Frene ve gaza aynı anda basanların filmi
09 Kasım 2008 Akşam Gazetesi
Hani Cuma akşamları yemek üstü sinema yapıyoruz ya... Üç hafta olmuş. Üst üste Türk filmleri izlemişiz. Sinema izleyicisinin sayısı artıyormuş. Artacak tabii. Nitelikli Türk filmlerinin sayısı artıyor da ondan. Bir zamanlar 'Yeşilçam sineması!' diye kıvrılan burunlar düzeldi... Dünya standartlarında iş çıkıyor bizimkilerden.
'Köpük' tabir edilen, hiçbir üretimle irtibatlandırılmamış havadan para kazandıracağı düşünülen işlere değil, aslanlar gibi Türk filmlerine yatırım yapan kazanıyor. Devrim Arabaları'nda olduğu gibi... Ya da Çağan Irmak'ın Issız Adam'ında... Filmin yapımcısı Most Production'ın sahibi Mustafa Oğuz'u yürekten kutluyorum. Hem zamanlaması doğru, hem de yatırım için seçtiği yönetmen. Ayrıca bu devirde büyük starlarla film yapmama riskini göze alması da çok heyecan verici...
Issız Adam'ı büyük bir keyifle izledim. (Adı Mavi Telaş mı olmalıydı?) Size de 'Kaçırmayın!' derim... Pek çok yazar 'Güzel -ya da özel- aşk filmi' demiş. Bence sadece bir aşk filmi değil. Issız Adam, dünya görüş ve duruşları yüzünden aşkı adam gibi yaşayamayanların filmi. Frene ve gaza aynı anda basanların filmi. Hepimiz öyle değil miyiz? Bazen aklımız frene basar gönlümüz gaza; bazen de tam tersi...
Cemal Hünal, Melis Birkan'ı bir kenara not ettim. Favori starlarım arasında yerlerini aldılar...
//c
Muhafazakârlara marka yönetimi gerek...
İŞTE size eğlenceli, eğlenceli olduğu kadar da düşündürücü, dramatik bir iş ve iletişimi sınav sorusu: Muhafazakâr kesimden bir sapık çıkarsa, işlenen suç tüm muhafazakâr kesime mal edilmeye çalışılırken; diğer kesimde benzer, hatta daha ağır bir suç işlendi mi, olay niçin sadece bireysel düzeyde ele alınır...
Örneğin, Sevan Nişanyan'ın kavanozda biriktirdiği dışkıyı karısının kafasından aşağıya boca etmesi (sahi ne oldu o dava?), bireysel bir hezeyandır (ki bence de öyle); yani laik kesimin çöküşü değildir... Ya da motosikletli psikopatın küçük kızlara tecavüz etmesi ve sonrasında 'Nasılsa kadın olacaklardı' demesi, bireysel ruhsal arızadır; CHP'liler, Kemalistler ve laikler bu yüzden suçlanamaz... Ancak Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez'in küçük bir kızı taciz etmesi bireysel 'bozukluk' değil; tüm İslami kesimin ve AK Parti'nin doğrudan sorumlu tutulması gereken bir rezalettir...
Neden?
'Herkes bir olmuş, İslami kesimi harcamak istiyor'...
'Bir takım medya bunu kasıtlı yapıyor'...
'Bunlar zaten böyledir'...
Peki muhafazakâr kesim bu duruma müdahale etmek, algılamayı yönetmek ve değiştirmek için ne yapıyor? Hemen hemen hiçbir şey... Sistemli bir 'Modern Muhafazakârlık' marka yönetimi söz konusu değil. Ne AK Parti çıkışlı ne de muhafazakâr medya çıkışlı... Yeni Şafak'ın 'Utan be adam!' başlığı bu konuda çok önemli bir adımdı ancak tekil bir çıkış olarak kalacağa benziyor...
