Demokrasinin de budalaları olur...
04 aralık 2014
Mardinli Ermeni demirci Nazaret’in öyküsünü anlatan ‘The Cut’ filminin basın gösterimi yapılmış ve bazı sinema yazarları da görüşlerini açıklamış.
Biz görüşlerimizi filmi izlemeden açıklayanlardanız. Yönetmen Fatih Akın’ın doğup büyüdüğü ülke olan Almanya’da gösterime girmeden önce bir film hakkında olumlu ya da olumsuz yazı yazanları galaya davet etmemek görülmüş, duyulmuş bir PR uygulaması olmasa da, bizim ülkemizdeki yerleşik ‘sinemaya bakış’ zihniyeti ‘sen, ben, bizim oğlan, bizim taraftar’ kolaycılığıyla yürütüldüğü için The Cut’ın basın gösterimine çağrılmamış olmaktan ötürü hiç eksiklenmedik. Ayrıca bir sinema yazarı da değiliz zaten.
Önümüzdeki yıl tüm Ermeni lobileri için tüm dünyanın bir ‘100.Yıl Aksiyon Sahası’na dönüştürüleceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktu ve bu sahaya bir armağan niyetine fırlatılacak olası bir ‘mücevher film’in kaç karat olduğunu ölçmek isteyenlerin niyetlerinden kuşku duymasak biraz, tuhaf kaçardı. Türkiye kökenli Batılı bir yönetmenden 100. Yıla Armağan... Tadından yenmez...
Yazdığımız yazılarda bu filmin 2015’e kalmadan gösterime girmesini hayırlı bir gelişme olarak gördüğümüzü de ifade ettik. Yine de Aralık’ta Türkiye’de gündeme giren bu film, IMDb kayıtlarında yapım yılı olarak 2014’e tarihlense de 2015’le olan yakın özsel bağı nedeniyle en azından iletişim disiplini açısından ‘Algılama Yönetimi’ bahislerinde ‘teaser’dan (merak uyandırma) başlayarak, nihayetinde ‘farkındalık oluşturma katsayısına katkı’ başlıklarıyla pekala yerini alabilir. (Anlaşıldığı kadarıyla filmin damardan girerek beyine ve ardından da belleklerdeki pazar payına sahip olması pek mümkün görünmüyor.)
Gelelim sinema yazarlarımızın ‘The Cut’ hakkındaki görüşlerine.
Uğur Vardan: “Akın’ın filmi en azından Ermeni meselesindeki ilk adım olma ve bir kapıyı aralama özelliği taşıyacak.”
Atilla Dorsay: “Benim beklediğim Ermeni soykırımı filmi değil, Ermeni soykırımının perde arkası ve alt yapısını anlatan bir filmdi. Bunlar filmde yok.”
Cüneyt Cebenoyan: “Bu tabularla yüzleşmek, hakkında konuşmak ve anlamak lazım. Ama hikayenin çok etkileyici olduğunu düşünmüyorum.”
Serdar Akbıyık: “Fatih Akın’ın Geceyarısı Ekspresi. O film bile bu kadar tek taraflı değildi. Hatta Ermeni diasporası bile bu filmi böyle tek taraflı çekmezdi. Bu film gişe yapar mı bilmem ama insanların kalbini kırar.”
Alper Turgut: “Osmanlı döneminde şakır şakır İngilizce konuşan Ermeniler var filmde. Ama bir bakıyorsunuz Türkler gaddar bir sesle geliyorlar. Bu, filmi tarafgir yapar.”
Eleştirmenlerin söyledikleri içinde ‘Hatta Ermeni diasporası bile bu filmi böyle tek taraflı çekmezdi’ cümlesinde biraz durmak lazım. Sadece 1915 meselesi değil, pek çok konuda ecnebi Türk aydınlarımızın Batı’dan çok Batılı ya da Batıcı tavrıyla yazıp söylediklerine bakınca gençlik yıllarımızdaki gibi hayretler içerisine garkolmuyoruz. Bu nedenle “The Cut” filmini de görmeden, bir yıl kadar önce ‘Aman dikkat!’ demiştik. Kuşkularımızın nedeni sadece onlar değildi elbette. Nihayet kitabını da yazdığımız ‘Algılama Yönetimi’nin Batı’da ve özellikle ABD’deki uygulamalarını takip ediyor olmanız bile bu türden netameli konularda çözmek istediğiniz ipin ucunun asla kaçmayacağını, görünür bir yerlerde durduğunu bilmek için yeterlidir.
