Halkbank bütünlemeden geçebilir...
01 EYLÜL 2008
Türkiye Halk Bankası kuruluşunun 70’inci yılında ilk kez uzun soluklu ‘pazarlama iletişim’ stratejisine karar vermiş gibi...
Gerek reklam gerekse PR faaliyetleri hayli senkron giderken, Genel Müdür de kilit mesajları yoğun bir medya ilişkisi ile aktarıyor...
Banka Haziran ayında da bomba gibi bir Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projesini ilan etti... Peki sonra ne yaptı?..
Bu sorunun yanıtını yazının sonunda bir kez daha sormak üzere şimdilik projenin anons edildiği günlere dönelim:
Halkbank, 70. yaşını kutlarken ülkenin gelişimine katkı sunacak sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılan ve 3 milyon civarındaki okuma-yazma bilmeyen insanı eğitimle buluşturmayı amaçlayan “Ana-Kız Okuldayız” kampanyasının ana sponsoru oluyor.
Daha önce başlattığı “Kitap Kampanyası” ile Bingöl, Amasya, Trabzon ve Artvin’deki ilk ve ortaöğretim öğrencilerine Türk ve dünya edebiyatının “100 Temel Eseri”ni hediye eden Banka, 6 Haziran günü “Ana-Kız Okuldayız" kampanyasını Başbakan'ın eşi Emine Erdoğan’ın da katılımıyla Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda başlatıyor.
Kampanyanın amacı 15 yaş üstü 3 milyon kişiyi okur-yazar yapmak.
Tüm Türkiye'de 4 yıl sürecek kampanya ile, ayrıca okur-yazar olan 2 milyon yetişkine bu süre içerisinde ilköğretimin ilk beş sınıfına denk olan II. Kademe Okuma-Yazma Eğitimi verilmesi planlanıyor.
İş hayli geniş tutulmuş... 81 il ve ilçelerdeki Halk Eğitim Merkezleri tarafından koordine edilmesi, sabit ve geçici kurs merkezlerinin yanı sıra, okulların boş mekânlarının da hafta sonları ve diğer tatil günlerinde kurslar için kullanılması amaçlanıyor.
Katılımcıların eğitimlerini tamamlandıktan sonra çekilişle beyaz eşya ve mutfak eşyası hediyesiyle ödüllendirilmesi, öğrencilerin tüm okul araç ve gereçlerinin Bakanlık tarafından karşılanması, 120 saatlik birinci kademeyi tamamlayanlara I. Kademe Okur-Yazarlık Belgesi’nin; 180 saatlik ikinci bölümü tamamlayanlara ise II. Kademe Okur-Yazarlık Belgesi’nin verilmesi planlanmış...
Konuyu sadece ben değil, Halkbank’ın kendisi de o tarihlerde ayrıntılı bir şekilde duyurmuş. Peki sonra ne olmuş?
Hiç...
O tarihten sonrasıyla ilgili hiçbir yerde bir bilgiye rastlayamadım...
Halkbank ana sponsor ya, hiç değilse web sitesinde bilgi vardır diye oraya baktım...
Önce hiçbir şey görmedim. Sonra arama çubuğuna “Ana-Kız Okuldayız” yazıp arattırdım. Karşıma 3 Temmuz tarihli basın bülteni gibi bir yazı çıktı... Ha evet, bir de sağ alt kutuda akan “Halkbank’tan haberler” var. Sabredip beklerseniz, aynı haberin link’i orada da beliriyor...
Buyurun size KSS... Kurumsal Sosyal Sorumluluk... Bu mudur KSS? Hayır tabii ki...
Sürdürülebilirlik ve derinlik kazanmak adına ana sponsor tarafından bir şey yapılmadığı zaman, yaratılan algı hemen -büyük olasılıkla hiç hak etmediği halde Bsaşbakan’a- odaklanıverir...
Başbakan talimat vermiştir. Arkadaşlar da büyük olasılıkla ‘ver, kurtul, unut’ stratejisini devreye sokmuşlardır. Algı budur...
Oysa en azından ben Başbakan’ın ya da eşinin “Paraları verin ve unutun!” dediklerini kesinlikle sanmıyorum...
Peki, ne yapmak gerekir? Bir kampanyanın sponsoruysanız; hem de ana sponsoru iseniz, her aşamada hedef kitlenizi ve sosyal paydaşlarınızı bilgilendirmeniz gerekir... Çalışmaların hangi aşamaya geldiğini yakından izlemeniz ve izlediğinizi herkese bildirmenizin gerektiği gibi...
