Demirtaş’a bir tuzak da Karayılan’dan…
08 ağustos 2015 yeni şafak
Tam da bizim milletin anladığı, anlayıp katıldığı, sindiği hareketler bunlar… Tehdit, meydan okuma, 'koydum mu oturturum'tavırları… HDP'nin PKK ile cidden başı dertte…
Başkan (Kendisine 'Eşbaşkan' diyorlar) Selahattin Demirtaş yurtdışında bir yandan uluslararası ittifaklar arayıp, öte yandan PKK'ya bir miktar da olsa ayar vermeye çalışırken, bizim 'evrensel dünya görüşü ve adalet duygusuna sahip' bazı medyanın, unvanını “KCK Yürütme Konseyi Üyesi” olarak verdiği Murat Karayılan bakın nasıl bir açıklama yapmış:
“İzleme Heyeti'nin gözetiminde bir müzakere sürecinin başlatılmasını istiyoruz. Dolmabahçe mutabakatına uyulması gerekir. Ciddi ve tutarlı bir yaklaşım olmadan sürecin gelişeceğine inanmıyoruz. Bu çocuk oyuncağı değil; bir savaş başlamış bulunuyor.”
PKK'nın resmi ajansı gibi çalışan ANF'den (Ajansa Nûçeyan a Firatê – Fırat Haber Ajansı) PKK'nın sahadaki liderinin 'artistik' fotoğrafı ile verdiği röportajı birebir alıntılayan Haber Portalı T24'ün yazdıklarına göre Karayılan şöyle devam ediyor:
“Gerillanın (!) şimdi yaptığı, savunma hakkıdır. Meşru savunma hakkı çerçevesinde misilleme eylemlerini yapmaktadır ama süreç artık başlamıştır ve bu süreç daha da derinleşecek, bizim de topyekûn savaşa karşı topyekûn direniş sürecimiz gündeme girecektir… Madem onlar bizi savaşla yok etmek istiyorlarsa buyursunlar; yapabiliyorlarsa yapsınlar. Onlar gelişmiş istihbarat imkânlarına ve yüksek teknolojilerine güvenerek bizi yok edeceklerini sanıyorlar. Buyursunlar etsinler bakalım…”
Röportajın sonunda da sanki bilhassa deşifre etmek, bu kadarını da hak etmediği halde, PKK sempatizanı gibi konumlamak istercesine, gazeteci yazar Hasan Cemal'e takdir dolu bir gönderme var:
Ortada iki ülkenin çatışması var da; eşitler arası bir görüşme söz konusuymuş, dersiniz… Şöyle buyurmuş PKK'nın saha patronu: “Hasan Cemal Bey 2009'dan beri her iki tarafın ellerini tetikten çekme çağrısını dillendirmiştir. Bu yeni bir şey değildir. Biz buna karşı değiliz”…
Nasıl?.. Aynı lafı Hasan Cemal'e hiç gönderme yapmadan da söyleyebilirdi… İlginç değil mi?..
Bizim milletin hoşgörü ve anlayış sınırlarını zorlamak ancak bu kadar olur. Bizde trafikte bile durduk yerde birine 'hodri meydan' çekin, bakın başınıza neler geliyor…
Siyasi iletişim açısından, zamanlama açısından, hangi
açıdan bakarsanız oradan hem İmralı'ya, hem Demirtaş'a ve hem de HDP'ye bundan daha büyük bir kötülük nasıl yapılırdı, ben düşünemiyorum doğrusu…
Sadece 'imkânı olan' mı yine ipi göğüsleyecek?
Eğitim konusunda karmaşa bir türlü bitmiyor… Sürekli sistemler değişiyor. Ben liseyi 1965'te bitirdim. O sene Almanya'da Abitur (Lise Bitirme Diploması ve ilgili sınav sistemi, Fransızların Bakaloryasına tekabül eder) nasıl ise hâlâ aynı… Üniversitelere giriş sisteminde de herhangi bir ciddi değişiklik yok. O zaman da lisede alınan not ortalamasına göre 'Numerus Clausus' (giriş tercih sıralaması) uygulanırdı. 50 sene sonra da aynı şey. Almanlar ya da Fransızlar geri zekâlı mı? Biz bizim ülke için 'en mükemmelini bulacağız' diye sistemin orası ile burası ile oynayıp durmadan değiştiriyoruz.
