Hatadan dönmek erdemdir
14 mayıs 2015 Yeni Şafak
Kemal Kılıçdaroğlu, sözlüklerle ispatlamaya çalıştığı 'önüne yatmak' ifadesinden sonra ikinci büyük siyasi gafı için bizleri çok bekletmedi ve TOBB Genel Kurulu'ndaki konuşmasında açık açık “Bu ülkeye başkanlığı kan dökmeden getiremezsiniz” dedi. Deniz Baykal da desteğini geciktirmeden verdi:
“Kılıçdaroğlu direniş kararlılığımızı ifade etti.”
Sayın Kılıçdaroğlu madem CHP'nin 'direniş kararlılığı'nı ifade ediyor, o zaman pekala nükleer savaştan da söz edebilirdi. Malum kan dökmek bahsinde hepsi birbirinden tehlikeli nice savaş yöntemi var. Seç, beğen, al, içinden geçeni aklına ilk düştüğü haliyle söyle, geri adım da atma. Krizini sündüre sündüre uzat ki, başka türlü oluşturmayı bilemediğiniz gündemde, tepkiler sayesinde yer işgal et.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu'na hitaben, “Amacımı aştım; hanımefendiden özür dilerim” demek yerine “önüne yatmak” polemiğini sözlükler desteğiyle sürdürmeye karar verdiği anlaşıldığında Sayın Kılıçdaroğlu'na bu tür iletişim kazalarından korunmanın iki yolunu hatırlatmıştık:
Birincisi: Alman atasözüne kulak verip “Ağızı çalıştırmadan önce beyni devreye sokmak”. İkincisi de içinden geçeni söylemek değil, tam tersine profesyonel seçilmiş davranış sergilemek.
Bizi dinleyecek değildi ya, gafını inatla sürdürmekle kalmamış ve grup konuşmasında “hırsızların altına yatmak”tan söz etmişti.
Siyasi iletişimi başarılı kılacak olan o tılsımlı üçlemenin, Büyük Fikir, Büyük Lider, Büyük Teşkilat'ın uyumlu biçimde bir araya gelemediği partilerde -ki Türkiye'de AK Parti dışında ne yazık ki bu uyumu hiçbir partide göremiyoruz- ortak bir özellik olarak 'bilmediğini bilmemek'ten söz edilebilir. Ne yazık ki siyasi iletişimin esaslarını bilmediklerini bilmedikleri gibi eski hataları hatırlayabilecek sağlıklı bir hafızadan da yoksunlar.
Bir başka siyasi gaf ve kendi ayağına sıkma örneği de AK Parti'den gelmiş, Ankara Milletvekili Aydın Ünal, 'düşük profilli' bir başbakanın geleceğini müjdelemişti. Bu iletişim kazasını Ünal hiç olmazsa birkaç gün sonra fark etti ve şöyle bir cümle kurdu:
“Önemli olan halkın anladığı manadır, madem halkımız bunu kötü anlamda görüyor. Ben de bunun benim tarafımdan hata olduğunu kabul ediyorum.”
Hiç yoktan iyidir…
Su akar deli bakar
Tom Hanks bizzat kendisi de gelmediği halde bizim magazin basını, “Tom Hanks İstanbul'da: Inferno'dan İlk Fragman Geldi!” diye haberi köpürtüvermiş.
Çekimleri tamamlanan Dan Brown uyarlaması Inferno (Cehennem)filminin fragmanını bizim televizyonlar da gösterdi. Fragmanda karşımıza çıkan birkaç sıradan İstanbul sahnesinden, daha önce örneğini gördüğümüz pek çok filmde olduğu gibi Türkiye'nin, İstanbul'un tanıtımı adına medet umuluyor.
Inferno'nun Floransa'da başlayan çekimlerine, geçtiğimiz Haziran ayında İstanbul'da devam edilmiş. Aksiyon sahnelerinin büyük bir kısmı da romana uygun bir atmosfer olarak Yerebatan Sarnıcı'nda tamamlanmış. 200 figüranla çalıştıkları film setlerini Kapalıçarşı,Beyazıt Meydanı, Ayasofya Müzesi ve Sultanahmet Meydanı'na kurmuşlar. Mutlaka Kapalı Çarşı'nın damlarına da çıkmışlardır. Çünkü oraya çıkmayan Batılı yapımcıya yapımcı demiyorlar. Dört çekim gününde işlerini tamamlayıp dönmüşler.
