Dünya ile barışılır, bizim muhalefetle zor...
02 Temmuz 2016 - Yeni Şafak
Önceki gün kafamda şöyle bir yazının ön planlamasını yapıyordum:
Hem Rusya hem İsrail ile başlatılan, sayın Başbakan tarafından bütün Karadeniz, Akdeniz komşularımıza şamil kılınacağı ilan edilen ve farklı bir ses tonu taşıyan yeni dış politika stratejilerinin 3İ Kuralı'na uygun olarak (İstişare, İkna, İttifak) iletişim boyutundaki aksiyonlarla tahkim edildiklerini izlemekteyiz. Bu dışarıda atılan ilk adımların benzerleri acaba içeride de atılabilir miydi?.. Yani İsrail'le, Rusya'yla el sıkışabilen iktidar CHP'yle, MHP'yle ve hatta AK Parti içindeki (iflah olur) muhaliflerle uzlaşmanın bir yolunu bulabilir miydi? Öyle ya uzlaşma, aynı görüşte olanlar arasında yapılmaz. Aynı görüşte olmadıklarımızla uzlaşırız.
Yazıya tam da böyle başlamayı düşünürken, Gandi Kemal Kılıçdaroğlupek bir övündüğü 22 yıllık devlet memurluğunun refleksif katılığıyla kalkıp “IŞİD ile AKP arasında bir ideolojik akrabalık vardır” demez mi?
Tabii ki vazgeçtik yazının girişine almayı düşündüğümüz o başlangıç bölümünden.
Atatürk Havalimanı'na yapılan alçakça saldırının hemen ardından CHP ve HDP milletvekilleri ve omurilikten taraftarlarının yalan olduğunu bile bile hükümetle IŞİD arasında bir yakınlık olduğu yolundaki açık ithamları tekrar tekrar ısıtılıp gündeme servis edildi. Hıristiyan Batılı'nın geliştirdiği bu söylemin içimizdeki İrlandalılarca sahiplenilmesi ve onlardan daha güçlü bir koro halinde IŞİD ile hükümeti aynı kefeye koymaya kalkışılması, ülkemizdeki mevcut kutuplaşmadan hiçbir rahatsızlık duyulmamasının da açık bir kanıtı olarak göründü gözümüze.
IŞİD için araştırma komisyonu kurulmasına AK Partililer engel olmuşmuş… Yapılan kara propaganda bu ifadelere dayandırılıyor. Kimse çıkıp “HDP, Meclis Genel Kurulu'nda 'Gaziantep'te IŞİD'in faaliyetlerinin açığa çıkarılması' gerekçesiyle Meclis'te araştırma komisyonu kurulması için grup önerisi verdi” demiyor. HDP'den gelecek her önerinin AK Parti nezdinde sıfır hükmünde sayıldığı bir dönemden geçtiğimizi bilmeyen kaldı mı? Ayrıca IŞİD'in faaliyetlerinin araştırılacağı bir komisyon kurulduğu takdirde, amacın üzüm yemek değil bağcı dövmek olacağının da herkes farkında değil midir?
CHP'li milletvekili Eren Erdem'in AK Parti ile IŞİD arasındaki bağı ortaya çıkarma iddiasıyla gecesini gündüzüne katarak yırtındığı, Meclis'te yaptığı konuşmaya dair çıkan haberlerden de açıkça anlaşılıyor. Terör örgütüne dair yürütülen soruşturmaların iddianamelerinden yola çıkarak oluşturduğu senaryolardan 'ihmaller' resmedip, “IŞİD Komisyonu'nu kurun, yapılan ihmalleri ispatlamayan şerefsizdir” diyor.
Allahım, sen bizim aklımızı koru.
Muhalefetin HDP kanadıyla ve Kılıçdaroğlu zihniyetiyle “istişare, ikna ve ittifak” için günümüzün siyasi koşulları ne yazık ki henüz olgunlaşmamış.
Hey gidi Alvin Toffler
'Üçüncü Dalga'nın yazarı Alvin Toffler Pazartesi günü vefat etmiş. Fütürizm akımının en önemli temsilcilerinden biri kabul edilen, yıllar öncesinden internet, e-posta, interaktif medya ve kablolu TV'nin yaygınlaşacağını öngörmüş olan Amerikalı yazarın görüşlerine hem bu sütunlarda hem de verdiğimiz konferanslarda sıklıkla yer veririz. Alvin Toffler, eşi Heidi Toffler'la birlikte 1980'de yayımladığı 'Third Wave (Üçüncü Dalga)' adlı eserinde insanlığın içinden geçtiği, üretim ilişkilerine bağlı üç ana akımdan söz etmişti:
1. Tarım toplumu, 2. Endüstri toplumu,
3. Bilgi toplumu.
Tarım toplumu, feodal ilişkilere dayanıyordu. Yönetim biçimi monarşi, diktatörlük, kol gücünün ve toprak mülkiyetinin her türlü hukuki yapıyı belirlediği yapılar üzerine kurulmuştu.