Hollywood’un ‘Algılama Yönetimi’nde eğlence sektörü üzerinden nasıl büyük bir ‘ABD kuşatması’na payanda oluşturduğunu görmemek için öncelikle sinemacı olmak lazım galiba... Oysa ki iki gün önce bu köşede Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sinema endüstrimizin gelişimi için hazırladığı yasa taslağına dair görüşlerimizi yazarken şu cümlelerle lafa girmiştik:
“İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres 1998’de NPQ dergisi için kendisi gibi bir ‘oyuncu – yönetmen’ olan Sydney Pollack’la sohbet ederken demişti ki:
“Bugün iletişim araçları birçok bakımdan diktatörlüğü olanaksız kılarken aynı zamanda demokrasiyi de katlanılmaz kılıyor.”
“Demokrasinin katlanılmaz kılınması” yolundaki Şimon Peres ‘itirafı’nı ciddiye almakta, üzerinde düşünmekte sadece iletişim değil, kültürden ekonomiye, akademi dünyasından siyasete pek çok disiplin açısından büyük yarar var. ‘Demokrasi’den yana kuşkularımızdan ötürü değil, çok değerli de olsa bir şeyin ‘budalası’ olmamak adına... Sadece bunun adına...
“Kapsayıcılık, uygulama ve yatırım”
1 Aralık’ta Türkiye’nin G-20 Dönem Başkanlığı resmen başladı. Malum, her yıl bir ülke ev sahipliği yapıyor. Gündemi de ev sahibi ülke belirliyor. Bizden sonra sıra Çin’deymiş. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dan öğrendiğimize göre her yıl ev sahibi olan ülke gözlemci sıfatıyla 5-6 ülkeyi davet ediyormuş. Biz 2015 için hangi ülkeleri davet etmişiz?
İspanya, Azerbaycan, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), Afrika Birliği ve Afrika Kalkınması İçin Yeni Ortaklık isimli girişimin dönem başkanlarını davet etmişiz.
Dış politika stratejileri ile ekonomik stratejiler arasındaki iç tutarlılığın derhal görülebileceği bu yeni dönem G-20 Türkiye Yönetimi’nin bir yıl boyunca sürdürülecek olan iletişim stratejilerinin de çok özenli (ve Kamu Diplomasisi çalışmalarına da dahil edilerek) yürütülmesinin, tüm süreçlerdeki algılamaya çarpan etkisi yapacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Bu arada Sayın Babacan’ın G-20 gündemindeki ana başlıkları sıralarken dönem başkanlıklarını kuşatan 3 kelimeye “Öncelik 3İ’de olacak” diye vurgu yapmasıyla özellikle ilgilendiğimizi ifade edelim. 3İ, İngilizce karşılıklarıyla şu kelimelerden oluşuyor: Kapsayıcılık (Inclusivenes), Uygulama (Implementation) ve Yatırım (Investment)
Babacan, G-20’nin gündeminde olan “Güçlü sürdürülebilir ve dengeli büyüme, altyapı yatırımları, finansal düzenlemeler, uluslararası finansal mimari, uluslararası vergi konuları, enerji, ticaret, istihdam, iklim değişikliğinin finansmanı, kalkınma ve yolsuzlukla mücadele” ana başlıklarının yanı sıra bu 3İ’nin de İngilizce belgelerde olacağını vurgulayarak ‘Bunlardan Türkiye’nin 3İ önceliği’ diye bahsediyoruz” demiş.
İletişimin de 3İ’si vardır ve umalım da; İletişimin 3İ’si ‘İstişare, İkna ve İttifak’ süreçleri, belirlenecek olan aksiyonlarıyla, G-20 dönem başkanlıklarının “Kapsayıcılık, Uygulama ve Yatırım”larını, birbiri ardına sağlam halkalarla bağlayarak ‘yapılanlar’ ile ‘algılananlar’ arasındaki makas açıklığının kapatılmasına yarasın.