Öğrencinin de başı dönüyor, hocaların da, velilerin de…
Sıklıkla söylediğimizi yineleyelim. Müphemiyet algılamanın bir numaralı düşmanıdır… Son Anayasa Mahkemesi kararı da bir başka müphemiyet ortamına neden olmadı mı?
Peki sonuç? Bu sürekli değişim içinde kalitenin durumu ne olmuş? Bir dostumuz son beş yıl içinde YGS sınavlarında sorulan soru adetlerini ve verilen doğru cevapların adetlerini sıralamış. Şöyle bir tablo çıkmış ortaya:
11 Temmuz günü bu
sütunlarda 'Çöpe giden diplomalar' başlıklı bir yazı kaleme almış veAzerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR'ın Türkiye CEO›suKenan Yavuz Bey'in çok önemli bir tespitine yer vermiştik. Şöyle demişti Yavuz:
“Gelen özgeçmişleri çöpe atıyorum. Kapım üniversitelilere kapalı. Çocukları kandırıyorlar. Nitelikli eleman bulamıyoruz. Ailelere sesleniyorum Sitcom'a benzeyen gece kondu üniversitelerine çocuklarınızı gönderip hayatlarını karartmayın. İş bulamazlar.”
Peki, istedikleri kurumda iş bulacak üniversitelere girmeyi başaranlar? Onlara 'imkânı' olanlar deniyor. Şahsen tanıdığım ve büyük saygı duyduğum Milli Eğitim Bakanının hedefinin sosyal devlet gereği fırsat eşitliğine ulaşmak olduğunu da biliyorum. Dershaneleri kapatma kararı, sadece 'Paralel Darbeye' darbe vurmak için alınmamıştı. Ona da vakıfım. Ancak yukarıdaki liste de başka bir gerçeğe işaret ediyor. Bakanın bu gerçekle ilgili endişelenmemizin yersiz olduğu konusunda bizi ikna etmesine ne kadar ihtiyacımız var . . .
Başkan (Kendisine 'Eşbaşkan' diyorlar) Selahattin Demirtaş yurtdışında bir yandan uluslararası ittifaklar arayıp, öte yandan PKK'ya bir miktar da olsa ayar vermeye çalışırken, bizim 'evrensel dünya görüşü ve adalet duygusuna sahip' bazı medyanın, unvanını “KCK Yürütme Konseyi Üyesi” olarak verdiği Murat Karayılan bakın nasıl bir açıklama yapmış:
“İzleme Heyeti'nin gözetiminde bir müzakere sürecinin başlatılmasını istiyoruz. Dolmabahçe mutabakatına uyulması gerekir. Ciddi ve tutarlı bir yaklaşım olmadan sürecin gelişeceğine inanmıyoruz. Bu çocuk oyuncağı değil; bir savaş başlamış bulunuyor.”
PKK'nın resmi ajansı gibi çalışan ANF'den (Ajansa Nûçeyan a Firatê – Fırat Haber Ajansı) PKK'nın sahadaki liderinin 'artistik' fotoğrafı ile verdiği röportajı birebir alıntılayan Haber Portalı T24'ün yazdıklarına göre Karayılan şöyle devam ediyor:
“Gerillanın (!) şimdi yaptığı, savunma hakkıdır. Meşru savunma hakkı çerçevesinde misilleme eylemlerini yapmaktadır ama süreç artık başlamıştır ve bu süreç daha da derinleşecek, bizim de topyekûn savaşa karşı topyekûn direniş sürecimiz gündeme girecektir… Madem onlar bizi savaşla yok etmek istiyorlarsa buyursunlar; yapabiliyorlarsa yapsınlar. Onlar gelişmiş istihbarat imkânlarına ve yüksek teknolojilerine güvenerek bizi yok edeceklerini sanıyorlar. Buyursunlar etsinler bakalım…”
Röportajın sonunda da sanki bilhassa deşifre etmek, bu kadarını da hak etmediği halde, PKK sempatizanı gibi konumlamak istercesine, gazeteci yazar Hasan Cemal'e takdir dolu bir gönderme var:
Ortada iki ülkenin çatışması var da; eşitler arası bir görüşme söz konusuymuş, dersiniz… Şöyle buyurmuş PKK'nın saha patronu: “Hasan Cemal Bey 2009'dan beri her iki tarafın ellerini tetikten çekme çağrısını dillendirmiştir. Bu yeni bir şey değildir. Biz buna karşı değiliz”…
Nasıl?.. Aynı lafı Hasan Cemal'e hiç gönderme yapmadan da söyleyebilirdi… İlginç değil mi?..