Şimdilik Halkbank bu çerçevede sınıfta kalmıştır. Haydi işi abartmamak için ‘ikmale’ kalmıştır diyelim... Peki, bütünlemeden geçebilir mi?
Evet, geçebilir...
Kurslar yanılmıyorsam Eylül ayının ilk haftalarında başlayacak. İşte o noktada Halkbank trenin son vagonuna atlayabilir ve ondan sonra yukarıda sözünü ettiğimiz gibi ‘kesintisiz’ bir iletişim çalışmasıyla bu KSS kampanyasının hakkını verebilir...
Göreceğiz...
Tatmin’in yolu ‘okumaktan’ geçiyor...
Konu üzerine kafa patlattığımı bilen arkadaşlar hem herhalde cahilliiğimi alsın, hem de hazırlamaya çalıştığım kitaba katkısı olsun diye İngiltere dönüşü armağan getirmişler. Bir kitap. Adı ‘Client Relationship Management’...
Ne diyeceğiz Türkçesine? ‘Müşteri İlişkileri Yönetimi’ mi?..
O zaman ‘Costumer Relationship Management’ adlı kitabın Türkçesine ne diyeceğiz?..
İkincisinin adını taşıyan bir ton kitap ya da makale bulmak mümkün. Bulunması zor olan birincisi...
Yani ‘izahlı bir yaklaşımla’ “Özel Müşteri İlişkileri Yönetimi” üzerine kitap bulmak pek kolay değil. Elinde sadece bu adı taşıyan ve içinde de meseleyi hiç karıştırmadan, ‘Costumer’ ile ‘Client’ arasındaki farkı fark edecek ve ettirecek kitabı / kitapları olan varsa Allah rızası için bana bir e-posta atıversin...
Gelelim kitaba. Yazarı David A. Po-Chedley. Pek yeni de değil. 2001’de yapılmış ilk baskısı. Bir eğitim kitabı gibi... Sunumlardan derlenmiş sanki... İngilizcesi benim bile anlayacağım düzeyde. Son derece yalın...
İçerik, tek kelime ile harika...
Tadımlık bir iki satır aktaracağım bugün size. Geniş alıntıları ise “Eş ve müşteri nasıl kaybedilir?” adlı, daha çok pratik uygulamalarımızdaki başarı ve başarısızlık deneyimlerimizi aktaracağım ikinci kitaba saklayacağım...
Po-Chedley’e göre “Eğer hedefiniz herhangi bir şeyi bir kişiye ya da bir gruba ‘teslim’ etmekse, o zaman ‘özel bir müşteri’ ile ‘ilişki’ tesis etmek üzere olan bir ‘tedarikçisiniz’ demektir...”
Süreç bu kadar basit aslında...
David A. Po-Chedley’in yaptığı son derece yalın fakat bir o kadar da önemli bir başka tespit ise iç müşteri ile ilgili... “Kuruluş içindeki ‘özel müşterileriniz karşısındaki tavrınız, sizin dışarıdaki ‘özel müşterilere’ sergileyeceğiniz / sergilemekte olduğunuz tavrı değerlendirmek için en sağlıklı göstergedir...”
Bir an ‘departman savaşlarını’ düşündüm, ya da genel müdür – orta kademe yöneticileri arasındaki ilişkileri ya da tersini düşündüm; ya da idari ve mali işlerle üretimde çalışan arkadaşlarının arasındaki ilişkileri; ya da satış ile pazarlamada çalışanların birbirleriyle ‘ilişirken’ ne kadar zorlanabildiklerini... Yazara yerden göğe kadar hak vermemek mümkün değildi...
Yazar, özel müşteri ile ilişkide ‘NE’ söylediğinden çok ‘NASIL’ söylediğinin belirleyici olduğunu ileri sürüyor ve ilişki performansını iki başlık altında ele alıyor: Teknik Performans, İlişki Performansı... “Müşteri tatmini bu ikisinin bileşkesinden oluşur” diyor ve çoğumuzun bildiğini şöyle formüle ediyor: Tatmin = Algılama – Beklenti...
Dedim ya çok basit... Basit, basit olmasına da peki niye kimse uygulayamıyor?... Niye tüm çalışanlar ve ‘özel müşteriler’ tamamen tatmin olmuş bir halde araştırmalarda size 5 üzerinden 5 vermiyorlar?... Neden konkurlarda sizi tercih etmiyorlar? Neden bazıları sizinle onca yıldır çalışıyorken ‘birden’ rekabete gidiveriyor?
