Ekonomi, istikrar; siyaset karışıklık sever
12 hAZİRAN 2014 YENİ ŞAFAK
Ekonomi ne kadar çok istikrarı severse siyaset de aynı oranda çalkantıdan hoşlanıyor. İş dünyasının istikrar sevdiğinin güncel bir kanıtı da, işadamlarının TÜSİAD'a başkan olma konusundaki durgun tutumlarında kendini gösteriyor. Muharrem Yılmaz'ın istifasının ardından başkanlığa gelen Haluk Dinçer de henüz işin başında görev süresini Ocak ayındaki Genel Kurul'la sınırlamış. Sonrasında yokum, diyor.
Oysa politika ve medya dünyası karşılıklı olarak, üstelik sınırsız bir iştahla yatışmış konuları kaşımaktan özel bir haz alıyor sanki. Hem içeriden hem dışarıdan... Sanki Türk bayrağı sadece kendi başlarının üzerinde dalgalanıyormuş gibi 'Bayrak ve kutsal' temaları üzerinden yürüttükleri 'damardan enjeksiyon' propogandasının
17 ve 25 Aralık çelme söylemleriyle kan bağı ayan beyan ortadayken aniden patlak veren Irak'taki IŞİD işgalleri, oluşturulmak istenen yeni bir 'dehşet iklimi'nin provası gibi...
Ülke gündemi köşe yazarlarının retorik sanatı gösterilerinin hazmedilmesine izin vermeyecek kadar karışık. Musul'dan başlatılan, çok ciddi sonuçlara gebe olabileceğini düşündürten sınır ötesi hazırlıklar da satranç tahtası üzerindeki taşlara yeni bir gözle bakılmasını gerektiriyor. Bu yazının yazıldığı saatlerde IŞİD militanları Tikrit'e yakın birkaç kasabayı daha ele geçirmiş ve Irak Ordusu Tikrit'ten de çekilmişti.
'Çözüm Süreci' bilindiği gibi istikrar arayan ekonomiye de oksijen sağlayacak bir 'Büyük Fikir' stratejisinin en önemli ayağı olarak uygulamaya sokulmuş ve sanıldığından çok daha sağlam bir zemin üzerinde, 'İstişare, İkna ve İttifak' süreçleri işletilerek inşa edilmeye çalışılmış olağanüstü bir gelecek projeksiyonu aynı zamanda. Bu projeksiyonun, Güneydoğu sorununu çözmeyi hedeflerken Ortadoğu'daki muhtemel gelişmeleri ihmal etmesi mümkün olabilir mi? Irak menşeli enerji kaynaklarının Türkiye'nin menfaatlerine uygun bir şekilde değerlendirilmesinden başlayarak, bu bağlamda Amerika ile olan ilişkilerimize kadar pek çok deve dişi gibi meselenin, 'Çözüm Süreci' stratejisinin içinde öngörülmüş başlıklar olduğunu var saymak durumundayız.
Böylesine kapsamlı bir stratejinin uygulanmasında içeriden (şimdilik Lice) ve dışarıdan (şimdilik IŞİD) gelecek çelmelemeleri durdurmanın yolu hem ülke içindeki aksiyonlarla hem de dışında kamu diplomasisi çalışmalarıyla iletişimi diri tutmaktan geçiyor. Bu nedenle önceki gün ekranlarda ve gazetelerin ilk sayfalarında gördüğümüz Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın helikopter içinde 'tuzağa düşmeyeceğiz' duruşunu yansıtan fotoğraflar, kamuoyuyla bu anlamda kurulan temasın işareti olarak görülebilir herhalde.
Geçen yıl Şubat ayında Hatay'da sınır kapısındaki patlama sonrasında, o dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in şu sözleri, aslında bugünü anlatmıyor mu?
'Bu süreç
(Çözüm Süreci) yerli malı bir süreç. Tamamen kendi içimizde cereyan eden bir süreç. Bu sürecin sonuç alma ihtimali bölgedeki bir takım dengelere etki edecektir. Bu dengelerin değişecek olması ihtimali, muhtemeldir ki belli noktalarda belli aktörleri rahatsız edecektir. Rahatsız olacak aktörlerin bu süreci engellemeye yönelik birtakım girişimleri olabilir. Biz bu süreci ne kadar kısa vadede, ne kadar kısa bir zaman diliminde gerçekleştirebilirsek, o sabote ihtimallerini o kadar azaltmış oluruz.'
'Milliyetçilik' ve 'Zamanın ruhu' gibi iki büyük okyanus arasındaki mananın özü değil ama algılanma boyutundaki değişim çalkantılarını görmeden, zihinleri güncellemeden, Başbakan'ın 'Irkî temelli milliyetçiliğin her türlüsünü ayağımızın altına alırız' ifadesinin (Şubat 2013) dayandığı stratejiyi doğru anlamadan ülkemizi ve Ortadoğu'yu nelerin beklediğini öngörmek kolay değil.
Siyasi iletişimin ünlü üçlü'sünden biri olan 'tutarlılık' ilkesi, (diğerleri yaratıcılık ve süreklilik) 'Hükümet ve Çözüm Süreci' açısından bakıldığında gayet sağlıklı olarak işletilmiştir. Bu süreçten hedefleri anlamında kazançlı çıkacaklarını görmüş olan BDP yönetiminin de siyasi iletişim açısından büyük bir krize mahal verecek tutum davranışlardan kaçınmış olması da kendileri adına başarı olarak yorumlanabilir.
