G-20'den bizim 4-H'ımıza...
23 EYLÜL 2014
Başbakan Davutoğlu'nun 'Dış siyasette 'Türkiye'yi, iç siyasette de 'vatandaş'ı özne yaptık.' diyen ifadelerinin sözden çıkıp fiiliyata dönüştüğünü ortaya koyan bir örneğe daha Avustralya'nın Cairns şehrindeki G-20 toplantısında tanık olduk.
Malum, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer alan 19 ülkeden (ve de AB komisyonundan) oluşan G-20'nin toplantısında açıkça 'küresel bir hedef'ten söz etti. 'Küresel hedef' derken öyle uzak bir tarihten de söz etmiyoruz. Türkiye, G-20 dönem başkanlığını 1 Aralık'tan itibaren Avustralya'dan resmen alacak ya, işte Sayın Babacan o tarihten itibaren geçerli olabilecek bir vaatte bulunuyor. Diyor ki:
'Az gelişmiş ülkeler ile G-20 ülkeleri arasında köprü kuracağız. Eskiden G-7 varken ve orada pek çok karar alınırken o dışlanmışlık hissini iyi yaşadık. Şimdi G-20 ülkelerinin dışındaki ülkelere o hissiyatı yaşatmamak istiyoruz.'
Zaman zaman bu köşede belki de bıkkınlık verebilecek derecede siyasi iletişimin üç temel ayağından dem vurup duruyoruz. Aslında her gün tekrarlansa yeridir; 'Büyük Fikir', 'Büyük Lider' ve 'Büyük Teşkilat'ın sahibi olmayı başarırsanız, ülkenizin ve vatandaşınızın 'özne' olma ayrıcalığına kavuşturursunuz.
Ülke olarak şu birbirinden kopuk 4 büyük halkamızı (4-H), kendi içlerinde tamamlayıp sırasıyla ard arda eklemleyemediğimizde ayağımıza daha pek çok çelmenin takılacağı kesin. Neydi o 4 halka? Cumhuriyetin ilanı, ardından 50'li yıllarda çok partili dönem ile demokrasi, Turgut Özal'la liberalizmin ilk adımları ve 3 Kasım 2002'den itibaren vesayet rejimi ve bürokrasiyle mücadele ve Yeni Türkiye... Bu 4 ana halkanın resmedildiği tablonun fonunda da aynı anda iç içe yaşanan feodalizm, sanayi ve bilgi toplumu manzaraları...
Ali Babacan'ın sunduğu dünya vizyonu bir yanda... Diğer yanda da istatistiklerde alarm, hayatta acı olarak yaşadığımız işçi ölümleri... Bir yanda Çözüm Süreci'yle birlikte ivme kazanan 'Terör mü, siyaset mi?' sorusunda ibrenin siyasete kayması... Diğer tarafta örneğin yüksek hızlı trende yapılan şu anonsun utancı:
'Çevrenize nezaket ve saygı gereği lütfen ayakkabılarınızı çıkarmayınız!' (Kaan H. Ökten hocanın önceki günkü tweet'inden)
Başbakan Yardımcımız Ali Babacan'ın söylediklerinin zamanla gerçekleşmesi, ekonomideki artıların çoğalması, Çözüm Süreci'nin terörden bağımsızlaşarak siyasette içselleştirilmesi gibi temel konuların medeniyet mirasımızdaki 'estetik' anlayışın günümüzle buluşarak soluk alıp vermesinin ve İnsan Kıymetleri'ndeki niteliğin, liyakatın ilgisi yok mudur? Elbette vardır. Birbirlerine göbekten bağlıdırlar.
BOZCAADA ŞANTİYE ALANI OLMASIN
'84 yılının Karacan Yayınları binasındaki Sanat Olayı dergisinin yayın kurulu toplantısına ışınlanıverdim sanki. Yine ünlü bir sinema sanatçımız, bir zamanların kravatsız ve ütüsüz pantolonla çıkılmadığı, şıklık yarışındaki insanların piyasa yaptığı Beyoğlu yıllarını büyük bir hasretle anmış, derginin Yayın Danışmanı rahmetli Attilâ İlhan da zekice pırıldayan gözleriyle gülerek şöyle demişti:
'Haklısın arkadaş! Artık Beyoğlu'na Türkler geldi.'
8 Kasım 2011'de bu sütunlarda bir vesileyle bu anımızı anlatmışız. Hangi vesileyle? Rol aldığı filmlerle Türkiye'den çok İtalya'da tanındığını düşündüğümüz Serra Yılmaz'ın bazı başörtülü hemcinslerini ürkütücü bulduğunu söylemesi vesilesiyle.
Attilâ İlhan'ın seksenli yıllardaki cümlesini günümüze herhalde şöyle uyarlayabiliriz:
'Haklısın arkadaş! Artık Beyoğlu'na Türkiye'de yaşayan herkes geliyor!'
Ha Beyoğlu, ha Bozcaada; değişen bir şey yok.
