Ergun biraz daha ‘babalanmalı’
06 EKİM 2006
Hürriyet’ten Cengiz Semercioğlu ile takım elbisesine iddiaya girdik ya. Haziran 2007’ye kadar sadece Show TV - Kanal D’nin birincilik ikincilik çekişmesini takip etmek yetmeyecek. ATV ile Star’ın üçüncülük, dördüncülük meselesi de var. Sevgili Cengiz’e göre ATV bu dörtlünün sonuncusu olur. Bana göre ise en kötü ihtimalle üçüncüsü. Kanal D’yi bile üçüncülüğe itme olasılığı var. Bu nedenle ATV’de ne oluyor ne bitiyor beni ilgilendiriyor.
Örneğin Çarşamba akşamı Yılmaz Özdil’le Ergun Babahan’ın birlikte sundukları Son Baskı başladı. Karşısında da Robert Redford’un gerilim filmi... Redford’a rağmen Özdil-Babahan ikilisini izlemeye çalıştım. Program ikili atışmadan çok biraz Özdil Show gibi geçti. Özdil iyi hazırlanmış sanki. Ama format o değil. Çıkış doğru. Kısa zamanda yerine oturur.
Bu format her zaman işe yaramıştır aslında. “Anlaşamasak da severiz birbirimizi; ayrıca da sayarız” tavrı Emre Kongar – Mehmet Barlas’da da tutmuştu. Burada da tutmaması için neden yok. Bir iki müdahale ile tabii. Bir kere Ergun çok ‘munis’. Babahan’ın -tabiri amiyane ile- biraz daha ‘babalanması’ lazım. Sözünün kesilmesine fazla müsaade ediyor. İkincisi, mutabık oldukları konuları oraya getirmemeleri gerek. Biz ‘müsademeyi efkâr’ istiyoruz... Cepheleşme keskinleşmeli. Militarist – demokrat; küreselci – ulusalcı; devletçi – azgın liberal gibi... Üçüncüsü görsel durum. Kılık kıyafetleri yerinde ama dekor zayıf. Düzeltmezlerse müsamere havasından çıkamazlar. Bir de saati... O kadar ileriye atmanın ne alemi var?
Ben her ikisinin yazılarını büyük keyifle okuyorum. Son dönemlerde her ikisine de bir ‘küşayiş’ gelmiş ki, tadına doyum olmaz. Aynı lezzet TV’ye de yansırsa, Cengiz’den takım elbiseyi kapma yolunda önemli bir adım atmış oluruz... Ben sevdim programı. İzlemeye devam edeceğim.
Ali Taran’ı rahat bırakın
Dünkü gazetelerde vardı. Boşanan ve/veya boşanamayan erkekler kervanına reklamcı Ali Taran da katılmış. Ne var bunda haber olacak, değil mi? Büyük şehirlerdeki boşanma oranı akıl alır gibi değil. Hem de herkes deliler gibi evlenmek için yırtınır, bir daha asla ayrı düşmeyecekmiş havası yaratırken; boşanan boşanana. O halde bu boşanma haberi neden vakayı adiye değil ki?..
Medyaya göre işi ‘vakayı adiye’ durumundan çıkaran Ayşe Arman’ın Dubai’de Taran, eşi ve oğlu ile yaptığı röportaj. Taran orada karısına acayip aşık ve evliliğinden son derece mutlu adam tablosu çizmişmiş de; aradan bu kadar kısa zaman geçtikten sonra bu ne perhiz bu ne ‘lahana turşusu’ imiş? Oysa bu son derece beşeri bir şey. Taran’ı gayet iyi anlıyorum. O gün öyle hissetmiş olabilir, bugün de böyle. Buradan etik, ahlak dersleri çıkarıp Ali Beyi yargılamanın alemi yoktur. O röportajda ille yargılanacak bir şey aranıyor ise, bu Taran’ın garip giysisi, tuhaf saç kesimi, değişik küpesi de olamaz. İlle takılmak isteniyorsa, Ali Bey’in şu sözlerine takılabilirler: “Ben hiç kitap okumam; sinemaya gitmem!”
