri gibi, 1982 Anayasası özürlü entelijansiyamızın da özlü sözlü demeçlerini yeniden izleme fırsatımız ne yazık ki yok…
'Şifahi bir toplumuz' derdi rahmetli Attilâ İlhan ve gerçekten de sohbet etmeye, yüzyüze iletişime çok daha açık olan bizim gibi ülkelerde simgeler de, semboller de, veya çift anlama gelen mizahi ifadeler, cinas, kinaye, ihsas gibi soyutlama gerektiren 'dokundurma'lar da ardındaki gerçek manalarından çok, bazen ilk akla gelen biçimiyle algılanır. Simgelerin şifresini çözebilmek ve haşır neşir olabilmek 'görsel kültür'le çok yakından ilgili bir meseledir.
İki yaşlı darbecinin hayatlarına kast edilemeyec-eğine göre, kamu vicdanında da kabul görebilecek biçimde verilen müebbet hapis cezalarının, siyaset tarihimiz içinde daha önceki darbelerde alınan canların vebali ve günahını sorgulatacak bir 'simge dava' olarak değerlendirileceğini umuyoruz.
1. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu'nun (kendisine nickname olarak Ekmel'i seçmiş) şahsı ile ilgili son derece olumlu duygularla doluyum… Yazılarıyla ilk kez NPQ dergisi yıllarında karılaşmıştım. Seçilecek olursa, Türkiye adına karalar bağlamam.
2. Türkiye'de demokrasinin canlılığını koruması için güçlü muhalefet şart. O nedenle güçlü bir Cumhurbaşkanı adayı tüm ülkenin yararınadır.
3. Liderle yönetici arasındaki farkı anlamadan siyasi iletişim konusunda ahkâm kesmek son derece yanlıştır… Her iyi yöneticiden iyi bir lider çıkamayacağı gibi, her iyi lider de iyi bir yönetici olamayabilmektedir. (Örneğin, benim bu ikinci gruba girebileceğimi söyleyebiliriz.)
4. Ekmel bey için yürütülen siyasi iletişim faaliyetlerindeki plansızlık, beceriksizlik ve sakarlığı eleştirmek, ne Ekmel beyin şahsını eleştirmek demektir, ne de anlı şanlı CHP camiasının tamamını…
5. Zaman kısa olduğu için siyasi iletişim sürecinin aşamalarında yapılacak en küçük hatalar, düzeltilmeleri için yeterli süre kalmayacağından, normal zaman mesafelerinde kolaylıkla çözülebilecek çelişkilerin daha büyük yaşanmasına neden olabilir…
99 depreminde bir jeoloji profesörümüz tamamen mesleki bir heyecana kendisini kaptırarak dünyayı bir laboratuar derekesine düşürüp 'Yakışıklı deprem' ifadesini kullanmıştı da, çok yadırganmıştı. Benzer bir durumu bendeniz de, Ekmel bey'in kameralarla 'Cumhurbaşkanı adayı' olarak ilk kez karşılaştığı anların görüntülerini izlerken yaşadım…
Düşünsenize… Muhalefet hayli uzun bir süredir 'ciddi' bir arayış sürdürüyordu. Kemal bey bizzat sivil toplum örgütleri, çıkar grupları ve çeşitli toplumsal platformlarla derin istişarelere girişmişti. Almanyalarda arayışlarına devam etmiş, beklentileri sürekli yukarı çekmiş ve merak unsurunu alabildiğine geliştirmişti…
Nihayetinde düğümün çözülme anından (climax) bir önceki aşamaya gelindi ve isim açıklandı… Ekmeleddin İhsanoğlu… Sıra Climax (zirve) anına gelmişti. Bir sonraki adım adayın medya dünyası vasıtasıyla 'seçmen'e takdim edilip sevdirme sürecinin başlatılacağı bir tür 'lansman' toplantısı ya da kampanya 'başlama vuruşu' etkinliği bekleniyordu…
'Tanımıyorsunuz Ekmeleddin Bey'i, ancak zamanla seveceksiniz' dememiş miydi Kemal Bey… İşte o tanışma için heyecanla bekleyen kitlelere sunum yapılmak üzereydi!..