“Muhteşem görüntüler çektiler” diye satılan bu çekimlerde Tom Hanks'in yerine dublörü oynamış. Ünlü aktör terör korkusu nedeniyle İstanbul'a gelmemişmiş. Bu haber de bütün dünyaya yayılmış. Bu tür filmlerin çekimine izin verip İstanbul'un ve Türkiye'nin marka değerine katkı getireceğini sananlar anlayacağınız bir kez daha hüsrana uğramışlar.
Daha önce Liam Neeson'lı 'Taken 2', Daniel Craig'li Skyfall için de “İstanbul markasına katkı sağlayacak, kamu diplomasisi için yararlı olacak” gibi boş umutlarla çekimlerine izin verilen filmler, vizyona girdiklerinde bu türden beklentiler içinde olanlar şaşırıp kaldıklarını pek de belli etmediler. Hayır anlayamadığımız şu: Neden yanılmaktan bıkmıyoruz da, bir sonraki yabancı film çekimlerinde hiç bunları yaşamamışız gibi kendimizi kandırmaya devam ediyoruz? Misafir muamelesi çekip, kıymetli ve tarihi yapılarımızın kapılarını sorgusuz sualsiz yabancı film ekiplerine neden açıyoruz? Yirmibeşinci defa tufaya düşmek pahasına umudu elden bırakmıyoruz.
Taken 2'den sinir küpü olup çıkmıştım. İstanbul'u en kötü haliyle göstermişlerdi. Jeneriğinden İstanbul'da epey dolandıkları anlaşılıyordu. “Film ekibinin yollarına bir gül dökmediğimiz kalmış” diye hislenerek yazı da yazmıştım. Bizim sinemacılarımız gittikleri yerlerde mekan kirasını ödeyip nasıl film çekiyorlarsa ünlü yabancı aktörlerin rol aldığı bu filmler için de aynı koşullar geçerli olmalıydı. En berbat yaşam koşulları içinde bir İstanbul'u dünya aleme gösterecekler ve biz de alık alık onlara güleryüzlü ev sahipliği yapmaya devam mı edeceğiz?
Bir Bond filminde Kapalıçarşı damlarında motosikletle kovalamaca oynamışlardı da bu tarihi kiremitler çatır çutur kırılmıştı. Siz devam edin hoyrat Batılı film yapımcılarına bedava hizmet vermeye, biz de 'Su akar deli bakar' misali o filmleri izleleyelim. Hoş geldin Inferno.
“Kılıçdaroğlu direniş kararlılığımızı ifade etti.”
Sayın Kılıçdaroğlu madem CHP'nin 'direniş kararlılığı'nı ifade ediyor, o zaman pekala nükleer savaştan da söz edebilirdi. Malum kan dökmek bahsinde hepsi birbirinden tehlikeli nice savaş yöntemi var. Seç, beğen, al, içinden geçeni aklına ilk düştüğü haliyle söyle, geri adım da atma. Krizini sündüre sündüre uzat ki, başka türlü oluşturmayı bilemediğiniz gündemde, tepkiler sayesinde yer işgal et.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu'na hitaben, “Amacımı aştım; hanımefendiden özür dilerim” demek yerine “önüne yatmak” polemiğini sözlükler desteğiyle sürdürmeye karar verdiği anlaşıldığında Sayın Kılıçdaroğlu'na bu tür iletişim kazalarından korunmanın iki yolunu hatırlatmıştık:
Birincisi: Alman atasözüne kulak verip “Ağızı çalıştırmadan önce beyni devreye sokmak”. İkincisi de içinden geçeni söylemek değil, tam tersine profesyonel seçilmiş davranış sergilemek.
Bizi dinleyecek değildi ya, gafını inatla sürdürmekle kalmamış ve grup konuşmasında “hırsızların altına yatmak”tan söz etmişti.
Siyasi iletişimi başarılı kılacak olan o tılsımlı üçlemenin, Büyük Fikir, Büyük Lider, Büyük Teşkilat'ın uyumlu biçimde bir araya gelemediği partilerde -ki Türkiye'de AK Parti dışında ne yazık ki bu uyumu hiçbir partide göremiyoruz- ortak bir özellik olarak 'bilmediğini bilmemek'ten söz edilebilir. Ne yazık ki siyasi iletişimin esaslarını bilmediklerini bilmedikleri gibi eski hataları hatırlayabilecek sağlıklı bir hafızadan da yoksunlar.
