Erdoğan 'ikonik bir Başkan' olmaz
28 aĞUSTOS 2014
Tam da tahmin edileceği gibi tertipli, düzenli, disiplinli bir kongrede Yeni Türkiye'nin inşasında yeni taşların konduğu önemli bir konuşmayla eski Başbakan'a veda ederken yeni Cumhurbaşkanımız'a ve son derece etkili bir hatip olduğunu bir kez daha kanıtlamış olan yeni Başbakanımız'a da hoş geldiniz, demiş olduk. Bütün AK Partililer, 1. Olağanüstü Kongre'lerini her zamanki birlik ve beraberliklerini gösterircesine izlediler. Eski Cumhurbaşkanı'mızın gönderdiği tebrik mesajı ve yeni Cumhurbaşkanımız ile Başbakanımız'ın tarihi konuşmaları bu kongrenin önemini de, 'siyasetteki değişim noktası' olma özelliğini de net bir biçimde ortaya koydu.
Yeni Türkiye'nin perspektif mesajlarının verildiği Ankara Arena Spor Salonu'nda olup bitenlerin, 'Yeni Sosyoloji' ve 'Yeni Ekonomi'nin 'topluma rağmenci' bir dalgakıranı da aşarak okyanuslar arayan dalgaların mahiyetini görmek yerine, beyinleri yüz kırk karakterle çalışmaya alışmış, sınırsız sorumsuz bir geçmiş özlemi içindeki bazı arkadaşlar dışında hiç kimse hem Cumhurbaşkanının hem de Başbakan'ın konuşmalarını 'Çok uzun' bulmadı; her cümlelerinden kusur yakalamaya çalışmadı.
'Ama ne kadar da çok uzattı' diye eleştiren sosyal medyacı bazı arkadaşlarımızın dışında Yeni Türkiye'yi anlamak isteyenler açısından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşması her yönüyle 'Efradını camii, ağyarını mani' idi. (Tanımın tanımlanan kavrama ait tüm unsurları içine alması, yabancı olanları ise tümüyle dışarıda bırakması. Omni et solis definitum.)
Buraya kadar her şey iyi. Fakat neden benim içim rahat değil?...
Şundan olabilir mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki her konuşmasında, neredeyse her ifadesinde rastladığımız gibi, düne ve geleceğe yaptığı göndermelerinde yıllar boyu bir ikon, bir putlaştırılmış isim olarak, abartılmış, sorgusuz sualsiz biat edilen, feodal, körü körüne sadakat anlayışının simgesi haline getirilen -haşa tanrısal- bir kült gibi konumlandırılmak istemediğinin işaretlerini vermedi mi?
Kongrede yaptığı konuşma da bu minval üzere değil miydi? Dün dinlediğimiz, 'Anlamlı bir düşüş olmazsa bırakmam' diyen muhalefet liderinin tam tersine anlamlı ya da anlamsız hiçbir düşüşe rıza göstermeyen bir halet-i ruhiye içinde ama 'Bu dava, makam davası, rütbe paye davası olmamıştır'ın belirgin biçimde altını çizen, ardında nasıl bir parti bıraktığını, zaferlerini sıralayarak anlatan, örnek bir devir-teslim konuşmasıydı.
Konuşmanın özü bu kadar dopdolu iken, kendisinin kürsüye çağırılış biçimi, sunuluşu, takdimi nasıldı sizce? Parti başkanıyken seçim meydanlarına davet edildiğinde olduğu gibi abartılı ton ve üslupta bas bas bağıran arkadaşın dünkü tarihi toplantıda da aynı ton ve üslupla bağırıp çağırmasından acaba sizler de benim gibi rahatsızlık duymuş olabilir misiniz? AK Parti içinde büyük saygı duyduğum, Ar-Ge çalışmalarını yakından takdirle izlediğim Sayın Süleyman Soylu'nun –besbelli çok heyecanlanmıştı- sınırsız methiyelerinin kime, neye hizmet edebileceğini sordum kendime. 'Gazi Mustafa Kemal' ifadesinin üzerine basarak, ikonik bir yaklaşım sergilememek adına vurgu yapmadan methiyelerine ağırlık vermesi salondaki heyecan dalgasını artırmıştır; ancak 'insanlar geçici, dava kalıcı' mesajını yerleştirmeye çalışan bir partinin iletişim hedeflerine bu tutumun ne kadar uygun düştüğü de bizce tartışmalıdır.
Liderin sahneye çıkışı öncesindeki seremonide bir siyasi iletişim hatasına, ilişki özürlülüğün ilk virüslerini taşıyan tehlikeli gidişata, bu konularda son derece titiz olan ve kişiyi putlaştırma anlayışına şiddetle karşı çıkan Cumhurbaşkanımızdan başka hiç kimse dur diyemez.