David A. Po-Chedley’in kitabı da, tüm diğer ‘Guru’ kitapları gibi tasarlanmış. Şu hissi veriyor insana: “Bu kitabı hatmettim mi tamam... Bütün meseleleri çözerim!”...
Öyle olmadığını birinci elden size garanti edebilirim. Bilmek ve yapmak, her zaman olduğu gibi burada da üst üste gelmiyebiliyor...
Pekiyi, bunları birbirlerine bir nebze olsun yaklaştırmak için ne yapmalı?
Ne yapmalı, biliyor musunuz? OKUMALI...
Evet ‘okumalı’... Ancak ‘to read’ anlamında ‘lesen’ anlamında, ‘lire’ anlamında değil belki de bazı sözlüklerde yazdığı gibi, ‘to decipher’ (İng), ‘entraetseln, entziffern’(Alm.) , ‘déchiffrer’ (Fr.) anlamında. Türkçesiyle ‘deşifre etmek, sırrını çözmek’ anlamında diyebiliriz miyiz?.. Kuran- Kerim’in dünyaya inen ilk ayeti olan ‘Oku!’nun ne demek istediğini anlayıp öyle okumak mümkün mü acaba?..
Çünkü ancak öyle okursak kendimizi ve çevremizi anlayabilir, her türlü tatmini yaşayabiliriz...
Buyurun Başarılı Teknoloji Yöneticileri Ligine...
İletişimde ölçülebilir hedefler koymak kolay değildir. Belki satış odaklı kampanyalarda biraz daha kolaydır sonuçları değerlendirmek... ‘İletişim için ne harcadık, ne kadar sattık?’ sorusu pek sevimli olmasa da sık sık gündeme gelir mesela. Ya da bir lansman sonrasında “Kaç başvuru aldık?”, “Dükkândan içeri kaç kişi girdi?” vb...
Konu itibara, saygınlığa geldikçe, yani mesele soyutlaştıkça, ölçülebilir hedefler koymak daha zorlaşır...
İletişim dünyası da bu ‘soyutlukta’ bir çıkış yolu bulmaya çalışır... Forrester Research şirketinin araştırmaları bu konuda ilginç parametrelerin ortaya konmasına hizmet etmektedir.
Örneğin, 27 Mayıs’ta açıkladıkları ve bugüne kadar kamuoyunda belki değil ama sektörde tartışılan “The Successful Technology Executives In Turkey” (Türkiye’deki Başarılı Teknoloji Yöneticileri) adını verdikleri araştırma gayet iyi bir gösterge olarak alınabilir ve şirketler tarafından hem iletişim departmanlarına hem de hizmet aldıkları iletişim ajanslarına hedef olarak verilebilir...
Önce o 15 kişilik listeyi hatırlayalım:
Süreyya Ciliv (Turkcell), Alper Köstem (Meteksan), Atilla Kıral (Oracle), Erkan Akdemir (Cisco), Şahin Tulga (HP), Eray Yüksek (IBM), Çağlayan Arkan (Microsoft), Hakan Arıtürk (Probil), Alpaslan Özlü (Akbank), Hüsnü Erel (Garanti Bankası), Dilek Duman (Denizbank), Bülent Kutlu (ING Bank), Ahmet Dalman (Hürriyet), Ahmet İhsan Ceylan (Arçelik)…
Üst düzey yöneticilerin kurumların itibarına etkisinin ne kadar yüksek olduğunu bilmeyen kalmadı. (Bkz. www.harrisinteractive.com) İngiltere ve ABD’de %50 civarında olduğu tahmin ediliyor… Kurumsal itibarın satışa, fiyatı yukarıya çekmeye, nitelikli insan kaynağı bulmaya ve krizlere karşı daha dayanaklı olmaya katkısını ise Mısır’daki sağır sultan bile duydu...
O halde seneye CEO’nun veya bir başka üst düzey yöneticinin bu 15’lik listeye girmesini veya o listede yukarılara tırmanmasını sağlamak, mükemmel bir iletişim hedefi olmaz mı? Tabii bir koşulla “Aman ben medyada pek görünmeyeyim!” diye tepinen bir CEO’nuz yoksa...
