Fitne’nin ‘can düşmanı’ iletişimdir...
12 Eylül 2015
Bugün 12 Eylül. AK Parti'nin dolayısıyla Türkiye'nin siyasi tarihinde ciddi bir kırılma noktası olabilir. Olumluya doğru da, bir nebze de olsa olumsuza doğru da…
Türkiye'de iki önemli demokratik olay bu 'dramatik tarihe' denk getirildi. Hatırlanacağı üzere bazılarınca “Yetmez, ama Evet” diye tanımlanmış olan ve olumlu anlamda bir kırılma olarak tarihe geçen Anayasa Referandumu; diğeri de bugün... 12 Eylül AK Parti Kongresi... Sanki Türkiye'yi en az 10 yıl geriye götürmüş olan darbenin izlerini hafızalardan kazımak istercesine...
Bizce son derece yaratıcı bir fikir. Sonraki Kongrelerden biri de 17 ya da 25 Aralık tarihine denk getirilebilir mesela...
İşin siyaset bilimi boyutu bizim boyumuzu aşar. Bu konuda kelam edecek bir dolu 'her şeyi bilen' varken, çıkıp bir de biz analiz yaparsak, komik duruma düşeriz... En azından kendimize karşı... Ancak işin uzmanlık boyutumuzun tam da ortasına düşen kısmı, yani siyasi iletişim çerçevesi hakkında kelam etmezsek, bu kez de okura ve tabii ki yine kendimize saygısızlık ederiz. Bu arada hiçbir siyasi parti ya da kişiye uzun yıllardır profesyonel anlamda danışmanlık hizmeti vermediğimizi de bir dipnot olarak belirtelim.
Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu krizin belki kendisinin üstesinden gelinirken, iletişiminin hak ettiği ölçüde, bilinçte vestratejik planlama çerçevesinde yönetilmediğini Perşembe günü burada ayrıntısıyla dile getirmiştik.
Pekiyi, Sayın Başbakan'ın hedefini bir keresinde “2001 Ruhuna Geri Dönmek” şeklinde son derece anlamlı bir 'kodlamayla' tespit ettiği, sonradan ne hikmetse bir daha ne kendisinin ne de bir başka üst düzey AK Partili'nin ağzından duyduğumuz ana konseptin temellerinin sağlamlaştırılacağı izlenimi yaratılan 12 Eylül AK Parti kongresinin iletişimi, sizce nasıl yönetilmektedir?
Yoksa kriz iletişimindeki zaaf burada da kendisini göstermekte midir? Bu sorunun yanıtını düşünürken neden ciddi bir endişe duyuyorum acaba?
Bu sorunun yanıtını ararken şu hususlara neden izin verildiğini de anlamak bir hayli zor:
Kendisine büyük saygı ve sevgi duyduğum, bana sorarsanız bilgi ve iletişim, özetle Bilişim Teknolojileri ve ulaşım konusunda Türkiye'nin çağ atlamasında büyük katkısı inkâr edilemeyen Sayın Binali Yıldırım beyin adının Kongreye iki gün kala ve böyle ortaya çıkması...
Üretilen dedikoduların gereken hız ve zamanda kimsenin 'göğüs stopu' ile karşılayıp yumuşatmaması...
Yıldırım'ın ve Sayın Cumhurbaşkanı'nın adının ve de AK Parti'nin algı boyutunda hasar görmesi...
Sayın Başbakan'ın MKYK listesini Cumhurbaşkanı'na gösterip onay alamadığı zırvasının yayılması...
Bütün bunlara nasıl izin verilir?
En nihayetinde, Kongre'ye 24 saatten az zaman kala Sayın Beşir Atalay tarafından tek adayla gidileceği açıklanabilmiştir.
11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül etrafında estirilmesine izin verilen melanet rüzgarlarına ne demeli?
Siz ülke kaderinde bu kadar önemli bir yer tutmuşsanız ve tutmaya devam edecekseniz ve de o kadar önem verdiğiniz, hem de seçimlere 1,5 ay kala düzenleme yürekliliğini gösterdiğiniz Kongrenizin iletişimini yönetmekte bu kadar zorlanırsanız, her türden tevatürün ortalıkta dolaşmasına engel olamazsınız...
İsteyen –bu yaştan sonra nasıl olacaksa- 'gazetede kendine kariyer arıyor' diye düşünebilir. Hiçbir mahzuru yok. Ancak İbrahim Karagül'ün dün Yeni Şafak'ta “İşte biz sadece buna direnemeyiz!” başlığıyla yayınlanan tarihi yazısı mutlaka birkaç kez okunmalı ve saklanmalı... Özellikle kimin tarafından? AK Partili kadrolar tarafından...
