Fikire fikirle karşılık verebilmek zordur.
21 OCAK 2011
Dün Ceylan İntercontinental Oteli tarihi günlerinden birini yaşıyordu. TÜSİAD da öyle. Başbakan Tayyip Erdoğan en son TÜSİAD üyeleriyle 4 yıl önce biraraya gelmiş. Bu zaman zarfı içinde araya “herkes kendi işini yapsın”lar, “bitaraf olan bertaraf olur”lar girmiş. Biraz da dargelirli kesimi gözönünde bulundurma refleksiyle Başbakan, tüm diğer siyasiler gibi iş dünyasıyla arasına hep biraz mesafe koymuş.
Dün bu mesafe sanki sıfırlanır gibiydi. Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Mustafa Koç ve Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner’in geçmiş 40 yılı özetledikleri ve Türkiye’nin gelecek yılları için öngördükleri tablolarla Başbakan’ın çizdiği büyük Türkiye resmi birbirine hayli yakındı.
Özellikle Başbakan Erdoğan’ın şu tespitine salonda katılmayan yoktu:
“Demokrasi tarihimizde belki de ilk kez seçimlere ekonomik anlamda bu derece iyimser giriyor.”
Avrupa’dan her alanda ne kadar geride olduğumuzu, herhangi bir işi tek başımıza beceremeyeceğimizi ve genel anlamda ‘adam olamayacağımızı’ iddia edegeldiğimiz yaygın bir psikolojik ortamdan bugüne, iş dünyasının tamamen mutabakatı ile ifade edilen (bkz: Ata Yatırım’ın üç gün önce yayımladığı 2010 Strateji Raporu) Türkiye’nin mevcut durumda ve yakın gelecekteki güçlü, başarılı ekonomi ve finans tablosuna karşılık, bu tabloya sadece işaret eden şahsıma söylenebilecek tek laf olduğunu bilmek, tuhaf olduğu kadar üzüntü verici:
“Ak Parti yalakalığı yapıyorsun.”
Rakkama rakkamla, analize analizle, fikire fikirle değil; bunların hepsine demagoji ve hakaretle yanıt vermeye çabalayarak Akparti’ye muhalefet etmenin ve iktidarını sorgulamanın hiçbir işe yaramadığını anlamak acaba çok mu zordur?
Başbakan, birkaç kez muhafazakâr ve demokrat bir parti olduklarının altını çizdi. “Fakat” dedi, “Bizim şahsi olarak bazı meseleler karşısındaki tavrımız duruşumuz nettir. Ama şahsi yaklaşımları kişisel anlayışları, toplumun tümüne empoze etmek baskı ve zulümdür. Ben kendi ailemde örneğin alkole karşı tavır belirlemiş olabilirim, ama bu muhafazakâr kimliğimizin yanında biz demokratız ve kişisel yargılarımızı topluma empoze etmeyiz. Kimse bunları biribirine karıştırmasın.”
Ak Parti’yi ve politikalarını eleştirdiğim zaman bile “onların daha iyi olması için böyle yapıyorsun, yalaka!” diye ‘veciz’ bir şekilde bana veryansın eden ve -Einstein’ın deyişiyle- “vasat akıllı” arkadaşların -gene Einstein’ın deyişiyle- “şiddetli muhalefetiyle” karşılaşmayı göze alarak belirtmeliyim ki, dün TÜSİAD’da konuşan Başbakan, muhafazakâr falan değil sapına kadar “ilerlemeci” bir liderdi. Ve ne yazık ki karnımızdan konuşmak istemiyorsak teslim etmekte tereddüt etmemeliyiz ki, eşyanın tabiatı gereği “ilerlemeci” olmaları gereken siyasi grup ve partilerin kahir çoğunluğu da dibine kadar muhafazakârdır.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bütçe müzakereleri sırasında yaptığı konuşmayı, Mustafa Koç, Ümit Boyner ve Başbakan’ın dün TÜSİAD’da yaptığı konuşmalarla birlikte ele alıp, üstüne Perşembe akşamı Bersay İletişim Enstitüsü’nde bir konferans veren Konda Araştırma ve Danışmanlık Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın olağanüstü etkili çözümlemelerini eklerseniz Türkiye’yi belki daha iyi okuma şansını elde edebilirsiniz. Konda’nın web sitesinden, “Biz Kimiz: Hayat Tarzları” araştırmasına göz atılmadan Türkiye hakkında konuşulmaması gerektiğini de ifade edeyim. Yerde yemek yiyenlerin oranı hakkında bilgi sahibi olmadan iddia sahibi olmak mümkün müdür? Mesela...)
Yıllarca dünyayı ya sağdan okumamız öğütlendi ya da soldan. Hiç kuşkunuz olmasın Türkiye’yi bugün sağdan okuyanlar da çuvallıyor, soldan da... Peki nereden okuyacağız?