Biz görüşlerimizi filmi izlemeden açıklayanlardanız. Yönetmen Fatih Akın’ın doğup büyüdüğü ülke olan Almanya’da gösterime girmeden önce bir film hakkında olumlu ya da olumsuz yazı yazanları galaya davet etmemek görülmüş, duyulmuş bir PR uygulaması olmasa da, bizim ülkemizdeki yerleşik ‘sinemaya bakış’ zihniyeti ‘sen, ben, bizim oğlan, bizim taraftar’ kolaycılığıyla yürütüldüğü için The Cut’ın basın gösterimine çağrılmamış olmaktan ötürü hiç eksiklenmedik. Ayrıca bir sinema yazarı da değiliz zaten.
Önümüzdeki yıl tüm Ermeni lobileri için tüm dünyanın bir ‘100.Yıl Aksiyon Sahası’na dönüştürüleceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktu ve bu sahaya bir armağan niyetine fırlatılacak olası bir ‘mücevher film’in kaç karat olduğunu ölçmek isteyenlerin niyetlerinden kuşku duymasak biraz, tuhaf kaçardı. Türkiye kökenli Batılı bir yönetmenden 100. Yıla Armağan... Tadından yenmez...
Yazdığımız yazılarda bu filmin 2015’e kalmadan gösterime girmesini hayırlı bir gelişme olarak gördüğümüzü de ifade ettik. Yine de Aralık’ta Türkiye’de gündeme giren bu film, IMDb kayıtlarında yapım yılı olarak 2014’e tarihlense de 2015’le olan yakın özsel bağı nedeniyle en azından iletişim disiplini açısından ‘Algılama Yönetimi’ bahislerinde ‘teaser’dan (merak uyandırma) başlayarak, nihayetinde ‘farkındalık oluşturma katsayısına katkı’ başlıklarıyla pekala yerini alabilir. (Anlaşıldığı kadarıyla filmin damardan girerek beyine ve ardından da belleklerdeki pazar payına sahip olması pek mümkün görünmüyor.)
Gelelim sinema yazarlarımızın ‘The Cut’ hakkındaki görüşlerine.
Uğur Vardan: “Akın’ın filmi en azından Ermeni meselesindeki ilk adım olma ve bir kapıyı aralama özelliği taşıyacak.”
Atilla Dorsay: “Benim beklediğim Ermeni soykırımı filmi değil, Ermeni soykırımının perde arkası ve alt yapısını anlatan bir filmdi. Bunlar filmde yok.”
Cüneyt Cebenoyan: “Bu tabularla yüzleşmek, hakkında konuşmak ve anlamak lazım. Ama hikayenin çok etkileyici olduğunu düşünmüyorum.”
Serdar Akbıyık: “Fatih Akın’ın Geceyarısı Ekspresi. O film bile bu kadar tek taraflı değildi. Hatta Ermeni diasporası bile bu filmi böyle tek taraflı çekmezdi. Bu film gişe yapar mı bilmem ama insanların kalbini kırar.”
Alper Turgut: “Osmanlı döneminde şakır şakır İngilizce konuşan Ermeniler var filmde. Ama bir bakıyorsunuz Türkler gaddar bir sesle geliyorlar. Bu, filmi tarafgir yapar.”
Eleştirmenlerin söyledikleri içinde ‘Hatta Ermeni diasporası bile bu filmi böyle tek taraflı çekmezdi’ cümlesinde biraz durmak lazım. Sadece 1915 meselesi değil, pek çok konuda ecnebi Türk aydınlarımızın Batı’dan çok Batılı ya da Batıcı tavrıyla yazıp söylediklerine bakınca gençlik yıllarımızdaki gibi hayretler içerisine garkolmuyoruz. Bu nedenle “The Cut” filmini de görmeden, bir yıl kadar önce ‘Aman dikkat!’ demiştik. Kuşkularımızın nedeni sadece onlar değildi elbette. Nihayet kitabını da yazdığımız ‘Algılama Yönetimi’nin Batı’da ve özellikle ABD’deki uygulamalarını takip ediyor olmanız bile bu türden netameli konularda çözmek istediğiniz ipin ucunun asla kaçmayacağını, görünür bir yerlerde durduğunu bilmek için yeterlidir.