Bazı bölümlerini alıyorum aşağıya, müellifin hoşgörüsüne sığınarak:
“... İlk darbe girişimi Gezi ile başlatıldı ... Sokak terörü üzerinden hükümet devrilecek, Başbakanlık işgal edilecek, dünyaya Ukrayna fotoğrafı verilecek, Başbakan indirilip tasfiye edilecekti ... Olmadı... Direndik, ülke direndi, millet direndi. Başaramadılar.
... İkinci müdahale içeriden darbe.. 17 Aralık darbe girişimiyle ikinci senaryo devreye sokuldu.
Bu sefer, devletin sinir sistemine kadar işlemiş bir yapı, hem de muhafazakar bir çevre, bir istihbarat gücü olarak kullanıldı. Mısır'da olduğu gibi darbe yapılacak, hükümet düşürülecek, yeniden İstiklal Mahkemeleri kurulacak, Başbakan asılacak, Türkiye itaat edecek hale getirilip sahibine teslim edilecekti.
... Tarihin en büyük ihanet operasyonlarından birine sahne oldu Türkiye. Yine direndik, ülke direndi, millet/devlet direndi. Başaramadılar.
... Üçüncü deneme seçimlerle başladı. Müthiş bir kamuoyu çalışması yürütüldü. Bu sefer medya ve sermaye devreye sokuldu. HDP üzerinden Kürt milliyetçiliği tahrik edildi. O siyasi akıl iktidardan uzaklaştırılacaktı. Belli oranda başarı sağlandı. AK Parti tek başına iktidar olamadı. Hemen ardından siyasi partilerin AK Parti ile koalisyon yapmasının da önüne geçildi. Ama bir sorun vardı, kendi aralarında da hükümet kuramıyorlardı.
... Seçimle istediklerini kısmen aldılar ama istedikleri sonuca ulaşamadılar. Yine başaramamışlardı.
... Dördüncü deneme terördü. Ne pahasına olursa olsun bu kurmay akıl yok edilmeliydi. Terör üzerinden, iç savaş üzerinden ülke dize getirilecek, yeniden yapılandırılacaktı. Amaç hiç değişmiyor, planların ardı arkası gelmiyordu.
... Türkiye tarihinde görülmemiş bir ittifak şekillendi ...
... Bu senaryo da başarısız olacak. Bu ülkenin feraseti, direnci bunu da yenecek. Kurbanlar vereceğiz ama ayakta kalacağız.
... Hepsine direniriz, bir tanesi hariç.. Gezi'ye direndik. 17 Aralık'a direndik, teröre de direneceğiz. Ondan sonra gelene de direneceğiz. Ülkemiz direnecek. Milletimiz o örgütlerin şiddetini, o siyasilerin beyinsizliğini yenecek, yüzlerce yıllık büyük yürüyüşünü devam ettirecek.
Ama fitneye direnmek ne zor. Hal böyle iken, küçük hesaplara, fitne üzerinden yürütülen hesaplara direnmemiz mümkün değil.
... Son silahları bu sefer biz olabiliriz... Biz fitneye karşı hep kaybettik. Siyasi ihtiraslara karşı hep kaybettik. Basiretimizi yitirdik.
Ülkeler kaybetti, liderler kaybetti, milletler kaybetti, partiler/cemaatler kaybetti.
Fitneye kapılmak intihardır. Hepimizin boğazlanmasıdır.
Bir hatanın bedeli yüz yıldır. Yüzyıla yol çizecek zihinlerin tasfiyesidir.
Dışarıdan gelenlere, içeriden gelenlere direnen bizler, kendi içimizdekilere direnemiyoruz. Küçük hesaplarımızla, kendimizi vuruyoruz.
... Son senaryo kendimiz olabiliriz. Son safhada kendimizi vurabiliriz.
Bize karşı kullanacakları son silah yine biz olabiliriz.
Çevremizdeki ülkelerin haline bakalım. Neyi, neden kaybettiklerine bakalım. Moğollar karşısında sırasını bekleyen ülkelerin iç hesaplaşmalarına, iktidar kavgalarına bakalım. Geçmiş de bugün de bu örneklerle doludur.
Son kale fitneyle yıkılır.
... İşte biz sadece buna direnemeyiz!”
Ellerine aklına sağlık İbrahim Karagül. Bu tespitlere belki bir tek şey ekleyebilirim: Fitneye engel olabilecek, onun bir numaralı can düşmanı iletişimdir. Usulü veçhile yönetilen adam gibi iletişim... Şeffaf, içten, aktif, planlı, stratejik, hedefine kilitlenmiş bilimsel (içten geldiği gibi değil, profesyonelce) iletişim. AK Parti'nin 2001 ruhunda özellikle ittifaklarıyla dünyaya bir başarı örneği olarak sunduğu siyasi iletişim... İşte o öldürür ancak fitneyi...