Ülke ekonomisinin selameti adına güncelin dayattığı büyük sorunlara karşı siyasi iletişimin gerekliliği olarak Çözüm Süreci Stratejisi'ne her noktada uygun olmasına özen gösterilecek söylemde ısrar edilmeli. Örneğin, Deniz Ülke Arıboğan hocamızın dünkü uyarısında manasını bulan şu heyecanlı söylemde olduğu gibi:
'Türklerle Kürtlerin kavga etmesi hem tarihe, hem de bu toprağın ruhuna aykırı. Uyuyanlar uyansın! Omuz omuza olma zamanı...'
Oysa politika ve medya dünyası karşılıklı olarak, üstelik sınırsız bir iştahla yatışmış konuları kaşımaktan özel bir haz alıyor sanki. Hem içeriden hem dışarıdan... Sanki Türk bayrağı sadece kendi başlarının üzerinde dalgalanıyormuş gibi 'Bayrak ve kutsal' temaları üzerinden yürüttükleri 'damardan enjeksiyon' propogandasının
17 ve 25 Aralık çelme söylemleriyle kan bağı ayan beyan ortadayken aniden patlak veren Irak'taki IŞİD işgalleri, oluşturulmak istenen yeni bir 'dehşet iklimi'nin provası gibi...
Ülke gündemi köşe yazarlarının retorik sanatı gösterilerinin hazmedilmesine izin vermeyecek kadar karışık. Musul'dan başlatılan, çok ciddi sonuçlara gebe olabileceğini düşündürten sınır ötesi hazırlıklar da satranç tahtası üzerindeki taşlara yeni bir gözle bakılmasını gerektiriyor. Bu yazının yazıldığı saatlerde IŞİD militanları Tikrit'e yakın birkaç kasabayı daha ele geçirmiş ve Irak Ordusu Tikrit'ten de çekilmişti.
'Çözüm Süreci' bilindiği gibi istikrar arayan ekonomiye de oksijen sağlayacak bir 'Büyük Fikir' stratejisinin en önemli ayağı olarak uygulamaya sokulmuş ve sanıldığından çok daha sağlam bir zemin üzerinde, 'İstişare, İkna ve İttifak' süreçleri işletilerek inşa edilmeye çalışılmış olağanüstü bir gelecek projeksiyonu aynı zamanda. Bu projeksiyonun, Güneydoğu sorununu çözmeyi hedeflerken Ortadoğu'daki muhtemel gelişmeleri ihmal etmesi mümkün olabilir mi? Irak menşeli enerji kaynaklarının Türkiye'nin menfaatlerine uygun bir şekilde değerlendirilmesinden başlayarak, bu bağlamda Amerika ile olan ilişkilerimize kadar pek çok deve dişi gibi meselenin, 'Çözüm Süreci' stratejisinin içinde öngörülmüş başlıklar olduğunu var saymak durumundayız.
Böylesine kapsamlı bir stratejinin uygulanmasında içeriden (şimdilik Lice) ve dışarıdan (şimdilik IŞİD) gelecek çelmelemeleri durdurmanın yolu hem ülke içindeki aksiyonlarla hem de dışında kamu diplomasisi çalışmalarıyla iletişimi diri tutmaktan geçiyor. Bu nedenle önceki gün ekranlarda ve gazetelerin ilk sayfalarında gördüğümüz Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın helikopter içinde 'tuzağa düşmeyeceğiz' duruşunu yansıtan fotoğraflar, kamuoyuyla bu anlamda kurulan temasın işareti olarak görülebilir herhalde.
Geçen yıl Şubat ayında Hatay'da sınır kapısındaki patlama sonrasında, o dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in şu sözleri, aslında bugünü anlatmıyor mu?
'Bu süreç
(Çözüm Süreci) yerli malı bir süreç. Tamamen kendi içimizde cereyan eden bir süreç. Bu sürecin sonuç alma ihtimali bölgedeki bir takım dengelere etki edecektir. Bu dengelerin değişecek olması ihtimali, muhtemeldir ki belli noktalarda belli aktörleri rahatsız edecektir. Rahatsız olacak aktörlerin bu süreci engellemeye yönelik birtakım girişimleri olabilir. Biz bu süreci ne kadar kısa vadede, ne kadar kısa bir zaman diliminde gerçekleştirebilirsek, o sabote ihtimallerini o kadar azaltmış oluruz.'
'Milliyetçilik' ve 'Zamanın ruhu' gibi iki büyük okyanus arasındaki mananın özü değil ama algılanma boyutundaki değişim çalkantılarını görmeden, zihinleri güncellemeden, Başbakan'ın 'Irkî temelli milliyetçiliğin her türlüsünü ayağımızın altına alırız' ifadesinin (Şubat 2013) dayandığı stratejiyi doğru anlamadan ülkemizi ve Ortadoğu'yu nelerin beklediğini öngörmek kolay değil.
Siyasi iletişimin ünlü üçlü'sünden biri olan 'tutarlılık' ilkesi, (diğerleri yaratıcılık ve süreklilik) 'Hükümet ve Çözüm Süreci' açısından bakıldığında gayet sağlıklı olarak işletilmiştir. Bu süreçten hedefleri anlamında kazançlı çıkacaklarını görmüş olan BDP yönetiminin de siyasi iletişim açısından büyük bir krize mahal verecek tutum davranışlardan kaçınmış olması da kendileri adına başarı olarak yorumlanabilir.
Ülke ekonomisinin selameti adına güncelin dayattığı büyük sorunlara karşı siyasi iletişimin gerekliliği olarak Çözüm Süreci Stratejisi'ne her noktada uygun olmasına özen gösterilecek söylemde ısrar edilmeli. Örneğin, Deniz Ülke Arıboğan hocamızın dünkü uyarısında manasını bulan şu heyecanlı söylemde olduğu gibi:
'Türklerle Kürtlerin kavga etmesi hem tarihe, hem de bu toprağın ruhuna aykırı. Uyuyanlar uyansın! Omuz omuza olma zamanı...'