A Haber'de Duygu Leloğlu'nun konuğu olarak tam da bu konuyu konuşuyoruz ve birden 'yakışıklı deprem' ifadesindeki mesleki illüzyon durumu beni de sarıveriyor sanki. Muhalefetin adayını tanımak isteyenler için çok değerli olması gerekip de beklentiyi yerle bir edebilecek o ' talihsiz iletişim sürprizi' denebilecek görüntüler üzerine biraz da düş kırıklığıyla 'içimden geldiği' gibi –seçilmiş değil- yorumlar yaparken, hoşgörü sınırlarını zorluyor muyum acaba, diye düşünmedim desem, yalan olur…
O sokak arasında, kapı önünde gazetecilerin sorularına, 'konuşsam mı, konuşmasam mı?' tereddüdü içinde verdiği yanıtların ve asıl bu yanıtlardan çok, trafiğin işlediği, cep telefonlarının çaldığı, çöp bidonlarının göründüğü, arkada kadraja girmek için çeşitli 'halk hareketleri' yapan site görevlilerinin 'havası', bir aracın nerdeyse çarpacakmış gibi Ekmel beyi sıyırarak geçmesi, bir VW arabanın Cumhurbaşkanı adayımıza tahsis edilmesi (ya da kendi arabası olarak kullanılması), şoförün değil site güvenlik görevlisinin Cumhurbaşkanı adayımıza önce yanlış, sonra doğru kapıyı açmış olması, Allah korusun devletin gelecek 5 yıl için zirvesinin emanet edilmesi düşünülen kişiye tek bir koruma aracı ve/veya görevlisinin tahsis edilmemiş olması ve nihayet bu 'lansman'ın iletişim tarihine geçecek düzeyde durum komikliğine dönüşmesi karşısında biraz daha 'anlayışlı' olsam, daha mı az haksızlık etmiş olurdum Ekmel Bey'e?.. (Video için bkz. goo.gl/6Mi4jw)
Bu ilk ekran deneyiminin nasıl olması gerektiğini iyi bilen iletişimci arkadaşlarımız beni anlayacaklardır. Başbakan'ın yüksek tavanlı geniş toplantı odasında Akil Adamlar Heyeti'ni bir araya topladığı ekran görüntülerini bir an için hatırlayacak olursanız, tam da böylesi bir atmosfer gerektiren 'Muhalefetin Cumhurbaşkanı Adayı'nın ilk tanıtım lansmanı'nın sokak arasındaki gündelik hayatı da yansıtan amatör görüntülerle sunulması öncelikle mesleki açıdan hakikaten komiktir. 'Ne var yani Ekmel bey halk adamı!' numarasını da kimse yemez müsaadenizle…
'Şifahi bir toplumuz'
Kenan Evren'in 96 ve Tahsin Şahinkaya'nın da 89 yaşında aldıkları müebbet cezasını, 'Şaka mı bu?' diye azımsayanların, simgeler ya da sembollerle bir alakası olmadıklarından değil, kendi arzularının hilafına bir duruma tepki gösterdikleri şeklinde anlamamız gerekiyor herhalde.
Evren'in Anayasası'na 'Evet' oyu verenlerin bugün nereye saklanmış olabileceklerini bilmemiz mümkün değil. Türkiye'nin neredeyse 'hayır' demiş %8.63'ünün içine sığmışlar sanki… Kime baksan sülâleden 'Hayırcı' ve de Anti-Evren durumunda…
O zamanlar video kayıtları pek gelişmemişti… Cep telefonları falan… Kılıçdaroğlu'nun damdan düşer gibi bir süre önce '12 Eylül'ün hesabını soramazlar!', 'Soracaklar da ne olacak!', 'Zaten müruru zamana uğrar!' şeklindeki kayda geçmiş veciz ifadeleri gibi, 1982 Anayasası özürlü entelijansiyamızın da özlü sözlü demeçlerini yeniden izleme fırsatımız ne yazık ki yok…
'Şifahi bir toplumuz' derdi rahmetli Attilâ İlhan ve gerçekten de sohbet etmeye, yüzyüze iletişime çok daha açık olan bizim gibi ülkelerde simgeler de, semboller de, veya çift anlama gelen mizahi ifadeler, cinas, kinaye, ihsas gibi soyutlama gerektiren 'dokundurma'lar da ardındaki gerçek manalarından çok, bazen ilk akla gelen biçimiyle algılanır. Simgelerin şifresini çözebilmek ve haşır neşir olabilmek 'görsel kültür'le çok yakından ilgili bir meseledir.
İki yaşlı darbecinin hayatlarına kast edilemeyec-eğine göre, kamu vicdanında da kabul görebilecek biçimde verilen müebbet hapis cezalarının, siyaset tarihimiz içinde daha önceki darbelerde alınan canların vebali ve günahını sorgulatacak bir 'simge dava' olarak değerlendirileceğini umuyoruz.