'Ekmeloğlu'ndan(!) 'alan da gaçan mı' toplantısı...
28 HAZİRAN 2014 YENİ ŞAFAK
Ekmel Bey, evinin önündeki çöp konteynerlerini arkasına alıp medyayla gerçekleştirdiği ilk basın buluşmasının ardından ikincisinde 'temiz kâğıdını' almak için gidip kuyruğa girdiği Adalet Sarayı merdivenlerindeydi... Lansmanın üçüncü ve en ciddî aşamasında, Perşembe günkü bir basın toplantısında CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'yla birlikte basının karşısına geçti... Kilit mesajlarını vermek üzere..
Aynı gün, önce BBP, DSP ve sonrasında CHP, DP, HDP, SP, MHP liderlerini ziyaret etti ve sonrasında yaptığı açıklamada da, 'Mesele artık çatı, kapı, pencere, kapı şeklinde değil, milli mutabakat şeklinde büyüyor' dedi. 'Büyük uzlaşma' kavramı da kendisine aittir...
Ekmel Bey'in 12 dakikalık basın toplantısının videosunu izlerken, daha önce meslek gözüyle bizi hayretlere gark eden o sokak arası röportajdan kalma ruh halimizden çıkmayı çok istesek de, beceremedik.
Basın karşısındaki ilk performansın nasıl olması gerektiğine dair Salı günü ilk ipuçlarını bu köşede vermiş olsam da, hangi iletişimciye danışsalar zaten öğrenecekleri belli başlı 'yapılması gerekenler' listesini hiç iplemeyip, 'O kadar ince eleyip sık dokumaya gerek yok; halka karşı halktan görünmek lazım' mantığı belli ki derhal devreye girmiş. Sorunları halı altına süpürüp görmezden gelme, eleştiriyi de, içeriğine değil ama kimden geldiğine bakarak umursamama özelliklerimiz siyasette de hoyratlık tarzında yaygın olduğundan diyecek laf kalmıyor.
Ekmeleddin bey kendisi resmen açıklamasa da iletişim konusunda kendisine danışmanlık yapmak üzere iki kişinin görevlendirildiği sosyal medyada dolaştı durdu: Özlem Gürses Hanım ve Mete Belovacıklı Bey...
Biraz geç kalmış bir hareket tabii ki... Geçen yıl başlanmalıydı mesela... İlk ciddi sınavda görünen, arkadaşların kendisine 'Kendiniz gibi olun efendim!' şeklinde son derece derinlikli bir iletişim önerisi getirmiş olabileceklerinin ya da Ekmel beyin pek kimseyi dinlemediğinin işaretleri...
Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yaklaşık on dakikalık basın toplantısında 'az ve öz' olarak söylediği ne varsa her cümlenin altına bizim siyasetçilerimizin istisnasız hepsi imzasını atabilir. 'Toplumun tüm kesimlerinin kucaklanması, Cumhuriyet'in ilkeleri, 'aşırılık, mezhepçilik ve dinin siyasete; siyasetin de dine alet edilmemesi' gibi temel konularda ve bir basın toplantısında değil de, herhangi bir TV programında da söylenebilecek, 'beklediğimiz' toplam mesajlarla hazırlanmış bir tür jenerik 'ilk açılış' (uvertür) konuşmasıydı.
'Beklediğimizden farklı ne söyleyebilirdi ki?' diye soran zihniyete, muhalefetin 'Büyük Uzlaşması'nın nasıl ifade edilmesi gerektiği konusundaki mesajlarının, yarısı uluslararası ilişkilere ait 'mezhepçilik ve radikalizm mücadelesi' ve diğer yarısı da herkesi kucaklamaktan geçen vaadden ibaret mi olmalı, diye sormamız gerek.
'Büyük Uzlaşma' gibi bir büyük şemsiye kavramın altını dolduracak ve hedef kitlesine 'doğrudan', 'aracısız' ulaştırılmak istenen mesajların, genişce bir zaman dilimi içinde gazetecilerle de sohbet edilerek net olarak anlatılması varken, 10 dakika içinde Sayın Demirel'in 'Alan da gaçan mı?' sözünü akla getirircesine patır patır sıralayıp 'tek soru, tek yanıt'la geçen bir 'ilk basın toplantısı' olur mu?
Muhalefetin uzun sürelere yayılmış titiz 'aday bulma' çalışmalarının nihayete erdirilip, isminin açıklanıp 'sahne'ye davet edileceği zirve ânları (Climax), sokak arası amatör görüntülere ve ardından da Perşembe günkü 'Alan da kaçan mı?' Toplantısı'na heba edilmiştir.
'Halka karşı halktan görünmek' mazeretiyle yapılan iletişime dair tüm amatörlüklerin dün Almanya temaslarına başlayan Kemal Kılıçdaroğlu'nun bizim gazetecilere açıklamalarda bulunurken İhsanoğlu'nu ''Ekmeloğlu'' yapması da aynı zihin dilinin sürçmesinden farklı bir şey değildir.