Taran sanat ve edebiyatı aşmış, ermiş, fena fillah mertebesine ulaşmış olabilir. Takdir ederim. Ama kendisini örnek alan ve ağzının içine bakan binlerce genç var. Kitap okumama sinemaya gitmeme noktasına gelene kadar kaç kitap okumak kaç sinemaya gitmek, bunları nasıl hazmetmek gerektiğini bilmezler; cehaleti savunuyorsunuz zannederler... O röportajda varsa eleştirilecek tavır budur. Diğerleri bireysel tercihtir. Kimsenin diyeceği bir şey olamaz.
Nautilus’la deniz altına yolculuk
İletişimde sürekliliğin ne kadar önemli olduğunu, tek vuruşluk işlerin algılamayı yönetirken hiç bir şey ifade etmediğini bilmeyen kalmamıştır.
Tepe Nautilus geçen yıl sponsor olduğu ve Sualtı Dünya Şampiyonası’nda birinci olan Sualtı Fotoğraf Milli Takımı ile bu sene de anlaşmış. Yani geçen sene destek olduk, yeter, bu sene başka bir proje yapalım dememişler. İletişimde şıpsevdilik tedavisi zor bir hastalıktır.
Milli Takım ekibinden Alptekin Baloğlu, yardımcısı Birkan Babakol ile Asım Dumlu ve yardımcısı Fikret Altay “Denizde 24 Saat” adlı sergiyi bu destekle dün açmışlar. Konsept çok hoş. Deniz yaşamının 24 saatine tanıklık edilmiş onlarca fotoğraf var. Saat saat, rengarenk, iç açıcı ve ilginç kareler.
Tepe Nautilus bu işe adını koymakla hem hayırlı bir iş yapmış hem de kendini rakiplerinden farklı bir yere koymuş. Algılamada tekrar esastır. Adınızın bir kavramla anılmasını istiyorsanız, o konuda tekrarda ısrarcı olmanız şarttır. Nasıl Eczacıbaşı kültür ve sanatla, Turkcell’in Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları ile eğitimle, Koç ve Sabancı sağlık ve eğitimle anılıyorlarsa; Tepe Nautilus da sebat eder, su altı sporuna verdiği desteği daha da genişleterek sürdürürse, bir süre sonra adını aldığı denizaltı gibi sualtı sporları konusunda efsaneleşebilir.
Bu hafta sonu hem alış veriş yapın hem de bir hoşluk yaratın kendinize. Sergiyi gezin...
Her zaman çalışmaz
Lider iletişiminde örnek gösterilecek isimlerden biri de şüphesiz Tuncay Özilhan. Son olarak üstüne giydiği McDonald’s logolu tişort ve şapkalı fotoğraf, başarılı bir publicity çalışmasıydı. McDonald’s, arkasında Özilhan’ın ve Anadolu Grubu’nun gücünü daha iyi hissettiremezdi.
Fakat Genel Müdür Sadi Fansa’nın konuşması Tuncay Özilhan’ın davranışı kadar duyarlı, planlı ve stratejik mi değil mi anlamakta zorluk çektim. Fansa demiş ki: “Tofaş, Petrol Ofisi ne kadar yerliyse biz onlardan fazla yerliyiz?”.
Sokaktan geçen 7 yaşındaki çocuğa ‘McDonald’s hangi ülkenin markası’ diye sorsanız, çocuğun vereceği cevabın doğruluğu onun üstün zekasından değil, yıllardır uluslararası anlamda yayılmış stratejiden gelir. Kaldı ki yerlilikten kasıt yüzde 100 Türk sermayeli olmayı ve ürünlerin %98’inin Türk malı olduğunu anlatmaksa, üslup farklı olmalıdır.