Bu araştırmanın tamamını edinmek için şu adrese bir e-posta atmakta yarar olabilir: fatma.perk@executivesinturkey.com Bir de şu web sitesine göz atmakta: www.forrester.com/rb/research
Gerek reklam gerekse PR faaliyetleri hayli senkron giderken, Genel Müdür de kilit mesajları yoğun bir medya ilişkisi ile aktarıyor...
Banka Haziran ayında da bomba gibi bir Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projesini ilan etti... Peki sonra ne yaptı?..
Bu sorunun yanıtını yazının sonunda bir kez daha sormak üzere şimdilik projenin anons edildiği günlere dönelim:
Halkbank, 70. yaşını kutlarken ülkenin gelişimine katkı sunacak sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılan ve 3 milyon civarındaki okuma-yazma bilmeyen insanı eğitimle buluşturmayı amaçlayan “Ana-Kız Okuldayız” kampanyasının ana sponsoru oluyor.
Daha önce başlattığı “Kitap Kampanyası” ile Bingöl, Amasya, Trabzon ve Artvin’deki ilk ve ortaöğretim öğrencilerine Türk ve dünya edebiyatının “100 Temel Eseri”ni hediye eden Banka, 6 Haziran günü “Ana-Kız Okuldayız" kampanyasını Başbakan'ın eşi Emine Erdoğan’ın da katılımıyla Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda başlatıyor.
Kampanyanın amacı 15 yaş üstü 3 milyon kişiyi okur-yazar yapmak.
Tüm Türkiye'de 4 yıl sürecek kampanya ile, ayrıca okur-yazar olan 2 milyon yetişkine bu süre içerisinde ilköğretimin ilk beş sınıfına denk olan II. Kademe Okuma-Yazma Eğitimi verilmesi planlanıyor.
İş hayli geniş tutulmuş... 81 il ve ilçelerdeki Halk Eğitim Merkezleri tarafından koordine edilmesi, sabit ve geçici kurs merkezlerinin yanı sıra, okulların boş mekânlarının da hafta sonları ve diğer tatil günlerinde kurslar için kullanılması amaçlanıyor.
Katılımcıların eğitimlerini tamamlandıktan sonra çekilişle beyaz eşya ve mutfak eşyası hediyesiyle ödüllendirilmesi, öğrencilerin tüm okul araç ve gereçlerinin Bakanlık tarafından karşılanması, 120 saatlik birinci kademeyi tamamlayanlara I. Kademe Okur-Yazarlık Belgesi’nin; 180 saatlik ikinci bölümü tamamlayanlara ise II. Kademe Okur-Yazarlık Belgesi’nin verilmesi planlanmış...
Konuyu sadece ben değil, Halkbank’ın kendisi de o tarihlerde ayrıntılı bir şekilde duyurmuş. Peki sonra ne olmuş?
Hiç...
O tarihten sonrasıyla ilgili hiçbir yerde bir bilgiye rastlayamadım...
Halkbank ana sponsor ya, hiç değilse web sitesinde bilgi vardır diye oraya baktım...
Önce hiçbir şey görmedim. Sonra arama çubuğuna “Ana-Kız Okuldayız” yazıp arattırdım. Karşıma 3 Temmuz tarihli basın bülteni gibi bir yazı çıktı... Ha evet, bir de sağ alt kutuda akan “Halkbank’tan haberler” var. Sabredip beklerseniz, aynı haberin link’i orada da beliriyor...
Buyurun size KSS... Kurumsal Sosyal Sorumluluk... Bu mudur KSS? Hayır tabii ki...
Sürdürülebilirlik ve derinlik kazanmak adına ana sponsor tarafından bir şey yapılmadığı zaman, yaratılan algı hemen -büyük olasılıkla hiç hak etmediği halde Bsaşbakan’a- odaklanıverir...
Başbakan talimat vermiştir. Arkadaşlar da büyük olasılıkla ‘ver, kurtul, unut’ stratejisini devreye sokmuşlardır. Algı budur...
Oysa en azından ben Başbakan’ın ya da eşinin “Paraları verin ve unutun!” dediklerini kesinlikle sanmıyorum...
Peki, ne yapmak gerekir? Bir kampanyanın sponsoruysanız; hem de ana sponsoru iseniz, her aşamada hedef kitlenizi ve sosyal paydaşlarınızı bilgilendirmeniz gerekir... Çalışmaların hangi aşamaya geldiğini yakından izlemeniz ve izlediğinizi herkese bildirmenizin gerektiği gibi...