Dün bazı gazetelerde haberine rastladığımız ve bir Bozcaadalı olarak beni de çok yakından ilgilendiren 'Bozcaada'nın betonlaşma' tehlikesine dair haberleri de bu çerçevede görmek ve hemen artık 'öteki' gözüyle görülmeyen vatandaşın 'özne' olduğu yolundaki siyasi irade beyanının Egeli adamızın geleceğine nasıl yansıyacağını doğru değerlendirmek gerekiyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın 20 Ağustos 2014'te Çanakkale ve Balıkesir'in tamamını kapsayan 1/100 bin ölçekli yeni bir imar planı hazırlaması ve bu planın 8 Eylül'de askıya çıkmasıyla birlikte Bozcaada için durum giderek vahim bir hal almaya başlamış oldu. Adalılar, geçen yıl Bakanlığın hazırladığı 1/25 bin ölçekli nazım imar planıyla adanın yüzde 90'ını kapsayan tarım alanlarının 'bağevi' veya 'tarımsal fabrika' adı altında yapılaşmaya açılmasının önüne geçmek için yargıya başvurmuşlardı. Bu dava sürerken Bakanlığın 20 Ağustos'taki yeni kararı ile yargıdaki 1/25 binlik nazım planı sizlere ömür hale geliverdi.
Yeni plandaki açıklama raporu neler neler öngörmüyor ki:
Sonuç itibarıyla en çarpıcısı şu: Bu plana göre Bozcaada'nın 2 bin 465'lik nüfusu, 2040 yılında 11 bin olacakmış.
Bozcaada'ya herkes gelecek elbette. Ancak birilerinin de adanın kültür ve değerleriyle birlikte korunup gelişmesini sağlamakla sorumlu olmaları gerekmez mi?
Adanın 'şantiye olma' tehlikesinden de öte başkaca sorunları var. Tek plajı Ayazma tıklım tıklım. Nerdeyse bin kişiye bir tuvalet düşüyor. Birazcık adam gibi bir başka koyda Mitos diye bir tesis var. O da belediye tarafından koruma altında olmadığı için işletmecisi doğru dürüst yatırım yapamıyor; sahibini biraz daha küstürürlerse otelini falan satıp terk edecek adayı. O zaman bizler gibi ada sevdalıları da Bozcaada'dan herhalde elimizi ayağımızı çekmek durumunda kalacağız.
Akvaryum koyundaki emek zahmet yapılmış aynı adı taşıyan ve dünyanın dört bir tarafından olağanüstü puanlar alan otel, adaya hücum nedeniyle her türlü değerini yitirecek.
Karar vericilerden rica: Allah rızası için gidip Yunanistan'ın milli gelirine büyük katkı getiren 3 bin adasını nasıl koruduğunu aslolanın kültür ve değerler olmasını nasıl savunduğunu bir zahmet incelesinler; ondan sonra hangi planı yapıp adaya hangi müteahhitleri dolduracaklarına karar versinler.
Malum, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer alan 19 ülkeden (ve de AB komisyonundan) oluşan G-20'nin toplantısında açıkça 'küresel bir hedef'ten söz etti. 'Küresel hedef' derken öyle uzak bir tarihten de söz etmiyoruz. Türkiye, G-20 dönem başkanlığını 1 Aralık'tan itibaren Avustralya'dan resmen alacak ya, işte Sayın Babacan o tarihten itibaren geçerli olabilecek bir vaatte bulunuyor. Diyor ki:
'Az gelişmiş ülkeler ile G-20 ülkeleri arasında köprü kuracağız. Eskiden G-7 varken ve orada pek çok karar alınırken o dışlanmışlık hissini iyi yaşadık. Şimdi G-20 ülkelerinin dışındaki ülkelere o hissiyatı yaşatmamak istiyoruz.'
Zaman zaman bu köşede belki de bıkkınlık verebilecek derecede siyasi iletişimin üç temel ayağından dem vurup duruyoruz. Aslında her gün tekrarlansa yeridir; 'Büyük Fikir', 'Büyük Lider' ve 'Büyük Teşkilat'ın sahibi olmayı başarırsanız, ülkenizin ve vatandaşınızın 'özne' olma ayrıcalığına kavuşturursunuz.
Ülke olarak şu birbirinden kopuk 4 büyük halkamızı (4-H), kendi içlerinde tamamlayıp sırasıyla ard arda eklemleyemediğimizde ayağımıza daha pek çok çelmenin takılacağı kesin. Neydi o 4 halka? Cumhuriyetin ilanı, ardından 50'li yıllarda çok partili dönem ile demokrasi, Turgut Özal'la liberalizmin ilk adımları ve 3 Kasım 2002'den itibaren vesayet rejimi ve bürokrasiyle mücadele ve Yeni Türkiye... Bu 4 ana halkanın resmedildiği tablonun fonunda da aynı anda iç içe yaşanan feodalizm, sanayi ve bilgi toplumu manzaraları...