Endüstri toplumunun karakteristik özelliği kapitalizmdi. Bu dönemde sanayi devriminin, dolayısıyla sınıf mücadelelerinin ve demokrasinin yıldızının giderek parladığı söylenebilir.
Bilgi toplumu ise post modern kavramının her türden toplumsal yapı için geçerlilik kazandığının hatırlanacağı bir dönem olacaktır. Aklın, ilmin ve pozitivizmin yıldızı yükselirken sanki bu gelişmelere inat, her türden tutuculuğun da baskın bir siyasi karakter olarak ortaya çıkmasıyla bu dönem, 'diametral' bir çelişkinin, yine post modern çalkalanmayla birlikte her türlü uzlaşma, anlaşma sınırlarının kalkabildiği tarihsel son kalıntılar olarak anımsanacak.
Türkiye'ye baktığımızda ise Alvin Toffler'in birbirini doğurarak takip eden dip dalgalarını hiç umursamadan bu üç dönemin aynı anda yaşanabildiğine tanık oluruz.
Gelişme sürecindeki pek çok ülke gibi bizde de toplumun bir kesimi tarım toplumunun üretim ve sosyal ilişkilerini yaşayıp kültürel köklerini orada tutarken, bir kısmı sanayi toplumunun hızını, anlayışını, ilişki biçimlerini yaşamakta; az da olsa geleceği belirleme gücü açısından küçümsenemeyecek bir kesim, bilgi toplumunun tüm gereklerini yaşama, üretime ve ilişki biçimlerine geçirmeye çalışmaktadır.
Bu son paragrafı 2003 yılında yazmaya başlayıp 2005 yılında yayımladığımız 'Algılama Yönetimi' adlı kitabımızdan aldık. Ne tuhaftır ki, aradan geçen 11 yıl içinde bu paragrafta yaptığımız tespitler konusunda herhangi bir değişiklik olduğunu söyleyebilmemiz mümkün değil.
Bu durumu bazılarımız ülkemizin heyecan verici renklerinden biri olarak algılarken, bazıları için ise bu üç akımın bir arada yaşanması, ülkeyi bir an önce terk etme gerekçesi olabilmektedir. İlahi Alvin Toffler…
Toprağı bol olsun.
Hem Rusya hem İsrail ile başlatılan, sayın Başbakan tarafından bütün Karadeniz, Akdeniz komşularımıza şamil kılınacağı ilan edilen ve farklı bir ses tonu taşıyan yeni dış politika stratejilerinin 3İ Kuralı'na uygun olarak (İstişare, İkna, İttifak) iletişim boyutundaki aksiyonlarla tahkim edildiklerini izlemekteyiz. Bu dışarıda atılan ilk adımların benzerleri acaba içeride de atılabilir miydi?.. Yani İsrail'le, Rusya'yla el sıkışabilen iktidar CHP'yle, MHP'yle ve hatta AK Parti içindeki (iflah olur) muhaliflerle uzlaşmanın bir yolunu bulabilir miydi? Öyle ya uzlaşma, aynı görüşte olanlar arasında yapılmaz. Aynı görüşte olmadıklarımızla uzlaşırız.
Yazıya tam da böyle başlamayı düşünürken, Gandi Kemal Kılıçdaroğlupek bir övündüğü 22 yıllık devlet memurluğunun refleksif katılığıyla kalkıp “IŞİD ile AKP arasında bir ideolojik akrabalık vardır” demez mi?
Tabii ki vazgeçtik yazının girişine almayı düşündüğümüz o başlangıç bölümünden.
Atatürk Havalimanı'na yapılan alçakça saldırının hemen ardından CHP ve HDP milletvekilleri ve omurilikten taraftarlarının yalan olduğunu bile bile hükümetle IŞİD arasında bir yakınlık olduğu yolundaki açık ithamları tekrar tekrar ısıtılıp gündeme servis edildi. Hıristiyan Batılı'nın geliştirdiği bu söylemin içimizdeki İrlandalılarca sahiplenilmesi ve onlardan daha güçlü bir koro halinde IŞİD ile hükümeti aynı kefeye koymaya kalkışılması, ülkemizdeki mevcut kutuplaşmadan hiçbir rahatsızlık duyulmamasının da açık bir kanıtı olarak göründü gözümüze.
