Geçen sene kapalı mıydık?
31 ARALIK 2007
2008 sloganımız şöyleymiş: "Turkey, Open for everyone - Türkiye, Herkese açık"...
Türkiye markasının yönetilmesi tabii ki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın işi değil. Ama bu bakanlık işin bir parçası, hem de önemli bir parçası. THY gibi... Milli Takım gibi... Ülke bayrağını taşıyorsan, “Bana ne Türkiye markasından?” diyemezsin...
Turizm ve Kültür Bakanlığı 2008 reklam stratejisini, görsellerini, hatta sloganlarını belirlemiş. 83 ülkede, 10 grupta, 10 reklam şirketi devreye giriyormuş... Şahane!..
Sloganlarını tekrar hatırlayalım. "Turkey, Open for everyone - Türkiye, Herkese açık". Durduk yere insanı şüpheye düşürecekler. Demek ki kapalısı da bulunurmuş. Ya da açıklık konusunda endişe varmış gibi...
"2010 İstanbul Kültür Başkenti" afişlerinin sloganı ise "Promise of life - Yaşam vaadi"... Bir de bu sloganı yukarıdaki mantık süzgecinden geçirin.
Reklam afişlerinin çerçevesini Türk kahvesi ve çini motifleri resmi süsleyecekmiş. Çok orijinal vallahi!..
Reklamlarda Türkiye'nin tarihi, doğal güzellikleri ile yemekleri sunulacakmış. Bakın bu muazzam işte!.. Hiçbir ülke yapmamıştır böyle bir şey...
Kim varmış peki afişlerde? Türkiye'de tatil yapan mutlu kişiler!
Ya işte öyle...
Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın bir arada olduğu da unutulmamış. Sloganı "Hoşgörü Evi"!.. "Tarihi keşfet" sloganının olduğu afişte ise Hz. İsa ile İstanbul'daki camiler bir arada verilecekmiş. Peki Türk yemeklerinin tanıtıldığı afişlerde ne var dersiniz? Söyleyelim: "Food for every mood - Her ruh hali için yemek"...
İstanbul'daki Kapalı Çarşı, Beyoğlu, Topkapı, Ayasofya'daki Hz. İsa figürü ile hamamlar ve şehrin diğer güzellikleri de afişlerde küçük kareler içinde yer alacakmış. Ayrıca, İstanbul için "Kültürel hazine" ifadesi kullanılacakmış ve "İstanbul, Avrupa ile Asya'nın zarif karışımını sunuyor" denecekmiş... Duyunca, sevincimden yerimde duramadım!..
10 yıl kadar önce Atilla Aksoy (O sıralar Reklamevi’ni yönetiyordu) liderliğinde bir ekip aynı mesajlardan yola çıkıp İstanbul’un Olimpiyatlara adaylık yarışı için çok hoş bir film hazırlamıştı. O film de İstanbul’un kış turizminde diğer metropollerle kıyaslandığında yerlerde sürünmeye devam etmesine engel olamadı...
Değişen bir şey yok. Konsept belli. Gelin ilköğretim çağındaki çocuklar arasında bir resim yarışması düzenleyelim. Konu da İstanbul ve Türkiye’nin tanıtımı olsun. Önünüze aşağı yukarı bu konsept gelir. ‘Rakı, göbek dansı, şiş kebap, deniz, güneş, kum’ teranesinin biraz gelişmişi...
Oysa odaklanmak lazım. Bir ulusal marka vaadinde mutabakat sağlamak; tüm açılımlarda bu mutabakattan yola çıkmak gerek. Koskoca imparatorlukların mirası üzerinde oturuyoruz. Tabii ki söyleyecek çok laf var. Ama iletişim ve vaat kirliliği yaratmanın alemi yok. Yıllardır söylüyoruz: Dönüp bir baksanıza bu işi daha önce planlı programlı bir şekilde, hem de 15 yıl gibi kısa bir sürede halletmiş İrlanda gibi ülkelere... Aynı noktaya düşen su damlaların mermeri delmesi gibi, tek bir ‘hedef konu’ etrafında tüm ülke birimleri nasıl kenetlenmiş? Nasıl müthiş bir disiplinle eşgüdüm sağlamışlar ve nasıl ülkenin sadece turizm gelirlerini değil tüm girdilerini patlatmışlar?
Çok merak ediyorum. Acaba, devletin diğer birimleri ve Türkiye’nin tanıtımı ile ilgilenen ve yaptıkları birbirleriyle bölen değil çarpan etkisi içinde olması gereken hangi resmi ve özel kuruluşla hangi eşgüdüm çalışması içinde bu orijinal marka vaadi ve konsept tespit edildi?