Türkiye'de iki önemli demokratik olay bu 'dramatik tarihe' denk getirildi. Hatırlanacağı üzere bazılarınca “Yetmez, ama Evet” diye tanımlanmış olan ve olumlu anlamda bir kırılma olarak tarihe geçen Anayasa Referandumu; diğeri de bugün... 12 Eylül AK Parti Kongresi... Sanki Türkiye'yi en az 10 yıl geriye götürmüş olan darbenin izlerini hafızalardan kazımak istercesine...
Bizce son derece yaratıcı bir fikir. Sonraki Kongrelerden biri de 17 ya da 25 Aralık tarihine denk getirilebilir mesela...
İşin siyaset bilimi boyutu bizim boyumuzu aşar. Bu konuda kelam edecek bir dolu 'her şeyi bilen' varken, çıkıp bir de biz analiz yaparsak, komik duruma düşeriz... En azından kendimize karşı... Ancak işin uzmanlık boyutumuzun tam da ortasına düşen kısmı, yani siyasi iletişim çerçevesi hakkında kelam etmezsek, bu kez de okura ve tabii ki yine kendimize saygısızlık ederiz. Bu arada hiçbir siyasi parti ya da kişiye uzun yıllardır profesyonel anlamda danışmanlık hizmeti vermediğimizi de bir dipnot olarak belirtelim.
Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu krizin belki kendisinin üstesinden gelinirken, iletişiminin hak ettiği ölçüde, bilinçte vestratejik planlama çerçevesinde yönetilmediğini Perşembe günü burada ayrıntısıyla dile getirmiştik.
Pekiyi, Sayın Başbakan'ın hedefini bir keresinde “2001 Ruhuna Geri Dönmek” şeklinde son derece anlamlı bir 'kodlamayla' tespit ettiği, sonradan ne hikmetse bir daha ne kendisinin ne de bir başka üst düzey AK Partili'nin ağzından duyduğumuz ana konseptin temellerinin sağlamlaştırılacağı izlenimi yaratılan 12 Eylül AK Parti kongresinin iletişimi, sizce nasıl yönetilmektedir?
Yoksa kriz iletişimindeki zaaf burada da kendisini göstermekte midir? Bu sorunun yanıtını düşünürken neden ciddi bir endişe duyuyorum acaba?
Bu sorunun yanıtını ararken şu hususlara neden izin verildiğini de anlamak bir hayli zor:
Kendisine büyük saygı ve sevgi duyduğum, bana sorarsanız bilgi ve iletişim, özetle Bilişim Teknolojileri ve ulaşım konusunda Türkiye'nin çağ atlamasında büyük katkısı inkâr edilemeyen Sayın Binali Yıldırım beyin adının Kongreye iki gün kala ve böyle ortaya çıkması...
Üretilen dedikoduların gereken hız ve zamanda kimsenin 'göğüs stopu' ile karşılayıp yumuşatmaması...
Yıldırım'ın ve Sayın Cumhurbaşkanı'nın adının ve de AK Parti'nin algı boyutunda hasar görmesi...
Sayın Başbakan'ın MKYK listesini Cumhurbaşkanı'na gösterip onay alamadığı zırvasının yayılması...
Bütün bunlara nasıl izin verilir?
En nihayetinde, Kongre'ye 24 saatten az zaman kala Sayın Beşir Atalay tarafından tek adayla gidileceği açıklanabilmiştir.
11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül etrafında estirilmesine izin verilen melanet rüzgarlarına ne demeli?
Siz ülke kaderinde bu kadar önemli bir yer tutmuşsanız ve tutmaya devam edecekseniz ve de o kadar önem verdiğiniz, hem de seçimlere 1,5 ay kala düzenleme yürekliliğini gösterdiğiniz Kongrenizin iletişimini yönetmekte bu kadar zorlanırsanız, her türden tevatürün ortalıkta dolaşmasına engel olamazsınız...
İsteyen –bu yaştan sonra nasıl olacaksa- 'gazetede kendine kariyer arıyor' diye düşünebilir. Hiçbir mahzuru yok. Ancak İbrahim Karagül'ün dün Yeni Şafak'ta “İşte biz sadece buna direnemeyiz!” başlığıyla yayınlanan tarihi yazısı mutlaka birkaç kez okunmalı ve saklanmalı... Özellikle kimin tarafından? AK Partili kadrolar tarafından...