Cumhurbaşkanı'nın konuşmasında çizdiği tablo, kendisine atfedilen ikonik değerlerin hiçbiriyle bağdaşmamaktadır. Bugüne kadar birlikte çalıştığı dava arkadaşlarının seçiminde 'Bana hayran olsun ama kim olursa olsun' dediğine tanık olmadığımız, tersine 'Millet iradesi', 'İnsanların geçici oluşu', 'Davanın önemi', 'Milletin hizmetkârıyız' ifadelerini tekrarlamış, ülkesinin gelecek tasarımının bir neferi olduğunu vurgulamış, güçlü bağların her zaman ne kadar önemli olduğunun altını çizmiş Cumhurbaşkanı'nın, çok önemli bir veda gününde bile olsa kendisine yapılan bu çok abartılı methiyeye rızasının olduğunu sanmıyoruz.
Hamd etmekle methetmek arasındaki büyük ayrımın farkında olanlar, geleneksel terbiye gereği şükredenlerin şükranı hak edenlere karşı içtenlikle teşekkür ettiklerini ancak övgü sözcüklerinin her zaman layık olan kişi hakkında kullanılmayabileceğini de iyi bilirler. Sayın Başbakan'ın Cumhurbaşkanı'na ithafen söylediği gibi 'Bu bir veda değil, bir vefa kongresidir' çünkü.
AK Parti'nin entelektüel gücünden asla şüphelenmediğim, tersine çok takdir ettiğim yönetim kadrolarına 'abartılı methiyeler' meselesindeki hassasiyeti bir kez daha hatırlatmak isterim. Türkiye'nin dördüncü kırılma noktasının (Cumhuriyet, Çok Partili dönem, Liberalizm ve Yeni Türkiye) içinden geçtiği bu tarihi günlerde sahip olduğu lidere gereken vefayı, saygıyı, önemi, anlayışı, güveni gösterme konusunda birbirleriyle yarışmalarının hem milletin hem de Cumhurbaşkanı'nın hayrına olacağına dair inancımı ifade etmek isterim. Aşırı methiyeler, ilk Olağanüstü Kongre'nin odaklandığı iletişim hedeflerine gölge düşürme riskini de içinde taşır. Bizim geleneksel kültürümüzün en derunundan gelen 'Allahu ekber' nidasında manasını bulan, ortak ruhi şekillenmemizin içindeki terbiye de, bu abartılı övgü ifadelerinin oluşturabileceği sakıncaları teyit edecek güçtedir.
Türkiye'nin yeni döneminde herkesin dikkat kesildiği 'Yarı-Başkanlık sistemi'nin kararlı ruhunu bugünden hissettiren Cumhurbaşkanımıza ve Yeni Türkiye'nin psikolojik temelinin 'özgüven' olduğunu söyleyen, 'Osmanlı'nın başına gelen felaketin Türkiye'nin başına gelmesine izin vermeyeceğiz' diyen Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu'na yolunuz açık olsun, diyoruz.
Sizlere güveniyoruz.
Yeni Türkiye'nin perspektif mesajlarının verildiği Ankara Arena Spor Salonu'nda olup bitenlerin, 'Yeni Sosyoloji' ve 'Yeni Ekonomi'nin 'topluma rağmenci' bir dalgakıranı da aşarak okyanuslar arayan dalgaların mahiyetini görmek yerine, beyinleri yüz kırk karakterle çalışmaya alışmış, sınırsız sorumsuz bir geçmiş özlemi içindeki bazı arkadaşlar dışında hiç kimse hem Cumhurbaşkanının hem de Başbakan'ın konuşmalarını 'Çok uzun' bulmadı; her cümlelerinden kusur yakalamaya çalışmadı.
'Ama ne kadar da çok uzattı' diye eleştiren sosyal medyacı bazı arkadaşlarımızın dışında Yeni Türkiye'yi anlamak isteyenler açısından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşması her yönüyle 'Efradını camii, ağyarını mani' idi. (Tanımın tanımlanan kavrama ait tüm unsurları içine alması, yabancı olanları ise tümüyle dışarıda bırakması. Omni et solis definitum.)
Buraya kadar her şey iyi. Fakat neden benim içim rahat değil?...
Şundan olabilir mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki her konuşmasında, neredeyse her ifadesinde rastladığımız gibi, düne ve geleceğe yaptığı göndermelerinde yıllar boyu bir ikon, bir putlaştırılmış isim olarak, abartılmış, sorgusuz sualsiz biat edilen, feodal, körü körüne sadakat anlayışının simgesi haline getirilen -haşa tanrısal- bir kült gibi konumlandırılmak istemediğinin işaretlerini vermedi mi?