Şimdilik Halkbank bu çerçevede sınıfta kalmıştır. Haydi işi abartmamak için ‘ikmale’ kalmıştır diyelim... Peki, bütünlemeden geçebilir mi?
Evet, geçebilir...
Kurslar yanılmıyorsam Eylül ayının ilk haftalarında başlayacak. İşte o noktada Halkbank trenin son vagonuna atlayabilir ve ondan sonra yukarıda sözünü ettiğimiz gibi ‘kesintisiz’ bir iletişim çalışmasıyla bu KSS kampanyasının hakkını verebilir...
Göreceğiz...
Tatmin’in yolu ‘okumaktan’ geçiyor...
Konu üzerine kafa patlattığımı bilen arkadaşlar hem herhalde cahilliiğimi alsın, hem de hazırlamaya çalıştığım kitaba katkısı olsun diye İngiltere dönüşü armağan getirmişler. Bir kitap. Adı ‘Client Relationship Management’...
Ne diyeceğiz Türkçesine? ‘Müşteri İlişkileri Yönetimi’ mi?..
O zaman ‘Costumer Relationship Management’ adlı kitabın Türkçesine ne diyeceğiz?..
İkincisinin adını taşıyan bir ton kitap ya da makale bulmak mümkün. Bulunması zor olan birincisi...
Yani ‘izahlı bir yaklaşımla’ “Özel Müşteri İlişkileri Yönetimi” üzerine kitap bulmak pek kolay değil. Elinde sadece bu adı taşıyan ve içinde de meseleyi hiç karıştırmadan, ‘Costumer’ ile ‘Client’ arasındaki farkı fark edecek ve ettirecek kitabı / kitapları olan varsa Allah rızası için bana bir e-posta atıversin...
Gelelim kitaba. Yazarı David A. Po-Chedley. Pek yeni de değil. 2001’de yapılmış ilk baskısı. Bir eğitim kitabı gibi... Sunumlardan derlenmiş sanki... İngilizcesi benim bile anlayacağım düzeyde. Son derece yalın...
İçerik, tek kelime ile harika...
Tadımlık bir iki satır aktaracağım bugün size. Geniş alıntıları ise “Eş ve müşteri nasıl kaybedilir?” adlı, daha çok pratik uygulamalarımızdaki başarı ve başarısızlık deneyimlerimizi aktaracağım ikinci kitaba saklayacağım...
Po-Chedley’e göre “Eğer hedefiniz herhangi bir şeyi bir kişiye ya da bir gruba ‘teslim’ etmekse, o zaman ‘özel bir müşteri’ ile ‘ilişki’ tesis etmek üzere olan bir ‘tedarikçisiniz’ demektir...”
Süreç bu kadar basit aslında...
David A. Po-Chedley’in yaptığı son derece yalın fakat bir o kadar da önemli bir başka tespit ise iç müşteri ile ilgili... “Kuruluş içindeki ‘özel müşterileriniz karşısındaki tavrınız, sizin dışarıdaki ‘özel müşterilere’ sergileyeceğiniz / sergilemekte olduğunuz tavrı değerlendirmek için en sağlıklı göstergedir...”
Bir an ‘departman savaşlarını’ düşündüm, ya da genel müdür – orta kademe yöneticileri arasındaki ilişkileri ya da tersini düşündüm; ya da idari ve mali işlerle üretimde çalışan arkadaşlarının arasındaki ilişkileri; ya da satış ile pazarlamada çalışanların birbirleriyle ‘ilişirken’ ne kadar zorlanabildiklerini... Yazara yerden göğe kadar hak vermemek mümkün değildi...
Yazar, özel müşteri ile ilişkide ‘NE’ söylediğinden çok ‘NASIL’ söylediğinin belirleyici olduğunu ileri sürüyor ve ilişki performansını iki başlık altında ele alıyor: Teknik Performans, İlişki Performansı... “Müşteri tatmini bu ikisinin bileşkesinden oluşur” diyor ve çoğumuzun bildiğini şöyle formüle ediyor: Tatmin = Algılama – Beklenti...
Dedim ya çok basit... Basit, basit olmasına da peki niye kimse uygulayamıyor?... Niye tüm çalışanlar ve ‘özel müşteriler’ tamamen tatmin olmuş bir halde araştırmalarda size 5 üzerinden 5 vermiyorlar?... Neden konkurlarda sizi tercih etmiyorlar? Neden bazıları sizinle onca yıldır çalışıyorken ‘birden’ rekabete gidiveriyor?