Ulusalcılık şu sıra yükselen değer ya, o halde ben de yerelim deyip, genel akımdan kendi payıma bir şeyler alayım diye düşünmek, her zaman çalışmaz. Bir de “yarası olan gocunur” gibi algılanabilir ki, McDonald’sın böyle bir şey istediğini hiç sanmıyorum.
Örneğin Çarşamba akşamı Yılmaz Özdil’le Ergun Babahan’ın birlikte sundukları Son Baskı başladı. Karşısında da Robert Redford’un gerilim filmi... Redford’a rağmen Özdil-Babahan ikilisini izlemeye çalıştım. Program ikili atışmadan çok biraz Özdil Show gibi geçti. Özdil iyi hazırlanmış sanki. Ama format o değil. Çıkış doğru. Kısa zamanda yerine oturur.
Bu format her zaman işe yaramıştır aslında. “Anlaşamasak da severiz birbirimizi; ayrıca da sayarız” tavrı Emre Kongar – Mehmet Barlas’da da tutmuştu. Burada da tutmaması için neden yok. Bir iki müdahale ile tabii. Bir kere Ergun çok ‘munis’. Babahan’ın -tabiri amiyane ile- biraz daha ‘babalanması’ lazım. Sözünün kesilmesine fazla müsaade ediyor. İkincisi, mutabık oldukları konuları oraya getirmemeleri gerek. Biz ‘müsademeyi efkâr’ istiyoruz... Cepheleşme keskinleşmeli. Militarist – demokrat; küreselci – ulusalcı; devletçi – azgın liberal gibi... Üçüncüsü görsel durum. Kılık kıyafetleri yerinde ama dekor zayıf. Düzeltmezlerse müsamere havasından çıkamazlar. Bir de saati... O kadar ileriye atmanın ne alemi var?
Ben her ikisinin yazılarını büyük keyifle okuyorum. Son dönemlerde her ikisine de bir ‘küşayiş’ gelmiş ki, tadına doyum olmaz. Aynı lezzet TV’ye de yansırsa, Cengiz’den takım elbiseyi kapma yolunda önemli bir adım atmış oluruz... Ben sevdim programı. İzlemeye devam edeceğim.
Ali Taran’ı rahat bırakın
Dünkü gazetelerde vardı. Boşanan ve/veya boşanamayan erkekler kervanına reklamcı Ali Taran da katılmış. Ne var bunda haber olacak, değil mi? Büyük şehirlerdeki boşanma oranı akıl alır gibi değil. Hem de herkes deliler gibi evlenmek için yırtınır, bir daha asla ayrı düşmeyecekmiş havası yaratırken; boşanan boşanana. O halde bu boşanma haberi neden vakayı adiye değil ki?..
Medyaya göre işi ‘vakayı adiye’ durumundan çıkaran Ayşe Arman’ın Dubai’de Taran, eşi ve oğlu ile yaptığı röportaj. Taran orada karısına acayip aşık ve evliliğinden son derece mutlu adam tablosu çizmişmiş de; aradan bu kadar kısa zaman geçtikten sonra bu ne perhiz bu ne ‘lahana turşusu’ imiş? Oysa bu son derece beşeri bir şey. Taran’ı gayet iyi anlıyorum. O gün öyle hissetmiş olabilir, bugün de böyle. Buradan etik, ahlak dersleri çıkarıp Ali Beyi yargılamanın alemi yoktur. O röportajda ille yargılanacak bir şey aranıyor ise, bu Taran’ın garip giysisi, tuhaf saç kesimi, değişik küpesi de olamaz. İlle takılmak isteniyorsa, Ali Bey’in şu sözlerine takılabilirler: “Ben hiç kitap okumam; sinemaya gitmem!”