Bir başka siyasi gaf ve kendi ayağına sıkma örneği de AK Parti'den gelmiş, Ankara Milletvekili Aydın Ünal, 'düşük profilli' bir başbakanın geleceğini müjdelemişti. Bu iletişim kazasını Ünal hiç olmazsa birkaç gün sonra fark etti ve şöyle bir cümle kurdu:
“Önemli olan halkın anladığı manadır, madem halkımız bunu kötü anlamda görüyor. Ben de bunun benim tarafımdan hata olduğunu kabul ediyorum.”
Hiç yoktan iyidir…
Su akar deli bakar
Tom Hanks bizzat kendisi de gelmediği halde bizim magazin basını, “Tom Hanks İstanbul'da: Inferno'dan İlk Fragman Geldi!” diye haberi köpürtüvermiş.
Çekimleri tamamlanan Dan Brown uyarlaması Inferno (Cehennem)filminin fragmanını bizim televizyonlar da gösterdi. Fragmanda karşımıza çıkan birkaç sıradan İstanbul sahnesinden, daha önce örneğini gördüğümüz pek çok filmde olduğu gibi Türkiye'nin, İstanbul'un tanıtımı adına medet umuluyor.
Inferno'nun Floransa'da başlayan çekimlerine, geçtiğimiz Haziran ayında İstanbul'da devam edilmiş. Aksiyon sahnelerinin büyük bir kısmı da romana uygun bir atmosfer olarak Yerebatan Sarnıcı'nda tamamlanmış. 200 figüranla çalıştıkları film setlerini Kapalıçarşı,Beyazıt Meydanı, Ayasofya Müzesi ve Sultanahmet Meydanı'na kurmuşlar. Mutlaka Kapalı Çarşı'nın damlarına da çıkmışlardır. Çünkü oraya çıkmayan Batılı yapımcıya yapımcı demiyorlar. Dört çekim gününde işlerini tamamlayıp dönmüşler.
“Muhteşem görüntüler çektiler” diye satılan bu çekimlerde Tom Hanks'in yerine dublörü oynamış. Ünlü aktör terör korkusu nedeniyle İstanbul'a gelmemişmiş. Bu haber de bütün dünyaya yayılmış. Bu tür filmlerin çekimine izin verip İstanbul'un ve Türkiye'nin marka değerine katkı getireceğini sananlar anlayacağınız bir kez daha hüsrana uğramışlar.
Daha önce Liam Neeson'lı 'Taken 2', Daniel Craig'li Skyfall için de “İstanbul markasına katkı sağlayacak, kamu diplomasisi için yararlı olacak” gibi boş umutlarla çekimlerine izin verilen filmler, vizyona girdiklerinde bu türden beklentiler içinde olanlar şaşırıp kaldıklarını pek de belli etmediler. Hayır anlayamadığımız şu: Neden yanılmaktan bıkmıyoruz da, bir sonraki yabancı film çekimlerinde hiç bunları yaşamamışız gibi kendimizi kandırmaya devam ediyoruz? Misafir muamelesi çekip, kıymetli ve tarihi yapılarımızın kapılarını sorgusuz sualsiz yabancı film ekiplerine neden açıyoruz? Yirmibeşinci defa tufaya düşmek pahasına umudu elden bırakmıyoruz.
Taken 2'den sinir küpü olup çıkmıştım. İstanbul'u en kötü haliyle göstermişlerdi. Jeneriğinden İstanbul'da epey dolandıkları anlaşılıyordu. “Film ekibinin yollarına bir gül dökmediğimiz kalmış” diye hislenerek yazı da yazmıştım. Bizim sinemacılarımız gittikleri yerlerde mekan kirasını ödeyip nasıl film çekiyorlarsa ünlü yabancı aktörlerin rol aldığı bu filmler için de aynı koşullar geçerli olmalıydı. En berbat yaşam koşulları içinde bir İstanbul'u dünya aleme gösterecekler ve biz de alık alık onlara güleryüzlü ev sahipliği yapmaya devam mı edeceğiz?
Bir Bond filminde Kapalıçarşı damlarında motosikletle kovalamaca oynamışlardı da bu tarihi kiremitler çatır çutur kırılmıştı. Siz devam edin hoyrat Batılı film yapımcılarına bedava hizmet vermeye, biz de 'Su akar deli bakar' misali o filmleri izleleyelim. Hoş geldin Inferno.