Cumhurbaşkanı seçimi meselesinde memleketin bir hükümeti yokmuş ve sınırlarımız da yerinde durmuyormuş gibi 'Yeni kırmızı çizgin neresi?' diye soran, yanısıra 'biat kültürü' ile 'itiraz kültürü'nün yansımalarına işaret eden zihniyet, dağılmış değil de yekpare bir muhalefet olsa bile seçilen adayın 'lanse edilişi' konusundaki 'çizgisizliğin' ne kadar farkındadır acaba?
Peki, adayını 'uluslararası iletişim standartları'na uygun olarak lanse etmesini bilemeyen muhalefetin, Güneydoğu sınırımızdaki gelişmelerin taşıdığı tehlike ve riskleri hükümetin dikkatine eş değer bir tutumla takip ettiğini iddia edebilecek biri var mıdır?
'Mış gibi' yaparak, 'Halka rağmen halk için' anlayışını düstur edinen geçmiş hükümetlerimizin 'Betondan kırmızı çizgileri' sayesinde geldiğimiz günümüz Türkiyesi'nde 'sahici' olduklarından kimsenin kuşku duymadığı ve halkla temaslarında 'rağmen' sözcüğüne yer vermeyen bir bakış açısını bu memleketin insanı tanımak istiyor. Mesele bu kadar basittir ve 'tanımak istemeyen'ler için de genelde Müslüman ülkelerin itibar etmediği seçimlerle başlayan tüm demokrasi kapıları ardına kadar açıktır. Öyle değil midir?
Türkiye'nin başı, sadece ve sadece Başbakan'ı tanımak istemediği için akla gelebilecek her türlü yolun kapısını açmaya teşne olan zihniyet nedeniyle derttedir. Tam da bu nedenle muhalefetin adayı Sayın İhsanoğlu'nun biçim olarak tamamen 'uyduruk' basın toplantısında, tamamen 'dopdolu' sözlerinin 'halka yakın görünme' ya da sonuçta 'mış gibi yapma' ruhsuzluğuna heba ediliyor olmasını anlamak mümkün değildir.
Demokrasi isteyen için Ekmel Bey'den daha iyi bir aday olmadığı yolundaki görüşlere katıldığımızı belirterek, ülkenin başındaki hükümete ve vaadlerine güven duymayanların on küsur yıldır sakız haline getirdikleri 'Türkiye'nin kırmızı çizgileri'ni özellikle riskli dönemlerde gündeme getirmelerini anlamakta zorlandığımızı ifade edelim. Ulusal çıkarların önemi söz konusuysa –ki öyledir- yapılması gereken 'Birlik ve beraberlik ruhu'nu her dem taze tutmaktır.
İletişimin el kitabı, tüm farklılıkların üstündeki 'ortak ruhi şekillenme'nin hesap kitapla değil, 'maneviyat'la, heyecanla ve en önemlisi irfanla beslendiğini gayet açık biçimde yazar. Bu ortak ruhun kırmızı çizgilerini de demokrasiden başka hiçbir güç koruyamaz.
Aynı gün, önce BBP, DSP ve sonrasında CHP, DP, HDP, SP, MHP liderlerini ziyaret etti ve sonrasında yaptığı açıklamada da, 'Mesele artık çatı, kapı, pencere, kapı şeklinde değil, milli mutabakat şeklinde büyüyor' dedi. 'Büyük uzlaşma' kavramı da kendisine aittir...
Ekmel Bey'in 12 dakikalık basın toplantısının videosunu izlerken, daha önce meslek gözüyle bizi hayretlere gark eden o sokak arası röportajdan kalma ruh halimizden çıkmayı çok istesek de, beceremedik.
Basın karşısındaki ilk performansın nasıl olması gerektiğine dair Salı günü ilk ipuçlarını bu köşede vermiş olsam da, hangi iletişimciye danışsalar zaten öğrenecekleri belli başlı 'yapılması gerekenler' listesini hiç iplemeyip, 'O kadar ince eleyip sık dokumaya gerek yok; halka karşı halktan görünmek lazım' mantığı belli ki derhal devreye girmiş. Sorunları halı altına süpürüp görmezden gelme, eleştiriyi de, içeriğine değil ama kimden geldiğine bakarak umursamama özelliklerimiz siyasette de hoyratlık tarzında yaygın olduğundan diyecek laf kalmıyor.
Ekmeleddin bey kendisi resmen açıklamasa da iletişim konusunda kendisine danışmanlık yapmak üzere iki kişinin görevlendirildiği sosyal medyada dolaştı durdu: Özlem Gürses Hanım ve Mete Belovacıklı Bey...
Biraz geç kalmış bir hareket tabii ki... Geçen yıl başlanmalıydı mesela... İlk ciddi sınavda görünen, arkadaşların kendisine 'Kendiniz gibi olun efendim!' şeklinde son derece derinlikli bir iletişim önerisi getirmiş olabileceklerinin ya da Ekmel beyin pek kimseyi dinlemediğinin işaretleri...
Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yaklaşık on dakikalık basın toplantısında 'az ve öz' olarak söylediği ne varsa her cümlenin altına bizim siyasetçilerimizin istisnasız hepsi imzasını atabilir. 'Toplumun tüm kesimlerinin kucaklanması, Cumhuriyet'in ilkeleri, 'aşırılık, mezhepçilik ve dinin siyasete; siyasetin de dine alet edilmemesi' gibi temel konularda ve bir basın toplantısında değil de, herhangi bir TV programında da söylenebilecek, 'beklediğimiz' toplam mesajlarla hazırlanmış bir tür jenerik 'ilk açılış' (uvertür) konuşmasıydı.
'Beklediğimizden farklı ne söyleyebilirdi ki?' diye soran zihniyete, muhalefetin 'Büyük Uzlaşması'nın nasıl ifade edilmesi gerektiği konusundaki mesajlarının, yarısı uluslararası ilişkilere ait 'mezhepçilik ve radikalizm mücadelesi' ve diğer yarısı da herkesi kucaklamaktan geçen vaadden ibaret mi olmalı, diye sormamız gerek.
'Büyük Uzlaşma' gibi bir büyük şemsiye kavramın altını dolduracak ve hedef kitlesine 'doğrudan', 'aracısız' ulaştırılmak istenen mesajların, genişce bir zaman dilimi içinde gazetecilerle de sohbet edilerek net olarak anlatılması varken, 10 dakika içinde Sayın Demirel'in 'Alan da gaçan mı?' sözünü akla getirircesine patır patır sıralayıp 'tek soru, tek yanıt'la geçen bir 'ilk basın toplantısı' olur mu?
Muhalefetin uzun sürelere yayılmış titiz 'aday bulma' çalışmalarının nihayete erdirilip, isminin açıklanıp 'sahne'ye davet edileceği zirve ânları (Climax), sokak arası amatör görüntülere ve ardından da Perşembe günkü 'Alan da kaçan mı?' Toplantısı'na heba edilmiştir.
'Halka karşı halktan görünmek' mazeretiyle yapılan iletişime dair tüm amatörlüklerin dün Almanya temaslarına başlayan Kemal Kılıçdaroğlu'nun bizim gazetecilere açıklamalarda bulunurken İhsanoğlu'nu ''Ekmeloğlu'' yapması da aynı zihin dilinin sürçmesinden farklı bir şey değildir.
Cumhurbaşkanı seçimi meselesinde memleketin bir hükümeti yokmuş ve sınırlarımız da yerinde durmuyormuş gibi 'Yeni kırmızı çizgin neresi?' diye soran, yanısıra 'biat kültürü' ile 'itiraz kültürü'nün yansımalarına işaret eden zihniyet, dağılmış değil de yekpare bir muhalefet olsa bile seçilen adayın 'lanse edilişi' konusundaki 'çizgisizliğin' ne kadar farkındadır acaba?
Peki, adayını 'uluslararası iletişim standartları'na uygun olarak lanse etmesini bilemeyen muhalefetin, Güneydoğu sınırımızdaki gelişmelerin taşıdığı tehlike ve riskleri hükümetin dikkatine eş değer bir tutumla takip ettiğini iddia edebilecek biri var mıdır?
'Mış gibi' yaparak, 'Halka rağmen halk için' anlayışını düstur edinen geçmiş hükümetlerimizin 'Betondan kırmızı çizgileri' sayesinde geldiğimiz günümüz Türkiyesi'nde 'sahici' olduklarından kimsenin kuşku duymadığı ve halkla temaslarında 'rağmen' sözcüğüne yer vermeyen bir bakış açısını bu memleketin insanı tanımak istiyor. Mesele bu kadar basittir ve 'tanımak istemeyen'ler için de genelde Müslüman ülkelerin itibar etmediği seçimlerle başlayan tüm demokrasi kapıları ardına kadar açıktır. Öyle değil midir?
Türkiye'nin başı, sadece ve sadece Başbakan'ı tanımak istemediği için akla gelebilecek her türlü yolun kapısını açmaya teşne olan zihniyet nedeniyle derttedir. Tam da bu nedenle muhalefetin adayı Sayın İhsanoğlu'nun biçim olarak tamamen 'uyduruk' basın toplantısında, tamamen 'dopdolu' sözlerinin 'halka yakın görünme' ya da sonuçta 'mış gibi yapma' ruhsuzluğuna heba ediliyor olmasını anlamak mümkün değildir.
Demokrasi isteyen için Ekmel Bey'den daha iyi bir aday olmadığı yolundaki görüşlere katıldığımızı belirterek, ülkenin başındaki hükümete ve vaadlerine güven duymayanların on küsur yıldır sakız haline getirdikleri 'Türkiye'nin kırmızı çizgileri'ni özellikle riskli dönemlerde gündeme getirmelerini anlamakta zorlandığımızı ifade edelim. Ulusal çıkarların önemi söz konusuysa –ki öyledir- yapılması gereken 'Birlik ve beraberlik ruhu'nu her dem taze tutmaktır.
İletişimin el kitabı, tüm farklılıkların üstündeki 'ortak ruhi şekillenme'nin hesap kitapla değil, 'maneviyat'la, heyecanla ve en önemlisi irfanla beslendiğini gayet açık biçimde yazar. Bu ortak ruhun kırmızı çizgilerini de demokrasiden başka hiçbir güç koruyamaz.