Bazı bölümlerini alıyorum aşağıya, müellifin hoşgörüsüne sığınarak:
“... İlk darbe girişimi Gezi ile başlatıldı ... Sokak terörü üzerinden hükümet devrilecek, Başbakanlık işgal edilecek, dünyaya Ukrayna fotoğrafı verilecek, Başbakan indirilip tasfiye edilecekti ... Olmadı... Direndik, ülke direndi, millet direndi. Başaramadılar.
... İkinci müdahale içeriden darbe.. 17 Aralık darbe girişimiyle ikinci senaryo devreye sokuldu.
Bu sefer, devletin sinir sistemine kadar işlemiş bir yapı, hem de muhafazakar bir çevre, bir istihbarat gücü olarak kullanıldı. Mısır'da olduğu gibi darbe yapılacak, hükümet düşürülecek, yeniden İstiklal Mahkemeleri kurulacak, Başbakan asılacak, Türkiye itaat edecek hale getirilip sahibine teslim edilecekti.
... Tarihin en büyük ihanet operasyonlarından birine sahne oldu Türkiye. Yine direndik, ülke direndi, millet/devlet direndi. Başaramadılar.
... Üçüncü deneme seçimlerle başladı. Müthiş bir kamuoyu çalışması yürütüldü. Bu sefer medya ve sermaye devreye sokuldu. HDP üzerinden Kürt milliyetçiliği tahrik edildi. O siyasi akıl iktidardan uzaklaştırılacaktı. Belli oranda başarı sağlandı. AK Parti tek başına iktidar olamadı. Hemen ardından siyasi partilerin AK Parti ile koalisyon yapmasının da önüne geçildi. Ama bir sorun vardı, kendi aralarında da hükümet kuramıyorlardı.
... Seçimle istediklerini kısmen aldılar ama istedikleri sonuca ulaşamadılar. Yine başaramamışlardı.
... Dördüncü deneme terördü. Ne pahasına olursa olsun bu kurmay akıl yok edilmeliydi. Terör üzerinden, iç savaş üzerinden ülke dize getirilecek, yeniden yapılandırılacaktı. Amaç hiç değişmiyor, planların ardı arkası gelmiyordu.
... Türkiye tarihinde görülmemiş bir ittifak şekillendi ...
... Bu senaryo da başarısız olacak. Bu ülkenin feraseti, direnci bunu da yenecek. Kurbanlar vereceğiz ama ayakta kalacağız.
... Hepsine direniriz, bir tanesi hariç.. Gezi'ye direndik. 17 Aralık'a direndik, teröre de direneceğiz. Ondan sonra gelene de direneceğiz. Ülkemiz direnecek. Milletimiz o örgütlerin şiddetini, o siyasilerin beyinsizliğini yenecek, yüzlerce yıllık büyük yürüyüşünü devam ettirecek.
Ama fitneye direnmek ne zor. Hal böyle iken, küçük hesaplara, fitne üzerinden yürütülen hesaplara direnmemiz mümkün değil.
... Son silahları bu sefer biz olabiliriz... Biz fitneye karşı hep kaybettik. Siyasi ihtiraslara karşı hep kaybettik. Basiretimizi yitirdik.
Ülkeler kaybetti, liderler kaybetti, milletler kaybetti, partiler/cemaatler kaybetti.
Fitneye kapılmak intihardır. Hepimizin boğazlanmasıdır.
Bir hatanın bedeli yüz yıldır. Yüzyıla yol çizecek zihinlerin tasfiyesidir.
Dışarıdan gelenlere, içeriden gelenlere direnen bizler, kendi içimizdekilere direnemiyoruz. Küçük hesaplarımızla, kendimizi vuruyoruz.
... Son senaryo kendimiz olabiliriz. Son safhada kendimizi vurabiliriz.
Bize karşı kullanacakları son silah yine biz olabiliriz.
Çevremizdeki ülkelerin haline bakalım. Neyi, neden kaybettiklerine bakalım. Moğollar karşısında sırasını bekleyen ülkelerin iç hesaplaşmalarına, iktidar kavgalarına bakalım. Geçmiş de bugün de bu örneklerle doludur.
Son kale fitneyle yıkılır.
... İşte biz sadece buna direnemeyiz!”
Ellerine aklına sağlık İbrahim Karagül. Bu tespitlere belki bir tek şey ekleyebilirim: Fitneye engel olabilecek, onun bir numaralı can düşmanı iletişimdir. Usulü veçhile yönetilen adam gibi iletişim... Şeffaf, içten, aktif, planlı, stratejik, hedefine kilitlenmiş bilimsel (içten geldiği gibi değil, profesyonelce) iletişim. AK Parti'nin 2001 ruhunda özellikle ittifaklarıyla dünyaya bir başarı örneği olarak sunduğu siyasi iletişim... İşte o öldürür ancak fitneyi...