//c
Erdoğan Koru'yu da karşısına alıyor
ÖNCE Ahmet Hakan... Şimdi de Fehmi Koru... Haydi birincisine 'dönek' diyorlar... Ama ikincisi?.. AK Parti'nin de R. Tayyip Erdoğan'ın da kalesi... Ahmet Hakan da öyleydi. 'Cemaat' (Community anlamında) onu dışlayana kadar... Önce biri sonra diğeri ve bu arada medyaya yansımış yansımamış pek çok 'âkil adam' Sayın Başbakan'ın duruşunu, davranışını, konuşma tarzını sorgulamıyor mu?
Fehmi Koru, Erdoğan'ın Obama gibi geldiğini ancak Bush'a benzediğini söylemişti? Şimdi siyasi iletişim açısından soralım: Bir siyasi lider neler yapabilirdi?
Bir: Duymazdan, görmezden gelirdi (Dostun sitemini anlamamak dosta sitemdir, misali...)
İki: Kendisi konuşmazdı. Etkili kalemşorlar TV'lerde ve gazetelerde Koru ile kapışırlardı.
Üç: Danışmanları Fehmi Bey'le görüşür, konjonktür ve zamanlama ile ilgili ikna ederler; onun ilk yazı veya konuşmasında duruma bir açıklama getirmesini sağlarlardı. (Amacını aşmış bir şakaydı, gibi bir açıklama, mesela...)
Dört: 'Biz hâlâ değişimden yanayız, hâlâ halkın tek umuduyuz, biz hâlâ bölgenin ve dolayısıyla dünyanın barış garantisiyiz' türünden açıklamalarla Fehmi Koru'ya adını anmadan yanıt verir ve üstü yarı açık bir şekilde 'Biz zaten hâlâ Obama'yız' demeye getirirdi.
Beş: Bizzat konuta çağırır ve istişare ederek ikna ve ittifak yolları aranırdı...
En yapılmaması gereken ise altıncı yoldu: Konuya bodoslamadan girer, Koru'yu da kırarak son derece agresif bir şekilde mesela şöyle derdi: 'Güya biz iktidara gelirken Obama gibi gelmişiz şimdi Bush olmuşuz. Sevsinler seni. Yazıklar olsun. Biz ne Obama'yız, ne Bush'uz.'
Bildiğiniz gibi Sayın Başbakan altıncı yolu tercih etti. Kitaplarımızda, makalelerimizde sözünü ettiğimiz, üniversitedeki derslerimizde okuttuğumuz 'Üç İ' kuramını oluştururken biz Sayın Erdoğan'dan esinlenmiştik: İstişare, İkna ve İttifak... AK Parti'yi iktidara taşımış olan model. Özetle Anthony Giddens'in geliştirdiği, Tony Blair'in uyguladığı 'Sosyal Paydaşlık Yaklaşımı'nın Türkçesi...
Şimdilerde ise sanki 'SYS modeli' gündeme geliyor: Saldır, Yıldır, Sustur!
Başbakan kızdıkça ve 'içinden geldiği gibi konuştukça' rakipleri kim bilir ne kadar seviniyordur.
//c
Taşı beni Cem!..
BUGÜN cepte numara taşıma dönemi başlıyor... Herkeste bir özgürlük duygusu... Herkeste bir vefasızlık hazırlığı... En ucuzuna hop diye atlayıverecekler...
Alabildiğine bilgi eksikliği... Ne olacak oradan oraya geçince? Tüm GSM operatörlerinin vericilerinden bangır bangır yararlanacak mıyım?.. Yani cep telefonumla daha iyi mi konuşacağım yoksa bir şey değişmeyecek mi?
Şirketler, hizmetlerini henüz yeterince anlatamıyorlar; ya da bilerek anlatmıyorlar... Buna rağmen numara taşınabilirliği üzerine yapılmış reklam filmleri ekranları ve beyaz perdeleri şenlendirdi.
Tabii ki Cem Yılmaz'ın Avea - AROG karışımı reklamı süper... 'Ben yine bir numarayım da, operatörü değiştirdim!' Çok zekice... Özlemişiz Cem'i... Şu AROG da gelse artık...