Cevap şu: İlim ve irfandan... Sadece ilimden okuyanlar da başarısız, sadece irfandan da... Oysa ilim ve irfanı birleştirerek ülkenin geçmişini, bugününü ve geleceğini okumaya çalışmak bir çıkış yolu olabilir. Akparti’ye oy vermeyebilirsiniz ama Akparti ve Başbakan’ı anlamak zorundasınız.
TÜSİAD işte dün bunu yaptı.
Dün bu mesafe sanki sıfırlanır gibiydi. Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Mustafa Koç ve Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner’in geçmiş 40 yılı özetledikleri ve Türkiye’nin gelecek yılları için öngördükleri tablolarla Başbakan’ın çizdiği büyük Türkiye resmi birbirine hayli yakındı.
Özellikle Başbakan Erdoğan’ın şu tespitine salonda katılmayan yoktu:
“Demokrasi tarihimizde belki de ilk kez seçimlere ekonomik anlamda bu derece iyimser giriyor.”
Avrupa’dan her alanda ne kadar geride olduğumuzu, herhangi bir işi tek başımıza beceremeyeceğimizi ve genel anlamda ‘adam olamayacağımızı’ iddia edegeldiğimiz yaygın bir psikolojik ortamdan bugüne, iş dünyasının tamamen mutabakatı ile ifade edilen (bkz: Ata Yatırım’ın üç gün önce yayımladığı 2010 Strateji Raporu) Türkiye’nin mevcut durumda ve yakın gelecekteki güçlü, başarılı ekonomi ve finans tablosuna karşılık, bu tabloya sadece işaret eden şahsıma söylenebilecek tek laf olduğunu bilmek, tuhaf olduğu kadar üzüntü verici:
“Ak Parti yalakalığı yapıyorsun.”
Rakkama rakkamla, analize analizle, fikire fikirle değil; bunların hepsine demagoji ve hakaretle yanıt vermeye çabalayarak Akparti’ye muhalefet etmenin ve iktidarını sorgulamanın hiçbir işe yaramadığını anlamak acaba çok mu zordur?
Başbakan, birkaç kez muhafazakâr ve demokrat bir parti olduklarının altını çizdi. “Fakat” dedi, “Bizim şahsi olarak bazı meseleler karşısındaki tavrımız duruşumuz nettir. Ama şahsi yaklaşımları kişisel anlayışları, toplumun tümüne empoze etmek baskı ve zulümdür. Ben kendi ailemde örneğin alkole karşı tavır belirlemiş olabilirim, ama bu muhafazakâr kimliğimizin yanında biz demokratız ve kişisel yargılarımızı topluma empoze etmeyiz. Kimse bunları biribirine karıştırmasın.”
Ak Parti’yi ve politikalarını eleştirdiğim zaman bile “onların daha iyi olması için böyle yapıyorsun, yalaka!” diye ‘veciz’ bir şekilde bana veryansın eden ve -Einstein’ın deyişiyle- “vasat akıllı” arkadaşların -gene Einstein’ın deyişiyle- “şiddetli muhalefetiyle” karşılaşmayı göze alarak belirtmeliyim ki, dün TÜSİAD’da konuşan Başbakan, muhafazakâr falan değil sapına kadar “ilerlemeci” bir liderdi. Ve ne yazık ki karnımızdan konuşmak istemiyorsak teslim etmekte tereddüt etmemeliyiz ki, eşyanın tabiatı gereği “ilerlemeci” olmaları gereken siyasi grup ve partilerin kahir çoğunluğu da dibine kadar muhafazakârdır.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bütçe müzakereleri sırasında yaptığı konuşmayı, Mustafa Koç, Ümit Boyner ve Başbakan’ın dün TÜSİAD’da yaptığı konuşmalarla birlikte ele alıp, üstüne Perşembe akşamı Bersay İletişim Enstitüsü’nde bir konferans veren Konda Araştırma ve Danışmanlık Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın olağanüstü etkili çözümlemelerini eklerseniz Türkiye’yi belki daha iyi okuma şansını elde edebilirsiniz. Konda’nın web sitesinden, “Biz Kimiz: Hayat Tarzları” araştırmasına göz atılmadan Türkiye hakkında konuşulmaması gerektiğini de ifade edeyim. Yerde yemek yiyenlerin oranı hakkında bilgi sahibi olmadan iddia sahibi olmak mümkün müdür? Mesela...)
Yıllarca dünyayı ya sağdan okumamız öğütlendi ya da soldan. Hiç kuşkunuz olmasın Türkiye’yi bugün sağdan okuyanlar da çuvallıyor, soldan da... Peki nereden okuyacağız?
Cevap şu: İlim ve irfandan... Sadece ilimden okuyanlar da başarısız, sadece irfandan da... Oysa ilim ve irfanı birleştirerek ülkenin geçmişini, bugününü ve geleceğini okumaya çalışmak bir çıkış yolu olabilir. Akparti’ye oy vermeyebilirsiniz ama Akparti ve Başbakan’ı anlamak zorundasınız.
TÜSİAD işte dün bunu yaptı.