IŞİD için araştırma komisyonu kurulmasına AK Partililer engel olmuşmuş… Yapılan kara propaganda bu ifadelere dayandırılıyor. Kimse çıkıp “HDP, Meclis Genel Kurulu'nda 'Gaziantep'te IŞİD'in faaliyetlerinin açığa çıkarılması' gerekçesiyle Meclis'te araştırma komisyonu kurulması için grup önerisi verdi” demiyor. HDP'den gelecek her önerinin AK Parti nezdinde sıfır hükmünde sayıldığı bir dönemden geçtiğimizi bilmeyen kaldı mı? Ayrıca IŞİD'in faaliyetlerinin araştırılacağı bir komisyon kurulduğu takdirde, amacın üzüm yemek değil bağcı dövmek olacağının da herkes farkında değil midir?
CHP'li milletvekili Eren Erdem'in AK Parti ile IŞİD arasındaki bağı ortaya çıkarma iddiasıyla gecesini gündüzüne katarak yırtındığı, Meclis'te yaptığı konuşmaya dair çıkan haberlerden de açıkça anlaşılıyor. Terör örgütüne dair yürütülen soruşturmaların iddianamelerinden yola çıkarak oluşturduğu senaryolardan 'ihmaller' resmedip, “IŞİD Komisyonu'nu kurun, yapılan ihmalleri ispatlamayan şerefsizdir” diyor.
Allahım, sen bizim aklımızı koru.
Muhalefetin HDP kanadıyla ve Kılıçdaroğlu zihniyetiyle “istişare, ikna ve ittifak” için günümüzün siyasi koşulları ne yazık ki henüz olgunlaşmamış.
Hey gidi Alvin Toffler
'Üçüncü Dalga'nın yazarı Alvin Toffler Pazartesi günü vefat etmiş. Fütürizm akımının en önemli temsilcilerinden biri kabul edilen, yıllar öncesinden internet, e-posta, interaktif medya ve kablolu TV'nin yaygınlaşacağını öngörmüş olan Amerikalı yazarın görüşlerine hem bu sütunlarda hem de verdiğimiz konferanslarda sıklıkla yer veririz. Alvin Toffler, eşi Heidi Toffler'la birlikte 1980'de yayımladığı 'Third Wave (Üçüncü Dalga)' adlı eserinde insanlığın içinden geçtiği, üretim ilişkilerine bağlı üç ana akımdan söz etmişti:
1. Tarım toplumu, 2. Endüstri toplumu,
3. Bilgi toplumu.
Tarım toplumu, feodal ilişkilere dayanıyordu. Yönetim biçimi monarşi, diktatörlük, kol gücünün ve toprak mülkiyetinin her türlü hukuki yapıyı belirlediği yapılar üzerine kurulmuştu.
Endüstri toplumunun karakteristik özelliği kapitalizmdi. Bu dönemde sanayi devriminin, dolayısıyla sınıf mücadelelerinin ve demokrasinin yıldızının giderek parladığı söylenebilir.
Bilgi toplumu ise post modern kavramının her türden toplumsal yapı için geçerlilik kazandığının hatırlanacağı bir dönem olacaktır. Aklın, ilmin ve pozitivizmin yıldızı yükselirken sanki bu gelişmelere inat, her türden tutuculuğun da baskın bir siyasi karakter olarak ortaya çıkmasıyla bu dönem, 'diametral' bir çelişkinin, yine post modern çalkalanmayla birlikte her türlü uzlaşma, anlaşma sınırlarının kalkabildiği tarihsel son kalıntılar olarak anımsanacak.
Türkiye'ye baktığımızda ise Alvin Toffler'in birbirini doğurarak takip eden dip dalgalarını hiç umursamadan bu üç dönemin aynı anda yaşanabildiğine tanık oluruz.
Gelişme sürecindeki pek çok ülke gibi bizde de toplumun bir kesimi tarım toplumunun üretim ve sosyal ilişkilerini yaşayıp kültürel köklerini orada tutarken, bir kısmı sanayi toplumunun hızını, anlayışını, ilişki biçimlerini yaşamakta; az da olsa geleceği belirleme gücü açısından küçümsenemeyecek bir kesim, bilgi toplumunun tüm gereklerini yaşama, üretime ve ilişki biçimlerine geçirmeye çalışmaktadır.
Bu son paragrafı 2003 yılında yazmaya başlayıp 2005 yılında yayımladığımız 'Algılama Yönetimi' adlı kitabımızdan aldık. Ne tuhaftır ki, aradan geçen 11 yıl içinde bu paragrafta yaptığımız tespitler konusunda herhangi bir değişiklik olduğunu söyleyebilmemiz mümkün değil.
Bu durumu bazılarımız ülkemizin heyecan verici renklerinden biri olarak algılarken, bazıları için ise bu üç akımın bir arada yaşanması, ülkeyi bir an önce terk etme gerekçesi olabilmektedir. İlahi Alvin Toffler…
Toprağı bol olsun.