Ali Babacan'ın sunduğu dünya vizyonu bir yanda... Diğer yanda da istatistiklerde alarm, hayatta acı olarak yaşadığımız işçi ölümleri... Bir yanda Çözüm Süreci'yle birlikte ivme kazanan 'Terör mü, siyaset mi?' sorusunda ibrenin siyasete kayması... Diğer tarafta örneğin yüksek hızlı trende yapılan şu anonsun utancı:
'Çevrenize nezaket ve saygı gereği lütfen ayakkabılarınızı çıkarmayınız!' (Kaan H. Ökten hocanın önceki günkü tweet'inden)
Başbakan Yardımcımız Ali Babacan'ın söylediklerinin zamanla gerçekleşmesi, ekonomideki artıların çoğalması, Çözüm Süreci'nin terörden bağımsızlaşarak siyasette içselleştirilmesi gibi temel konuların medeniyet mirasımızdaki 'estetik' anlayışın günümüzle buluşarak soluk alıp vermesinin ve İnsan Kıymetleri'ndeki niteliğin, liyakatın ilgisi yok mudur? Elbette vardır. Birbirlerine göbekten bağlıdırlar.
BOZCAADA ŞANTİYE ALANI OLMASIN
'84 yılının Karacan Yayınları binasındaki Sanat Olayı dergisinin yayın kurulu toplantısına ışınlanıverdim sanki. Yine ünlü bir sinema sanatçımız, bir zamanların kravatsız ve ütüsüz pantolonla çıkılmadığı, şıklık yarışındaki insanların piyasa yaptığı Beyoğlu yıllarını büyük bir hasretle anmış, derginin Yayın Danışmanı rahmetli Attilâ İlhan da zekice pırıldayan gözleriyle gülerek şöyle demişti:
'Haklısın arkadaş! Artık Beyoğlu'na Türkler geldi.'
8 Kasım 2011'de bu sütunlarda bir vesileyle bu anımızı anlatmışız. Hangi vesileyle? Rol aldığı filmlerle Türkiye'den çok İtalya'da tanındığını düşündüğümüz Serra Yılmaz'ın bazı başörtülü hemcinslerini ürkütücü bulduğunu söylemesi vesilesiyle.
Attilâ İlhan'ın seksenli yıllardaki cümlesini günümüze herhalde şöyle uyarlayabiliriz:
'Haklısın arkadaş! Artık Beyoğlu'na Türkiye'de yaşayan herkes geliyor!'
Ha Beyoğlu, ha Bozcaada; değişen bir şey yok.
Dün bazı gazetelerde haberine rastladığımız ve bir Bozcaadalı olarak beni de çok yakından ilgilendiren 'Bozcaada'nın betonlaşma' tehlikesine dair haberleri de bu çerçevede görmek ve hemen artık 'öteki' gözüyle görülmeyen vatandaşın 'özne' olduğu yolundaki siyasi irade beyanının Egeli adamızın geleceğine nasıl yansıyacağını doğru değerlendirmek gerekiyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın 20 Ağustos 2014'te Çanakkale ve Balıkesir'in tamamını kapsayan 1/100 bin ölçekli yeni bir imar planı hazırlaması ve bu planın 8 Eylül'de askıya çıkmasıyla birlikte Bozcaada için durum giderek vahim bir hal almaya başlamış oldu. Adalılar, geçen yıl Bakanlığın hazırladığı 1/25 bin ölçekli nazım imar planıyla adanın yüzde 90'ını kapsayan tarım alanlarının 'bağevi' veya 'tarımsal fabrika' adı altında yapılaşmaya açılmasının önüne geçmek için yargıya başvurmuşlardı. Bu dava sürerken Bakanlığın 20 Ağustos'taki yeni kararı ile yargıdaki 1/25 binlik nazım planı sizlere ömür hale geliverdi.
Yeni plandaki açıklama raporu neler neler öngörmüyor ki:
Sonuç itibarıyla en çarpıcısı şu: Bu plana göre Bozcaada'nın 2 bin 465'lik nüfusu, 2040 yılında 11 bin olacakmış.
Bozcaada'ya herkes gelecek elbette. Ancak birilerinin de adanın kültür ve değerleriyle birlikte korunup gelişmesini sağlamakla sorumlu olmaları gerekmez mi?
Adanın 'şantiye olma' tehlikesinden de öte başkaca sorunları var. Tek plajı Ayazma tıklım tıklım. Nerdeyse bin kişiye bir tuvalet düşüyor. Birazcık adam gibi bir başka koyda Mitos diye bir tesis var. O da belediye tarafından koruma altında olmadığı için işletmecisi doğru dürüst yatırım yapamıyor; sahibini biraz daha küstürürlerse otelini falan satıp terk edecek adayı. O zaman bizler gibi ada sevdalıları da Bozcaada'dan herhalde elimizi ayağımızı çekmek durumunda kalacağız.
Akvaryum koyundaki emek zahmet yapılmış aynı adı taşıyan ve dünyanın dört bir tarafından olağanüstü puanlar alan otel, adaya hücum nedeniyle her türlü değerini yitirecek.
Karar vericilerden rica: Allah rızası için gidip Yunanistan'ın milli gelirine büyük katkı getiren 3 bin adasını nasıl koruduğunu aslolanın kültür ve değerler olmasını nasıl savunduğunu bir zahmet incelesinler; ondan sonra hangi planı yapıp adaya hangi müteahhitleri dolduracaklarına karar versinler.