Kongrede yaptığı konuşma da bu minval üzere değil miydi? Dün dinlediğimiz, 'Anlamlı bir düşüş olmazsa bırakmam' diyen muhalefet liderinin tam tersine anlamlı ya da anlamsız hiçbir düşüşe rıza göstermeyen bir halet-i ruhiye içinde ama 'Bu dava, makam davası, rütbe paye davası olmamıştır'ın belirgin biçimde altını çizen, ardında nasıl bir parti bıraktığını, zaferlerini sıralayarak anlatan, örnek bir devir-teslim konuşmasıydı.
Konuşmanın özü bu kadar dopdolu iken, kendisinin kürsüye çağırılış biçimi, sunuluşu, takdimi nasıldı sizce? Parti başkanıyken seçim meydanlarına davet edildiğinde olduğu gibi abartılı ton ve üslupta bas bas bağıran arkadaşın dünkü tarihi toplantıda da aynı ton ve üslupla bağırıp çağırmasından acaba sizler de benim gibi rahatsızlık duymuş olabilir misiniz? AK Parti içinde büyük saygı duyduğum, Ar-Ge çalışmalarını yakından takdirle izlediğim Sayın Süleyman Soylu'nun –besbelli çok heyecanlanmıştı- sınırsız methiyelerinin kime, neye hizmet edebileceğini sordum kendime. 'Gazi Mustafa Kemal' ifadesinin üzerine basarak, ikonik bir yaklaşım sergilememek adına vurgu yapmadan methiyelerine ağırlık vermesi salondaki heyecan dalgasını artırmıştır; ancak 'insanlar geçici, dava kalıcı' mesajını yerleştirmeye çalışan bir partinin iletişim hedeflerine bu tutumun ne kadar uygun düştüğü de bizce tartışmalıdır.
Liderin sahneye çıkışı öncesindeki seremonide bir siyasi iletişim hatasına, ilişki özürlülüğün ilk virüslerini taşıyan tehlikeli gidişata, bu konularda son derece titiz olan ve kişiyi putlaştırma anlayışına şiddetle karşı çıkan Cumhurbaşkanımızdan başka hiç kimse dur diyemez.
Cumhurbaşkanı'nın konuşmasında çizdiği tablo, kendisine atfedilen ikonik değerlerin hiçbiriyle bağdaşmamaktadır. Bugüne kadar birlikte çalıştığı dava arkadaşlarının seçiminde 'Bana hayran olsun ama kim olursa olsun' dediğine tanık olmadığımız, tersine 'Millet iradesi', 'İnsanların geçici oluşu', 'Davanın önemi', 'Milletin hizmetkârıyız' ifadelerini tekrarlamış, ülkesinin gelecek tasarımının bir neferi olduğunu vurgulamış, güçlü bağların her zaman ne kadar önemli olduğunun altını çizmiş Cumhurbaşkanı'nın, çok önemli bir veda gününde bile olsa kendisine yapılan bu çok abartılı methiyeye rızasının olduğunu sanmıyoruz.
Hamd etmekle methetmek arasındaki büyük ayrımın farkında olanlar, geleneksel terbiye gereği şükredenlerin şükranı hak edenlere karşı içtenlikle teşekkür ettiklerini ancak övgü sözcüklerinin her zaman layık olan kişi hakkında kullanılmayabileceğini de iyi bilirler. Sayın Başbakan'ın Cumhurbaşkanı'na ithafen söylediği gibi 'Bu bir veda değil, bir vefa kongresidir' çünkü.
AK Parti'nin entelektüel gücünden asla şüphelenmediğim, tersine çok takdir ettiğim yönetim kadrolarına 'abartılı methiyeler' meselesindeki hassasiyeti bir kez daha hatırlatmak isterim. Türkiye'nin dördüncü kırılma noktasının (Cumhuriyet, Çok Partili dönem, Liberalizm ve Yeni Türkiye) içinden geçtiği bu tarihi günlerde sahip olduğu lidere gereken vefayı, saygıyı, önemi, anlayışı, güveni gösterme konusunda birbirleriyle yarışmalarının hem milletin hem de Cumhurbaşkanı'nın hayrına olacağına dair inancımı ifade etmek isterim. Aşırı methiyeler, ilk Olağanüstü Kongre'nin odaklandığı iletişim hedeflerine gölge düşürme riskini de içinde taşır. Bizim geleneksel kültürümüzün en derunundan gelen 'Allahu ekber' nidasında manasını bulan, ortak ruhi şekillenmemizin içindeki terbiye de, bu abartılı övgü ifadelerinin oluşturabileceği sakıncaları teyit edecek güçtedir.
Türkiye'nin yeni döneminde herkesin dikkat kesildiği 'Yarı-Başkanlık sistemi'nin kararlı ruhunu bugünden hissettiren Cumhurbaşkanımıza ve Yeni Türkiye'nin psikolojik temelinin 'özgüven' olduğunu söyleyen, 'Osmanlı'nın başına gelen felaketin Türkiye'nin başına gelmesine izin vermeyeceğiz' diyen Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu'na yolunuz açık olsun, diyoruz.
Sizlere güveniyoruz.