David A. Po-Chedley’in kitabı da, tüm diğer ‘Guru’ kitapları gibi tasarlanmış. Şu hissi veriyor insana: “Bu kitabı hatmettim mi tamam... Bütün meseleleri çözerim!”...
Öyle olmadığını birinci elden size garanti edebilirim. Bilmek ve yapmak, her zaman olduğu gibi burada da üst üste gelmiyebiliyor...
Pekiyi, bunları birbirlerine bir nebze olsun yaklaştırmak için ne yapmalı?
Ne yapmalı, biliyor musunuz? OKUMALI...
Evet ‘okumalı’... Ancak ‘to read’ anlamında ‘lesen’ anlamında, ‘lire’ anlamında değil belki de bazı sözlüklerde yazdığı gibi, ‘to decipher’ (İng), ‘entraetseln, entziffern’(Alm.) , ‘déchiffrer’ (Fr.) anlamında. Türkçesiyle ‘deşifre etmek, sırrını çözmek’ anlamında diyebiliriz miyiz?.. Kuran- Kerim’in dünyaya inen ilk ayeti olan ‘Oku!’nun ne demek istediğini anlayıp öyle okumak mümkün mü acaba?..
Çünkü ancak öyle okursak kendimizi ve çevremizi anlayabilir, her türlü tatmini yaşayabiliriz...
Buyurun Başarılı Teknoloji Yöneticileri Ligine...
İletişimde ölçülebilir hedefler koymak kolay değildir. Belki satış odaklı kampanyalarda biraz daha kolaydır sonuçları değerlendirmek... ‘İletişim için ne harcadık, ne kadar sattık?’ sorusu pek sevimli olmasa da sık sık gündeme gelir mesela. Ya da bir lansman sonrasında “Kaç başvuru aldık?”, “Dükkândan içeri kaç kişi girdi?” vb...
Konu itibara, saygınlığa geldikçe, yani mesele soyutlaştıkça, ölçülebilir hedefler koymak daha zorlaşır...
İletişim dünyası da bu ‘soyutlukta’ bir çıkış yolu bulmaya çalışır... Forrester Research şirketinin araştırmaları bu konuda ilginç parametrelerin ortaya konmasına hizmet etmektedir.
Örneğin, 27 Mayıs’ta açıkladıkları ve bugüne kadar kamuoyunda belki değil ama sektörde tartışılan “The Successful Technology Executives In Turkey” (Türkiye’deki Başarılı Teknoloji Yöneticileri) adını verdikleri araştırma gayet iyi bir gösterge olarak alınabilir ve şirketler tarafından hem iletişim departmanlarına hem de hizmet aldıkları iletişim ajanslarına hedef olarak verilebilir...
Önce o 15 kişilik listeyi hatırlayalım:
Süreyya Ciliv (Turkcell), Alper Köstem (Meteksan), Atilla Kıral (Oracle), Erkan Akdemir (Cisco), Şahin Tulga (HP), Eray Yüksek (IBM), Çağlayan Arkan (Microsoft), Hakan Arıtürk (Probil), Alpaslan Özlü (Akbank), Hüsnü Erel (Garanti Bankası), Dilek Duman (Denizbank), Bülent Kutlu (ING Bank), Ahmet Dalman (Hürriyet), Ahmet İhsan Ceylan (Arçelik)…
Üst düzey yöneticilerin kurumların itibarına etkisinin ne kadar yüksek olduğunu bilmeyen kalmadı. (Bkz. www.harrisinteractive.com) İngiltere ve ABD’de %50 civarında olduğu tahmin ediliyor… Kurumsal itibarın satışa, fiyatı yukarıya çekmeye, nitelikli insan kaynağı bulmaya ve krizlere karşı daha dayanaklı olmaya katkısını ise Mısır’daki sağır sultan bile duydu...
O halde seneye CEO’nun veya bir başka üst düzey yöneticinin bu 15’lik listeye girmesini veya o listede yukarılara tırmanmasını sağlamak, mükemmel bir iletişim hedefi olmaz mı? Tabii bir koşulla “Aman ben medyada pek görünmeyeyim!” diye tepinen bir CEO’nuz yoksa...
Bu araştırmanın tamamını edinmek için şu adrese bir e-posta atmakta yarar olabilir: fatma.perk@executivesinturkey.com Bir de şu web sitesine göz atmakta: www.forrester.com/rb/research