Bizim milletin hoşgörü ve anlayış sınırlarını zorlamak ancak bu kadar olur. Bizde trafikte bile durduk yerde birine 'hodri meydan' çekin, bakın başınıza neler geliyor…
Siyasi iletişim açısından, zamanlama açısından, hangi
açıdan bakarsanız oradan hem İmralı'ya, hem Demirtaş'a ve hem de HDP'ye bundan daha büyük bir kötülük nasıl yapılırdı, ben düşünemiyorum doğrusu…
Sadece 'imkânı olan' mı yine ipi göğüsleyecek?
Eğitim konusunda karmaşa bir türlü bitmiyor… Sürekli sistemler değişiyor. Ben liseyi 1965'te bitirdim. O sene Almanya'da Abitur (Lise Bitirme Diploması ve ilgili sınav sistemi, Fransızların Bakaloryasına tekabül eder) nasıl ise hâlâ aynı… Üniversitelere giriş sisteminde de herhangi bir ciddi değişiklik yok. O zaman da lisede alınan not ortalamasına göre 'Numerus Clausus' (giriş tercih sıralaması) uygulanırdı. 50 sene sonra da aynı şey. Almanlar ya da Fransızlar geri zekâlı mı? Biz bizim ülke için 'en mükemmelini bulacağız' diye sistemin orası ile burası ile oynayıp durmadan değiştiriyoruz.
Öğrencinin de başı dönüyor, hocaların da, velilerin de…
Sıklıkla söylediğimizi yineleyelim. Müphemiyet algılamanın bir numaralı düşmanıdır… Son Anayasa Mahkemesi kararı da bir başka müphemiyet ortamına neden olmadı mı?
Peki sonuç? Bu sürekli değişim içinde kalitenin durumu ne olmuş? Bir dostumuz son beş yıl içinde YGS sınavlarında sorulan soru adetlerini ve verilen doğru cevapların adetlerini sıralamış. Şöyle bir tablo çıkmış ortaya:
11 Temmuz günü bu
sütunlarda 'Çöpe giden diplomalar' başlıklı bir yazı kaleme almış veAzerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR'ın Türkiye CEO›suKenan Yavuz Bey'in çok önemli bir tespitine yer vermiştik. Şöyle demişti Yavuz:
“Gelen özgeçmişleri çöpe atıyorum. Kapım üniversitelilere kapalı. Çocukları kandırıyorlar. Nitelikli eleman bulamıyoruz. Ailelere sesleniyorum Sitcom'a benzeyen gece kondu üniversitelerine çocuklarınızı gönderip hayatlarını karartmayın. İş bulamazlar.”
Peki, istedikleri kurumda iş bulacak üniversitelere girmeyi başaranlar? Onlara 'imkânı' olanlar deniyor. Şahsen tanıdığım ve büyük saygı duyduğum Milli Eğitim Bakanının hedefinin sosyal devlet gereği fırsat eşitliğine ulaşmak olduğunu da biliyorum. Dershaneleri kapatma kararı, sadece 'Paralel Darbeye' darbe vurmak için alınmamıştı. Ona da vakıfım. Ancak yukarıdaki liste de başka bir gerçeğe işaret ediyor. Bakanın bu gerçekle ilgili endişelenmemizin yersiz olduğu konusunda bizi ikna etmesine ne kadar ihtiyacımız var . . .