Hollywood’un ‘Algılama Yönetimi’nde eğlence sektörü üzerinden nasıl büyük bir ‘ABD kuşatması’na payanda oluşturduğunu görmemek için öncelikle sinemacı olmak lazım galiba... Oysa ki iki gün önce bu köşede Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sinema endüstrimizin gelişimi için hazırladığı yasa taslağına dair görüşlerimizi yazarken şu cümlelerle lafa girmiştik:
“İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres 1998’de NPQ dergisi için kendisi gibi bir ‘oyuncu – yönetmen’ olan Sydney Pollack’la sohbet ederken demişti ki:
“Bugün iletişim araçları birçok bakımdan diktatörlüğü olanaksız kılarken aynı zamanda demokrasiyi de katlanılmaz kılıyor.”
“Demokrasinin katlanılmaz kılınması” yolundaki Şimon Peres ‘itirafı’nı ciddiye almakta, üzerinde düşünmekte sadece iletişim değil, kültürden ekonomiye, akademi dünyasından siyasete pek çok disiplin açısından büyük yarar var. ‘Demokrasi’den yana kuşkularımızdan ötürü değil, çok değerli de olsa bir şeyin ‘budalası’ olmamak adına... Sadece bunun adına...
“Kapsayıcılık, uygulama ve yatırım”
1 Aralık’ta Türkiye’nin G-20 Dönem Başkanlığı resmen başladı. Malum, her yıl bir ülke ev sahipliği yapıyor. Gündemi de ev sahibi ülke belirliyor. Bizden sonra sıra Çin’deymiş. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dan öğrendiğimize göre her yıl ev sahibi olan ülke gözlemci sıfatıyla 5-6 ülkeyi davet ediyormuş. Biz 2015 için hangi ülkeleri davet etmişiz?
İspanya, Azerbaycan, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), Afrika Birliği ve Afrika Kalkınması İçin Yeni Ortaklık isimli girişimin dönem başkanlarını davet etmişiz.
Dış politika stratejileri ile ekonomik stratejiler arasındaki iç tutarlılığın derhal görülebileceği bu yeni dönem G-20 Türkiye Yönetimi’nin bir yıl boyunca sürdürülecek olan iletişim stratejilerinin de çok özenli (ve Kamu Diplomasisi çalışmalarına da dahil edilerek) yürütülmesinin, tüm süreçlerdeki algılamaya çarpan etkisi yapacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Bu arada Sayın Babacan’ın G-20 gündemindeki ana başlıkları sıralarken dönem başkanlıklarını kuşatan 3 kelimeye “Öncelik 3İ’de olacak” diye vurgu yapmasıyla özellikle ilgilendiğimizi ifade edelim. 3İ, İngilizce karşılıklarıyla şu kelimelerden oluşuyor: Kapsayıcılık (Inclusivenes), Uygulama (Implementation) ve Yatırım (Investment)
Babacan, G-20’nin gündeminde olan “Güçlü sürdürülebilir ve dengeli büyüme, altyapı yatırımları, finansal düzenlemeler, uluslararası finansal mimari, uluslararası vergi konuları, enerji, ticaret, istihdam, iklim değişikliğinin finansmanı, kalkınma ve yolsuzlukla mücadele” ana başlıklarının yanı sıra bu 3İ’nin de İngilizce belgelerde olacağını vurgulayarak ‘Bunlardan Türkiye’nin 3İ önceliği’ diye bahsediyoruz” demiş.
İletişimin de 3İ’si vardır ve umalım da; İletişimin 3İ’si ‘İstişare, İkna ve İttifak’ süreçleri, belirlenecek olan aksiyonlarıyla, G-20 dönem başkanlıklarının “Kapsayıcılık, Uygulama ve Yatırım”larını, birbiri ardına sağlam halkalarla bağlayarak ‘yapılanlar’ ile ‘algılananlar’ arasındaki makas açıklığının kapatılmasına yarasın.