Hani Cuma akşamları yemek üstü sinema yapıyoruz ya... Üç hafta olmuş. Üst üste Türk filmleri izlemişiz. Sinema izleyicisinin sayısı artıyormuş. Artacak tabii. Nitelikli Türk filmlerinin sayısı artıyor da ondan. Bir zamanlar 'Yeşilçam sineması!' diye kıvrılan burunlar düzeldi... Dünya standartlarında iş çıkıyor bizimkilerden.
'Köpük' tabir edilen, hiçbir üretimle irtibatlandırılmamış havadan para kazandıracağı düşünülen işlere değil, aslanlar gibi Türk filmlerine yatırım yapan kazanıyor. Devrim Arabaları'nda olduğu gibi... Ya da Çağan Irmak'ın Issız Adam'ında... Filmin yapımcısı Most Production'ın sahibi Mustafa Oğuz'u yürekten kutluyorum. Hem zamanlaması doğru, hem de yatırım için seçtiği yönetmen. Ayrıca bu devirde büyük starlarla film yapmama riskini göze alması da çok heyecan verici...
Issız Adam'ı büyük bir keyifle izledim. (Adı Mavi Telaş mı olmalıydı?) Size de 'Kaçırmayın!' derim... Pek çok yazar 'Güzel -ya da özel- aşk filmi' demiş. Bence sadece bir aşk filmi değil. Issız Adam, dünya görüş ve duruşları yüzünden aşkı adam gibi yaşayamayanların filmi. Frene ve gaza aynı anda basanların filmi. Hepimiz öyle değil miyiz? Bazen aklımız frene basar gönlümüz gaza; bazen de tam tersi...
Cemal Hünal, Melis Birkan'ı bir kenara not ettim. Favori starlarım arasında yerlerini aldılar...
//c
Muhafazakârlara marka yönetimi gerek...
İŞTE size eğlenceli, eğlenceli olduğu kadar da düşündürücü, dramatik bir iş ve iletişimi sınav sorusu: Muhafazakâr kesimden bir sapık çıkarsa, işlenen suç tüm muhafazakâr kesime mal edilmeye çalışılırken; diğer kesimde benzer, hatta daha ağır bir suç işlendi mi, olay niçin sadece bireysel düzeyde ele alınır...
Örneğin, Sevan Nişanyan'ın kavanozda biriktirdiği dışkıyı karısının kafasından aşağıya boca etmesi (sahi ne oldu o dava?), bireysel bir hezeyandır (ki bence de öyle); yani laik kesimin çöküşü değildir... Ya da motosikletli psikopatın küçük kızlara tecavüz etmesi ve sonrasında 'Nasılsa kadın olacaklardı' demesi, bireysel ruhsal arızadır; CHP'liler, Kemalistler ve laikler bu yüzden suçlanamaz... Ancak Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez'in küçük bir kızı taciz etmesi bireysel 'bozukluk' değil; tüm İslami kesimin ve AK Parti'nin doğrudan sorumlu tutulması gereken bir rezalettir...
Neden?
'Herkes bir olmuş, İslami kesimi harcamak istiyor'...
'Bir takım medya bunu kasıtlı yapıyor'...
'Bunlar zaten böyledir'...
Peki muhafazakâr kesim bu duruma müdahale etmek, algılamayı yönetmek ve değiştirmek için ne yapıyor? Hemen hemen hiçbir şey... Sistemli bir 'Modern Muhafazakârlık' marka yönetimi söz konusu değil. Ne AK Parti çıkışlı ne de muhafazakâr medya çıkışlı... Yeni Şafak'ın 'Utan be adam!' başlığı bu konuda çok önemli bir adımdı ancak tekil bir çıkış olarak kalacağa benziyor...