Bu sorunun yanıtını, Türkiye markası yönetilmedikçe diğer ticari markaların da hiçbir şansının olmayacağını iyi bilen ve bu alanda geçmişte somut adımlar atmaya çalışmış olan Sayın Cumhurbaşkanı ve Turquality gibi muhteşem bir hareketi başlatmış olan Sayın Kürşat Tüzmen, merak edip ilgililerden sordular mı acaba? Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu işe el atmadıkça Türkiye’nin umudu yok.
Fırça ile olmaz!
Haber dün tek bir gazetede küçücük girmiş: “Babacan CNN ve Reuters’i uyardı.” Çünkü bu iki ajans PKK için “isyancı, özgürlük savaşçısı, asi” gibi ifadeler kullanıyormuş. Dışişleri Bakanı Ali Babacan da, “Terörist deyin!” demiş...
“Emredersiniz Sayın Bakanım! Bundan böyle ne derseniz o olur!” diyecekleri konusunda ciddi endişem var.
Batıyı ve bu büyük ajansları biraz bilenler, bunların ne zaman “isyancı, özgürlük savaşçısı, asi” kavramlarını kullandıklarını da bilirler. İşin, bizim “Kıbrıs Barış Harekâtı” dediğimiz olaya onların “Kıbrıs’ın İstilası” dedikleri duruma gelmemesi için, Türkiye markasının ve ‘kamu diplomasisinin’ adam gibi yönetilmesi gerekir. Kimsenin aldırış etmeyeceği ‘fırçalarla’ olmaz bu iş...
2008 için bireysel hedef koyun
2007 çok güzel geçti. 2008’e de bomba gibi giriyorum. Bireysel hedeflerimi belirledim. Geçen sene üç tanesini tutturamamıştım (zaten üç tane hedefim vardı: İkinci kitabı yazmayı bitirmek, 10 kilo vermek, üçüncü kitaba başlamak). Bu yıl aynı hedefleri tekrar koydum. Onlara iki tane daha ekledim. Hesabını gelecek sene veririm. Size de tavsiye ediyorum. Tutamasanız da mutlaka bireysel hedefler koyun. Hayat işten ibaret değil. 2008 kendinize hem sevginizin hem de saygınızın artacağı bir yıl olsun.
Türkiye markasının yönetilmesi tabii ki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın işi değil. Ama bu bakanlık işin bir parçası, hem de önemli bir parçası. THY gibi... Milli Takım gibi... Ülke bayrağını taşıyorsan, “Bana ne Türkiye markasından?” diyemezsin...
Turizm ve Kültür Bakanlığı 2008 reklam stratejisini, görsellerini, hatta sloganlarını belirlemiş. 83 ülkede, 10 grupta, 10 reklam şirketi devreye giriyormuş... Şahane!..
Sloganlarını tekrar hatırlayalım. "Turkey, Open for everyone - Türkiye, Herkese açık". Durduk yere insanı şüpheye düşürecekler. Demek ki kapalısı da bulunurmuş. Ya da açıklık konusunda endişe varmış gibi...
"2010 İstanbul Kültür Başkenti" afişlerinin sloganı ise "Promise of life - Yaşam vaadi"... Bir de bu sloganı yukarıdaki mantık süzgecinden geçirin.
Reklam afişlerinin çerçevesini Türk kahvesi ve çini motifleri resmi süsleyecekmiş. Çok orijinal vallahi!..
Reklamlarda Türkiye'nin tarihi, doğal güzellikleri ile yemekleri sunulacakmış. Bakın bu muazzam işte!.. Hiçbir ülke yapmamıştır böyle bir şey...
Kim varmış peki afişlerde? Türkiye'de tatil yapan mutlu kişiler!
Ya işte öyle...
Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın bir arada olduğu da unutulmamış. Sloganı "Hoşgörü Evi"!.. "Tarihi keşfet" sloganının olduğu afişte ise Hz. İsa ile İstanbul'daki camiler bir arada verilecekmiş. Peki Türk yemeklerinin tanıtıldığı afişlerde ne var dersiniz? Söyleyelim: "Food for every mood - Her ruh hali için yemek"...
İstanbul'daki Kapalı Çarşı, Beyoğlu, Topkapı, Ayasofya'daki Hz. İsa figürü ile hamamlar ve şehrin diğer güzellikleri de afişlerde küçük kareler içinde yer alacakmış. Ayrıca, İstanbul için "Kültürel hazine" ifadesi kullanılacakmış ve "İstanbul, Avrupa ile Asya'nın zarif karışımını sunuyor" denecekmiş... Duyunca, sevincimden yerimde duramadım!..