Taran sanat ve edebiyatı aşmış, ermiş, fena fillah mertebesine ulaşmış olabilir. Takdir ederim. Ama kendisini örnek alan ve ağzının içine bakan binlerce genç var. Kitap okumama sinemaya gitmeme noktasına gelene kadar kaç kitap okumak kaç sinemaya gitmek, bunları nasıl hazmetmek gerektiğini bilmezler; cehaleti savunuyorsunuz zannederler... O röportajda varsa eleştirilecek tavır budur. Diğerleri bireysel tercihtir. Kimsenin diyeceği bir şey olamaz.
Nautilus’la deniz altına yolculuk
İletişimde sürekliliğin ne kadar önemli olduğunu, tek vuruşluk işlerin algılamayı yönetirken hiç bir şey ifade etmediğini bilmeyen kalmamıştır.
Tepe Nautilus geçen yıl sponsor olduğu ve Sualtı Dünya Şampiyonası’nda birinci olan Sualtı Fotoğraf Milli Takımı ile bu sene de anlaşmış. Yani geçen sene destek olduk, yeter, bu sene başka bir proje yapalım dememişler. İletişimde şıpsevdilik tedavisi zor bir hastalıktır.
Milli Takım ekibinden Alptekin Baloğlu, yardımcısı Birkan Babakol ile Asım Dumlu ve yardımcısı Fikret Altay “Denizde 24 Saat” adlı sergiyi bu destekle dün açmışlar. Konsept çok hoş. Deniz yaşamının 24 saatine tanıklık edilmiş onlarca fotoğraf var. Saat saat, rengarenk, iç açıcı ve ilginç kareler.
Tepe Nautilus bu işe adını koymakla hem hayırlı bir iş yapmış hem de kendini rakiplerinden farklı bir yere koymuş. Algılamada tekrar esastır. Adınızın bir kavramla anılmasını istiyorsanız, o konuda tekrarda ısrarcı olmanız şarttır. Nasıl Eczacıbaşı kültür ve sanatla, Turkcell’in Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları ile eğitimle, Koç ve Sabancı sağlık ve eğitimle anılıyorlarsa; Tepe Nautilus da sebat eder, su altı sporuna verdiği desteği daha da genişleterek sürdürürse, bir süre sonra adını aldığı denizaltı gibi sualtı sporları konusunda efsaneleşebilir.
Bu hafta sonu hem alış veriş yapın hem de bir hoşluk yaratın kendinize. Sergiyi gezin...
Her zaman çalışmaz
Lider iletişiminde örnek gösterilecek isimlerden biri de şüphesiz Tuncay Özilhan. Son olarak üstüne giydiği McDonald’s logolu tişort ve şapkalı fotoğraf, başarılı bir publicity çalışmasıydı. McDonald’s, arkasında Özilhan’ın ve Anadolu Grubu’nun gücünü daha iyi hissettiremezdi.
Fakat Genel Müdür Sadi Fansa’nın konuşması Tuncay Özilhan’ın davranışı kadar duyarlı, planlı ve stratejik mi değil mi anlamakta zorluk çektim. Fansa demiş ki: “Tofaş, Petrol Ofisi ne kadar yerliyse biz onlardan fazla yerliyiz?”.
Sokaktan geçen 7 yaşındaki çocuğa ‘McDonald’s hangi ülkenin markası’ diye sorsanız, çocuğun vereceği cevabın doğruluğu onun üstün zekasından değil, yıllardır uluslararası anlamda yayılmış stratejiden gelir. Kaldı ki yerlilikten kasıt yüzde 100 Türk sermayeli olmayı ve ürünlerin %98’inin Türk malı olduğunu anlatmaksa, üslup farklı olmalıdır.
Ulusalcılık şu sıra yükselen değer ya, o halde ben de yerelim deyip, genel akımdan kendi payıma bir şeyler alayım diye düşünmek, her zaman çalışmaz. Bir de “yarası olan gocunur” gibi algılanabilir ki, McDonald’sın böyle bir şey istediğini hiç sanmıyorum.