//c
Erdoğan Koru'yu da karşısına alıyor
ÖNCE Ahmet Hakan... Şimdi de Fehmi Koru... Haydi birincisine 'dönek' diyorlar... Ama ikincisi?.. AK Parti'nin de R. Tayyip Erdoğan'ın da kalesi... Ahmet Hakan da öyleydi. 'Cemaat' (Community anlamında) onu dışlayana kadar... Önce biri sonra diğeri ve bu arada medyaya yansımış yansımamış pek çok 'âkil adam' Sayın Başbakan'ın duruşunu, davranışını, konuşma tarzını sorgulamıyor mu?
Fehmi Koru, Erdoğan'ın Obama gibi geldiğini ancak Bush'a benzediğini söylemişti? Şimdi siyasi iletişim açısından soralım: Bir siyasi lider neler yapabilirdi?
Bir: Duymazdan, görmezden gelirdi (Dostun sitemini anlamamak dosta sitemdir, misali...)
İki: Kendisi konuşmazdı. Etkili kalemşorlar TV'lerde ve gazetelerde Koru ile kapışırlardı.
Üç: Danışmanları Fehmi Bey'le görüşür, konjonktür ve zamanlama ile ilgili ikna ederler; onun ilk yazı veya konuşmasında duruma bir açıklama getirmesini sağlarlardı. (Amacını aşmış bir şakaydı, gibi bir açıklama, mesela...)
Dört: 'Biz hâlâ değişimden yanayız, hâlâ halkın tek umuduyuz, biz hâlâ bölgenin ve dolayısıyla dünyanın barış garantisiyiz' türünden açıklamalarla Fehmi Koru'ya adını anmadan yanıt verir ve üstü yarı açık bir şekilde 'Biz zaten hâlâ Obama'yız' demeye getirirdi.
Beş: Bizzat konuta çağırır ve istişare ederek ikna ve ittifak yolları aranırdı...
En yapılmaması gereken ise altıncı yoldu: Konuya bodoslamadan girer, Koru'yu da kırarak son derece agresif bir şekilde mesela şöyle derdi: 'Güya biz iktidara gelirken Obama gibi gelmişiz şimdi Bush olmuşuz. Sevsinler seni. Yazıklar olsun. Biz ne Obama'yız, ne Bush'uz.'
Bildiğiniz gibi Sayın Başbakan altıncı yolu tercih etti. Kitaplarımızda, makalelerimizde sözünü ettiğimiz, üniversitedeki derslerimizde okuttuğumuz 'Üç İ' kuramını oluştururken biz Sayın Erdoğan'dan esinlenmiştik: İstişare, İkna ve İttifak... AK Parti'yi iktidara taşımış olan model. Özetle Anthony Giddens'in geliştirdiği, Tony Blair'in uyguladığı 'Sosyal Paydaşlık Yaklaşımı'nın Türkçesi...
Şimdilerde ise sanki 'SYS modeli' gündeme geliyor: Saldır, Yıldır, Sustur!
Başbakan kızdıkça ve 'içinden geldiği gibi konuştukça' rakipleri kim bilir ne kadar seviniyordur.
//c
Taşı beni Cem!..
BUGÜN cepte numara taşıma dönemi başlıyor... Herkeste bir özgürlük duygusu... Herkeste bir vefasızlık hazırlığı... En ucuzuna hop diye atlayıverecekler...
Alabildiğine bilgi eksikliği... Ne olacak oradan oraya geçince? Tüm GSM operatörlerinin vericilerinden bangır bangır yararlanacak mıyım?.. Yani cep telefonumla daha iyi mi konuşacağım yoksa bir şey değişmeyecek mi?
Şirketler, hizmetlerini henüz yeterince anlatamıyorlar; ya da bilerek anlatmıyorlar... Buna rağmen numara taşınabilirliği üzerine yapılmış reklam filmleri ekranları ve beyaz perdeleri şenlendirdi.
Tabii ki Cem Yılmaz'ın Avea - AROG karışımı reklamı süper... 'Ben yine bir numarayım da, operatörü değiştirdim!' Çok zekice... Özlemişiz Cem'i... Şu AROG da gelse artık...