10 yıl kadar önce Atilla Aksoy (O sıralar Reklamevi’ni yönetiyordu) liderliğinde bir ekip aynı mesajlardan yola çıkıp İstanbul’un Olimpiyatlara adaylık yarışı için çok hoş bir film hazırlamıştı. O film de İstanbul’un kış turizminde diğer metropollerle kıyaslandığında yerlerde sürünmeye devam etmesine engel olamadı...
Değişen bir şey yok. Konsept belli. Gelin ilköğretim çağındaki çocuklar arasında bir resim yarışması düzenleyelim. Konu da İstanbul ve Türkiye’nin tanıtımı olsun. Önünüze aşağı yukarı bu konsept gelir. ‘Rakı, göbek dansı, şiş kebap, deniz, güneş, kum’ teranesinin biraz gelişmişi...
Oysa odaklanmak lazım. Bir ulusal marka vaadinde mutabakat sağlamak; tüm açılımlarda bu mutabakattan yola çıkmak gerek. Koskoca imparatorlukların mirası üzerinde oturuyoruz. Tabii ki söyleyecek çok laf var. Ama iletişim ve vaat kirliliği yaratmanın alemi yok. Yıllardır söylüyoruz: Dönüp bir baksanıza bu işi daha önce planlı programlı bir şekilde, hem de 15 yıl gibi kısa bir sürede halletmiş İrlanda gibi ülkelere... Aynı noktaya düşen su damlaların mermeri delmesi gibi, tek bir ‘hedef konu’ etrafında tüm ülke birimleri nasıl kenetlenmiş? Nasıl müthiş bir disiplinle eşgüdüm sağlamışlar ve nasıl ülkenin sadece turizm gelirlerini değil tüm girdilerini patlatmışlar?
Çok merak ediyorum. Acaba, devletin diğer birimleri ve Türkiye’nin tanıtımı ile ilgilenen ve yaptıkları birbirleriyle bölen değil çarpan etkisi içinde olması gereken hangi resmi ve özel kuruluşla hangi eşgüdüm çalışması içinde bu orijinal marka vaadi ve konsept tespit edildi?
Bu sorunun yanıtını, Türkiye markası yönetilmedikçe diğer ticari markaların da hiçbir şansının olmayacağını iyi bilen ve bu alanda geçmişte somut adımlar atmaya çalışmış olan Sayın Cumhurbaşkanı ve Turquality gibi muhteşem bir hareketi başlatmış olan Sayın Kürşat Tüzmen, merak edip ilgililerden sordular mı acaba? Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu işe el atmadıkça Türkiye’nin umudu yok.
Fırça ile olmaz!
Haber dün tek bir gazetede küçücük girmiş: “Babacan CNN ve Reuters’i uyardı.” Çünkü bu iki ajans PKK için “isyancı, özgürlük savaşçısı, asi” gibi ifadeler kullanıyormuş. Dışişleri Bakanı Ali Babacan da, “Terörist deyin!” demiş...
“Emredersiniz Sayın Bakanım! Bundan böyle ne derseniz o olur!” diyecekleri konusunda ciddi endişem var.
Batıyı ve bu büyük ajansları biraz bilenler, bunların ne zaman “isyancı, özgürlük savaşçısı, asi” kavramlarını kullandıklarını da bilirler. İşin, bizim “Kıbrıs Barış Harekâtı” dediğimiz olaya onların “Kıbrıs’ın İstilası” dedikleri duruma gelmemesi için, Türkiye markasının ve ‘kamu diplomasisinin’ adam gibi yönetilmesi gerekir. Kimsenin aldırış etmeyeceği ‘fırçalarla’ olmaz bu iş...
2008 için bireysel hedef koyun
2007 çok güzel geçti. 2008’e de bomba gibi giriyorum. Bireysel hedeflerimi belirledim. Geçen sene üç tanesini tutturamamıştım (zaten üç tane hedefim vardı: İkinci kitabı yazmayı bitirmek, 10 kilo vermek, üçüncü kitaba başlamak). Bu yıl aynı hedefleri tekrar koydum. Onlara iki tane daha ekledim. Hesabını gelecek sene veririm. Size de tavsiye ediyorum. Tutamasanız da mutlaka bireysel hedefler koyun. Hayat işten ibaret değil. 2008 kendinize hem sevginizin hem de saygınızın artacağı bir yıl olsun.